Keçecizâde İzzet Mollâ’ya Göre Edirne’nin Mânâ Kutupları 

Keçecizâde İzzet Mollâ, klâsik Türk şiirinin Tanzimat’tan önceki en değerli şâirlerinden birisidir. 1785 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Âilesi aslen Konyalı’dır. Büyük dedesi Süleyman Efendi’nin keçecilik mesleğiyle meşgul olması hasebiyle “Keçecizâde” diye tanınmıştır. Babası Sâlih Efendi, müderrislik, kethudâlık, ordu kadılığı görevinde bulunmuştur. Kendisi de babasının yolunda giderek ilim yoluna girmiş ve müderris rüûsu pâyesine ulaşmıştır. Ancak içki, eğlence ve sefahat düşkünlüğü onun bu görevden uzaklaştırılmasına neden olmuştur. Bunun üzerine ümitsizliğe düşerek intihar teşebbüsünde bulunmuşsa da lügat yazarlarından Hançerî Bey araya girmesiyle bundan vazgeçmiştir. Nitekim Hançerî Bey onu Osmanlı devlet adamlarından ve Şeyh Gâlib’in müntesiplerinden Hâlet Efendi (ö. 1822) ile tanışmış ve bu tanışma onun hayatında âdeta ikinci bir doğum olmuş, resmî görevine dönmesini sağladığı gibi şiirlerine büyük ölçüde kaynaklık eden Mevlevîlik yoluna girmesine vesile olmuştur. Onun Nakşbendîliği ise ikinci dîvânı olan Hazân-ı Âsâr’ını Muhammed Bahâüddin Nakşbend (v. 1389)’e ithaf etmesi ve bu dîvândaki gazellerinin zeylinde Nakşbendî yolunun büyüklerini övmesi dolayısıyla olsa gerektir.
Keçecizâde, önce 1809 yılında Şeyhülislâm Salihzâde Esad Efendi vasıtasıyla Bursa Müfettişliğine, akabinde Rikâb-ı Hümâyun Kethüdâlığı’na ve daha sonra 1820’de Galata Kadılığı’na getirilmiştir. Fakat Hâlet Efendi’nin 1822’de görevinden alınıp öldürülmesi üzerine o, Hâlet Efendi’yi övüp savunmaya devam etmiş, bu sebeple 27 Şubat 1823 tarihinde Keşan’a sürgüne gönderilmiştir. Yaklaşık on ay sonra 16 Şubat 1824’te Sadrazam Gâlib Mehmed Paşa’ya sunduğu bir kaside sayesinde yahut dostlarının yardımı ile bağışlanarak İstanbul’a tekrar dönen Keçecizâde, bir sene sonra Mekke pâyesini almış, 1826’da Haremeyn Müfettişliği’ne tayin olunmuştur. Mayıs 1828’de Mora İsyanı dolayısıyla Ruslar’a harp ilan edilmesine karşı çıkarak pâdişâha bir layiha sunmuş ve bu lâyiha uygun görülmeyerek idamına hükmolunmuştur. Bu karar Yasincizâde Abdülvehhâb Efendi’nin araya girmesiyle sürgüne çevrilmiş, 17 Kasım 1828 tarihinde Sivas’a sürgüne gönderilmiştir. Keçecizâde, Sivas’ta çok fazla yaşamamış Ağustos 1829 tarihinde kırk üç yaşında bekâ yurduna göçmüştür. 1919 yılında mezarı açılarak naaşı İstanbul’a getirilmiş, Canbaziye Mahallesi’ndeki Mustafa Ağa Mescidi avlusunda bulunan babasının mezarı yanına defnedilmiştir.
Keçecizâde’nin Edirne ile bağlantısı ise yukarıda zikri geçen Keşan sürgünü dolayısıyladır. O, on ay civarındaki sürgününü dile getirdiği “sosyal hiciv tarzında örf romanı” olarak da nitelendirilen Mihnet-Keşan adlı mesnevîsinde, sürgün edilişini, burada çektiği mihnetleri, meşakkatleri, bağışlanıp İstanbul’a dönüşünü anlattığı gibi Edirne başta olmak üzere Uzunköprü, Havsa, Babaeski, Burgaz, Çorlu, Silivri gibi gezip dolaştığı yerleri öne çıkan özellikleriyle tanıtmıştır. Keçecizâde, büyük bir şehir olarak gördüğü –Edip her taraf sîr sun‘-ı Hakîm/Göründü Edirne o şehr-i azîm şeklinde dile getirmiştir (s. 313)- Edirne’yi, Saray’ı ve Selimiye Câmii ile tasvir edip övmenin yanında mânâ yönünden de tanıtmıştır. “Sıfat-ı Şehr-i Edirne” başlığı altında tanıttığı bu kısım şöyledir:
O şehrin felek-veş iki kutbu var
N’ola rifati olsa gerdûn-medâr
(Edirne şehrinin âdeta gökyüzüne benzeyen iki büyük kutbu vardır ki âdeta yüceliği gezegenler gibi yörüngesinde dönmektedir.)
