“Asra yemin olsun ki, insan ziyandadır.”
Kuran, 103/1-2
Yanlış istasyonlarda heba ettiğimiz hayatı, doğru trenler telafi edebilir mi?
Zaman, daimî bir akıştır. Biz dursak da o durmaz.
Kadranımızdaki rakamlar neyi gösterirse göstersin zaman daima “an”a ayarlıdır. An’ı yakalayabilmek, insanın en zor imtihanlarından biridir. Zira, kimi insan an’ı yakaladığını zanneder; ancak bu zan gün devrilip “dün” olduğunda yerini pişmanlığa bırakınca ancak anlaşılır. “Bugünkü aklım olsaydı” cümlesiyle başlayan şartlı cümleler, sadece “dün”e yakılan ağıtlar mesabesindedir.
Hayat, anlardan ibarettir.
İnsanın bu hayattaki anlam arayışı, kesirli ve kesintili anların birbiriyle neden ve nasıl örtüştürüldüğüyle doğrudan ilgilidir. Bakış açısı, hayat algısı veya anlayış dediğimiz değer yargısı bu anlam arayışıyla vücut bulur. Değerlerimizin bir “yargı” taşıyabilmesi için kimin gözü veya gözlüğüyle hayata baktığımızı bilmek mecburiyetindeyiz. Hangi gözle bakıp bir hüküm vermemiz gerektiğini bilmezsek gün gelir kendimize dahi yabancı oluruz: tıpkı bugün olduğu gibi…
Bugün, bütün alıcılarımızı felce uğratan bir algı bombardımanı altındayız.
İnternet çağında neredeyse bütün “operasyonlar” sosyal medya platformları aracılığıyla gerçekleşmektedir. Egemen güç -kapital düzen- kendi meşruluğunu teyit ve geleceğini garanti altına almak için her “an” yeni bir algı operasyonu yapmaktadır. Kapital düzenin en sık kullandığı argüman “korku”dur. Egemen güç, insana ait zaaflar üzerinden algoritmalar geliştiren yapay zekâ aracılığıyla sürekli bir “korku” yaratma ve yayma düşüncesindedir. Öyle ki neyin doğru, neyin yanlış; hangi düşünce veya algının milli ve ahlakî, hangisinin gayri milli ve ahlakî olduğuna karar vermekte dahi zorlanırız. Zihnî ve aklî kaos, avuç ovuşturmaları için yeterlidir.
Korkulardan azade olmak, bu kaosun dışında kalmak mümkün mü?
Elbette.
Ancak burada küçük bir nüans var: Hiç şüphesiz her insan korkar, her beşerin korkuları vardır. Lakin hakkıyla teslim olmuş insanın -müminin- korkuları olamaz! İnsan ile inanan insan/mümin arasındaki temel fark da buradadır. İnsan, çoğu zaman dayatılan hayatı yaşamak zorunda hisseder, zira “kaybetmekten korkar”: işini, itibarını, geleceğini, titrini, statüsünü vs. Oysa hakkıyla inanan insan O’nun rızasını kaybetmektense bu dünyayı, dünya hayatına ait “her şeyi” kaybetmeyi göze alır ve asla korkmaz. Ne kuyuya düştüğünde korkar ne zindana… bilir ki O en yüce hakkıyla muamele edendir. O, kulunu asla yalnız bırakmaz. Mümin, her hal ve şarta “kaza ve kadere” hakkıyla iman eder ve O’na teslim olur!
Havf ve recâ arasında: mümin.
Mümin, sadece imkanları mümkün kılan değil, imkansızlıklara da iman edendir. Zira, hiçbir mümin şikâyet etme acizliğine düşemez, düşmemelidir. Şikâyet etmek, kolaycılıktır. Mümin en zor “an”larda fiili dua eden ve gereğini hayr üzere O’na havale edendir. Tevekkül de esas itibariyle budur. Fiili duaya durmayan müminin “havale” ve “tevekkül” hakkı yoktur. Elbette O her şeyi hakkıyla gören ve bilendir. Lakin, fikirden eyleme geçme konusunda müminin yapması gereken ilk şey “fiili duadır.” Mümin, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz” (39/53) hükmü gereğince her “an” ümitli olandır. Ye’s ve korku, müminin kalbinde vesveseye neden olabilecek fenomenler olamaz. Mümin dara düştüğünde “onlar korkarak ve ümit ederek Rablerine dua ederler.” (32/16) ilahi düsturunca ne yapması gerektiğini bilendir. Bu nedenle “müminin hohemyası” yoktur, olamaz. Türedi yoga ve pratiklere, kırmızı koltuklu seanslara kapalıdır. İman zafiyeti, bizi güncelin kurbanı haline getirmemelidir. Mümin her daim “uyanık” olandır…Mümin, haklı bir “isyan ahlakı”yla yanlışa dur deyip hakka teslim olduğunda huzuru bulur.
O halde;
Egemen gücün yarattığı “leviathan”dan korkmanın hiçbir manası yoktur.
Varlık nedenini unutmadan yaşamak gerektiğini bilelim. Dünyaya bir nizam ve medeniyet getirme ülküsüyle seferden sefere, kıtadan kıtaya koşturan atalara uyarak “gelin gülle başlayalım güne, hayata ve an’a” …
Pusulasız kalmadan, savrulmadan bir elif gibi dimdik,
Bıkmadan, usanmadan çiçek açmalı içimiz bir yediveren gibi,
Ümit ve korku arasında; korkudan uzak ümide yakın…
Üstüne üstüne gelirken dünya, kenara çekilmeden yaşamayı bilmek gerek…
Ay Vakti