Aforizmalar

10152.

tarihtir yaşanan

tarih değildir

uydurulan

10153.

Rus yazar Aleksandr Soljenitsin, Rusya için savaşmış bir asker. Ancak, 1945’te Stalin’i eleştiren bir mektup yazdığı için tutuklanır. Sekiz yılını hapishane ve çalışma kamplarında geçirir. Ardından üç yıl daha sürgün hayatı yaşar. 1956 yılında rehabilite edildikten sonra, matematik öğretmeni olduğu ve yazmaya başladığı Rusya’nın merkezinde yer alan Ryazan şehrine yerleşmesine izin verilir. 1970 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen, fakat ödülü almak için Stockholm’e giderse ülkesine geri alınmayacağından endişe eden, bu yüzden de Stockholm’e gitmeyi reddeden; Rus romancı, tarihçi ve matematikçi Soljenitsin’i ilk okumaya başlama nedenim kulağıma ilginç gelen adıydı. Böyle bir isme sahip olan kişinin neler yazmış olabileceğini merak ettim. Sonraları, yazdıklarının isminden daha çarpıcı olduğunu çokça düşünmüşümdür. Bana göre, Sovyet Rusya’yı en iyi anlatan kalemlerden biridir. Ağustos 1914’te şöyle der: “Elimden geleni yaptım, fazlası kimin elinden geliyorsa o yapsın.” (s.282) Bir okur olarak, gelmiş geçmiş tüm insanların yaşadıklarına bakınca tek gördüğüm, dünyayı insana dar edenin insandan başkasının olmadığıdır.

10154.

Diana Wynne Jones, Japon yönetmen Hayao Miyazaki’nin 1986 tarihli “Yürüyen Şato” romanını 2004 yılında bir animasyon filmine dönüştürdüğünde yeni bir hayran kitlesi kazandı. Çoğunluğu sihir ve büyücüler üzerine odaklanan, çocuklar için 40’tan fazla kitap kaleme alan İngiliz fantezi yazarı, ilk yazı denemelerine çocuk yaşta kardeşleri için öyküler yazarak başladı. Jones’un kurgusu ilgili, yıkıcı, esprili ve son derece eğlenceli, ama karanlık bir çizgiye ve gerçek dünyanın ne kadar güvenilmez görünebileceğine dair de sürekli bir farkındalığa sahip. Yazar, zekice planlanmış ve eğlenceli maceraları anlatırken duygusal beceriksizlik, ebeveyn ihmali, kardeşler arasındaki kıskançlık ve genel bir dışlanmış olma duygusuyla açık bir şekilde ilgilenir. Bunun en büyük nedeni, ebeveynlerinin o ve iki

küçük kız kardeşinin ihtiyaçlarını ihmal etmiş olmalarıdır. Üç kız kardeş sık sık aç kaldılar ve yıllarca, ısıtılmayan bir sundurmada uyumaya zorlandılar. İşte serinin ikinci kitabı Uçan Şato’dan bir alıntı: “Kimsenin burnunun dibindeki bir şeyi görmemesi hayret verici.” (s.194)

10155.

Bulgar yazar Alek Popov’un “Köpekler Alçaktan Uçar” kitabı ile bir yolculuk sırasında karşılaştım. Daha önce Bulgar bir yazar okumadığımı fark etmiştim, ama daha çok kitabın adının arkasında yatanı merak etmiştim aslında. Böyle bir isme sahip kitabın içinden ne çıkabilirdi acaba? Konu ilginç olduğu kadar, “ne saçma şeyler yapıyor insanlar” dedirtti bana. Her birimiz hayatta pek çok saçmalık yapıyoruz/yaşıyoruz oysa. Zor olan, saçmalığı yazabilmek belki de. Saçma bir şeyi yazmaktan ciddi, önemli, hayati konuları yazmak daha kolaydır sanırım. Saçmalığı kolay kolay derleyip toparlamak güçtür çünkü. Bakın Alek Popov ne diyor bu eserinde: “Yardıma layık olanlar ender olarak yardım için yalvarırlar. En layık olanlar – asla!” (s.90)

10156.

Geniş bir insan deneyimi yelpazesini sunmak için yenilikçi edebi teknikleri kullandığı çok boyutlu romanlarıyla uluslararası üne kavuşan Avusturyalı yazar Hermann Broch, 1927 yılında ailesinin tekstil fabrikasını satarak fizik, matematik ve felsefe eğitimi almak için Viyana Üniversitesi’ne kaydolarak aile mirasından vazgeçer. 1938’de bir Nazi kampından sanatçı arkadaşlarının uluslararası çabalarıyla kurtulur ve ABD’ye göç eder. Broch’ın yıllarını kitlesel histeri olgusunu anlamaya çalışmak için verdiğini söylemek mümkün. Yaptığı çalışmalarla, toplumu kitle histerisinin cazibesinden koruyabileceğini hayal ediyordu. Kolay bir dili olmaması belki de felsefeci olmasından geliyor. Uyurgezerler’den işte bir alıntı: “Kişi, Tanrı’nın hizmetkârı olan hocalara karşı çok dikkatli olmalıdır.” (s.137)

10157.