Birisi Enîs-i dil-i âşıkân
Birisi Sezâyi-i mu‘ciz-beyân
(Birisi âşıkların gönlüne taht kuran Enîs (Receb Dede), diğeri sözleri insanı acze düşüren Sezâyî (Hasan Gülşenî)’dir.
Ziyâret edip ibtidâ anları
Sevindim görüp tekyede cânları
(Şehre vardığımda ilk önce onların kabirlerini ziyaret ettim ve tekkelerini –Enîs Dede’nin Edirne Mevlevîhânesi, Sezâyî’nin Şah Melek Zâviyesi’dir- şenlendiren dervişleri görünce içim içime sığmadı.)
Cenâb-ı Enîs’in alıp himmetin
İşitdim Sezâyî ile sohbetin
(Enîs Dede’den himmet dileyip aldım ki onun Hasan Sezâyî-i Gülşenî ile olan sohbetleri pek meşhurdur.)
Cihânın gamından bulup râhatı
Ederlerdi kabr içre cân sohbeti
(Onlar sadece bu dünyada değil öbür âlemde de birbirleri buluşup muhabbet ederler.)
Gam-ı âlemi terk edip bizlere
Komuşlar sözü ikisi bir yere
(Onlar bu âlemin gamını, tasasını bize bırakıp sözü bir yere koymuşlar.)
Alıp neşesin âlem-i vahdetin
İçerlerdi câmın dem-i vahdetin
(Birlik âleminden, Hak katından neşe alıp, birlik şarabının kadehinden içmişlerdir.)
Dedim bana bir câm Allâh için
Derûnumdaki âteşîn âh için
(Dedim ki Allah aşkına içimdeki ateşli âh için bana bir kadeh veriniz lütfen)
Dediler bu mey-hânenin bâdesi
Zarardır içilmez susuz sâdesi
(Dediler ki bu meyhânenin şarabı su katılmadan içilmez, sadesi zarar verir.)
Sirişk olmayınca içilmez o mey
Katılmaz o sahbâya bir başka şey
(O şaraba gözyaşı katılmadan içilmez ve o şaraba gözyaşından başka bir şey de katılmaz.)
Alıp bu peyâmı hemân ağladım
Bakıp hâlime karalar bağladım
(Bu öğüdü duyunca hemen ağlamaya başladım. Hâlimi görüp karalara büründüm.)
Dedim bir gün olsun zahîrim olun
Dem-i vâ-pesîn dest-gîrim olun
(Dedim ki bir gün bile olsa bana arka çıkıp destek olun; son nefesime değin benim elimden tutun, bırakmayın.)
Dediler kim ikrârına kıl sebât
Erenler verir sana âhir necât
(Dediler ki öyleyse verdiğin ikrârda dur, asla sözünden dönme. Bekle Allah dostları seni en sonunda mutlaka kurtuluşa ulaştıracaktır.)
Dedim Hak Te‘âlâ muhakkak ede
Kapınızda abd-i muvaffak ede
(Dedim Cenâb-ı Hak, muhakkak beni kapınızda başarıya ulaşmış kul eyleye.)
Aceb zâtlar pîr-i dergehleri
Gedâ sûretinde idi şehleri
(Onların dergâhlarının pirleri, şeyhleri sultan değil fakir görünümünde yani oldukça mütevazı kimselerdir.)
Edip her biri ile aşk u niyâz
Duâ etdiler ol iki ser-firâz
(Onların her birine aşk ve niyazda bulundum, o iki büyük şeyh, bana dua ettiler.)
Kabûl eyledim lutf u himmetlerin
Penâh eyledim bâb-ı devletlerin
(Onların bu lütuf ve mânevî yardımlarını kabul ettim; devletlerinin kapısını kendime sığınak eyledim.)
Ziyâret edip bunları ibtidâ
Selîmiyye’de zuhru etdim edâ
(Onların kabirlerini ziyâreti müteakip Selimiye Câmii’ne gittim ve burada öğle namazını eda ettim.)

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Bir-İki Erzurum-III- / Şeref Akbaba
Ümit ve Korku Arasında… / Ay Vakti
Keçecizâde İzzet Mollâ’ya Göre Edirne’nin Mânâ Kut... / Selami Şimşek
Aforizmalar / Naz
Ruh Çiçeği   / Muhammed Korkmaz
Tümünü Göster