İrlanda asıllı Amerikalı yazar Frank Mccourt’un kendi hatıralarını kaleme aldığı “Angela’nın Külleri” onu dünyaya tanıtan eseri oldu. Büyük Depresyon’a denk gelen çocukluğunda yaşadığı yoksulluğu okurken kitabın içine girip o çocukları o acımasızlığın içinden çekip çıkarmak istedim. Ne yazık ki günümüzde

dünyada milyonlarca çocuk böyle yaşıyor. ABD’den umudu kesen ailesiyle İrlanda’ya geri döndüğünde daha büyük bir yoksulluğun içinde bulurlar kendilerini. Yoksulluğun ne kadar kötü olduğunu en iyi anlatan kitaplardan biridir Angela’nın Külleri. Bana, “Dünya değil kötü ve acımasız olan, insandır onu kötü yapan,” dedirten kitaplar arasındadır o. İşte bir alıntı: “Yoksul insanların seçme şansı yoktur.” (s.103)

10158.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden kelimeler:   

  • self-service – seçal
  • depozito – güvence akçesi
  • first lady – başkadın

10159.

Ne zaman Japon bir yazarın eserini okusam, genel olarak Japon yazarların hayata bakışlarının ve onu kaleme alırken aktardıkları ayrıntıların dünyanın geri kalanından farklı olduğunu düşünüyorum. Kenzaburo Oe’nun “Sessiz Çığlık” kitabında da böyle oldu. 1994 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan yazar II. Dünya Savaşı Japonya bombalamalarından kurtulan bir çocuktu. Oe, Doğu ve Batı edebî geleneklerinin unsurlarını ve mecazlarını ustaca harmanladı. Ancak, zihinsel engelli bir oğul yetiştirme deneyimi onun kaleminde bir dönüşüme neden oldu. Sessiz Çığlık, doğrusal olmayan zor bir çalışma. Kişisel kimlik, kendini tanıma ve gerçeğin tamamını ilişkilendirme yeteneği üzerine yoğunlaşan eserden işte bir alıntı: “Bütün gördüklerimiz ve nasıl göründüğümüz, rüya içinde bir rüyadan ibaret.” (s.92)

10160.

Amerikalı bir gazeteci olan Sandy Tolan’ın “Limon Ağacı” bana göre bir anlatı. Bu anlatı, biri Arap diğeri Yahudi olan ve Al-Ramla’da farklı zamanlarda, ama aynı evde yaşayan iki aile ile ilgili. Ne zaman ne oldu? Olanlar, kimlerin hayatını değiştirdi? Limon Ağacı, bu soruların cevaplarını bir dostluk hikâyesini anlatarak veriyor. Kitabı bitirdiğimde benim aklımdaki soru ise şuydu: “Böyle olmak zorunda mıydı?” Limon Ağacı’ndan bir alıntı: “Ağaçlar ayakta ölür.” (s.371)

10161. Kitabın üzerinde “Yokyer” adını gördüğümde, dünyada olmayan bir yerden bahsettiği tahminini

yürütmüştüm. Çok da yanlış bir tahmin olmadığını söyleyebilirim. Kitap, olmayan bir yerde geçmiyorsa da yok sayılan bir yerin varlığını gözler önüne seriyor. Yer altını… İngiliz yazar Neil Gaiman bu eseri; heyecan verici, eğlenceli, ilginç ve insanların düşüncelerini değiştirebilecek bir kurguyla ve aslında evsizlere işaret etmek için kaleme aldı. Uzun zaman önce kendim için belirlediğim bir sloganım var: Hayat yaşamak, para harcamak, eşya kullanmak içindir! Tam da bu noktaya değinen bir alıntı seçtim kitaptan: “Anlar yaşanmak içindi; beklemek hem gelecek olan zamana hem de şu anda ihmal edilen anlara karşı bir günahtı.” (s.228)

10162.

Edebiyatta kara mizahın doruk noktası olduğu söylenen “Madde 22” düşündüren bir kitap. Savaştan hiçbir fayda elde edilemez, fayda elde ettiklerini düşünenler ise bana göre neler kaybettiklerini göremeyen zavallı körlerdir. Benim uzun zamandır dilime doladığım bir cümlenin (İlahî kanun mudur ki değiştirilemez!) Madde 22’nin ana konusu olması da beni ayrıca cezbetti. Joseph Heller, Amerikan edebiyatının köşe taşlarından biri olarak kabul edilen eseri kendi deneyimlerinden yola çıkarak yazdı. Heller, II. Dünya Savaşı’nda bombardıman pilotu olarak insanların üzerine bomba yağdırırken, “Hiç karşılaşmadığım binlerce kişi tarafından öldürülmek isteniyorum!” diye kitabın kahramanı pilot Yossarian’a düşündürdüğüne göre kendisi de düşünmüş olmalı. Madde 22’den bir diyalog:

– Onların kendilerine ait ayrı bir Tanrı’ları ve bir papazları var, öyle değil mi?

– Hayır, efendim.

– Sen neden bahsediyorsun? Yani onlar da bizimkiyle aynı Tanrı’ya mı dua ediyorlar?

– Evet, efendim.

– Ve O da dinliyor, öyle mi?

– Sanırım öyle, efendim.

– Yok daha neler. (s.262)

10163.

“git” demeden birileri

gidebilmeli

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Bir-İki Erzurum-III- / Şeref Akbaba
Ümit ve Korku Arasında… / Ay Vakti
Keçecizâde İzzet Mollâ’ya Göre Edirne’nin Mânâ Kut... / Selami Şimşek
Aforizmalar / Naz
Ruh Çiçeği   / Muhammed Korkmaz
Tümünü Göster