15-16.yüzyıllarda Horasan’ın Hirat şehrinin şairleri arasında yaygın olan bir şiir türüdür. Daha sonra Timurluların eli altında bulunan Maveraünnehir ve İran’da da geniş bir çapta yayılmaya başlamıştır. Özellikle bu dönemde Hirat şairlerinin muamma türünde eserler verdikleri, muamma risalelerini yazdıkları, şairlerin yazdıkları muammalara göre Divan tertibini belirledikleri ve muamma yazan şairlerin şiirlerinin toplanarak bayazlar hazırladıkları görülür. Şairlerin kendi aralarındaki ilişkileri, kitap ticareti, Timurlular devletinin sona ermesiyle sanatçıların rahat icat ortamı bulmak amacıyla Osmanlı Devleti ve Hindistan’a gitmesi sonucunda orada da bu geleneklerin şekillenmesine sebep oldu.
Şimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz araştırmalara göre, 16.yüzyıla kadar Osmanlı Türk devletinde muamma türünde şiir yazan veya muamma türü hakkında risale yazan yazar yoktur. Örneğin, Ali Nihat Tarlan’ın “Divan Edebiyatında Muamma” risalesinde Türk edebiyatında muamma türünün 16.yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazılmaya başladığı kaydedilmiştir. Ali Nihat Tarlan’a göre, Türkçede en çok muamma yazan şair olarak Edirneli Emri Çelebî (vefatı 982 hicrî/ 1577 miladî) oğlu Hasan Çelebi’nin tezkiresinde kaydedilmiştir. Emri Çelebi’den sonra bu türde şiir yazan ve muamma şiirlerinin gelişmesi ve halk arasında yayılmasında büyük katkı sağlayan bir sanatçı olarak Kınalızade Ali Çelebi dile getirilmiştir.
Ayrıca, Ali Nihat Tarlan, bu iki şairin Hüseyin Nişapurî’nin “Muamma Risalesi”ni iyice araştırdıklarını ve Sururî Mustafa Efendi (vefatı 969 hicrî/ 1562 miladî) Hüseyni ve Abdurahman Camî risalelerine şerh yazdıklarını kaydeder (Camî muamma türüne ait dört risale yazmış olup, burada onun hangi risalesine şerh yazıldığı kaydedilmemiştir). Tekrar Ali Nihat Tarlan’ın kaydettiğine göre, aynı dönemden itibaren padişahlar, amirler ve âlimler için isimlerinin gizlendiği muammaların yazılması bir gelenek halini almıştır.(2) Araştırmacı yukarıda geçen bilgileri kaydetmekle beraber muamma türünün kuralları üzerinde de durmuştur. Örnek alınan muammalar Türkçe olmasına rağmen onların kime ait oldukları kaydedilmemiştir. Ayrıca, yukarıda adı geçen sanatçıların muammaları tahlil edilmemiş ve başka sanatçılar hakkında herhangi bir bilgi sunulmamıştır.
Biz muamma türüne ait el yazı eserlerini araştırırken İstanbul’un Süleymaniye Kütüphanesi Çelebi Abdullah fonunda korunmakta olan Osmanlı Türkçesinde yazılmış muamma şiirlerine rastladık. Bu el yazı eseri 328 sayısıyla korunmaktadır. Metin yedi renk bir kağıda normal büyüklükteki nesta’lık yazısıyla yazılmıştır. Şairlerin adları ve muammada gizlenen isimler kırmızı renkte yazılmıştır. Bu eserde Emri Ahmet Çelebî, Hannaluzade Ali Efendi, Haşimi Bursavî, Ubeydî, Furugî Efendi gibi şairlerin muamma türünde yazdıkları şiirlerle birlikte Şehabiddin Muammaî’nin de iki muamma risalesi toplanmıştır.(3)
Emiri Ahmet Çelebî’nin muammaları iki kısma ayrılarak sunulmuştur. Birinci kısım “Ez an şarih muammayati Emri Ahmet Çelebî al-Muammaî” başlığıyla başlanmış, “Sunubari dilaver cenkeder bir ejderle” mısrası ile başlayan 14 beyitli bir mesnevi ile sonuçlanmıştır. (Toplam 126 muamma. Mesnevi şeklinde kafiyelenmiştir. 80a-88a sayfalar) Bu kısıma şairin Türkçe muammaları alınmış, alfabe tertibine uyulmamıştır.
İkinci kısım da yukarıda geçen başlık altında sunulmuştur (Toplam 71 muammadır. Mesnevi şeklinde kafiyelenmiştir. 88b-92a sayfalar) Bu kısımda şairin sadece Farsça muammaları yer almıştır. “Vav” harfine kadar alfabe tertibine uyulmuştur. Ama her harf için muamma yazılmamıştır. “Vav” harfinden sonra muammalar tekrar diğer harflerle başlayan isimler sunulmuştur. Bundan sonra da “Haric ez risale” başlığı altında “Hasanşah”, “Abulgazi Sultan Hüseyin Bahadırhan meddalahi zilale saltana ve ma’dalat ilel alemin”, “Şah Ebulfeth Badiazzaman” adları dışında 13 isim için muamma yazılmıştır. Ama bu muammaların bu şaire ait olup olmadığı belli değildir.(4)
Hannaluzade Ali Efendi muammaları “Muammayati Hannaluzade Ali Efendi nurallahi markada” başlığı altında sunulmuştur (95b-100b sayfalar. 97 muamma. Mesnevi şeklinde kafiyelenmiştir). Burada da önceki toplamlarda olduğu gibi bir harf için muamma olmadığında direk bir sonraki harfe geçilmiştir.
Haşimî Bursavî muammaları “Muammayati Bursavî” başlığı altında sunulmuştur (101a-102b sayfalar). 27 Türkçe muammadan ibarettir. Muammaların tertibi alfabeye uymamıştır. Ubeydî muammaları “Muammayati Ubeydî rahmetüllahi teala” başlığı altında sunulmuştur. 123 Türkçe muammadan ibarettir. (103a-110b sayfalar). Furugî Efendi muammaları “Muammayati Furugî Efendi” olarak sunulmuştur. Şairin 16 Türkçe muamması vardır. Alfabe tertibine uymamıştır (110b-111b sayfalar).
El yazı eserine muamma türünde şiirleri alınan şairlerden Emri Ahmed Çelebî, Hannaluzade Ali(5) Efendi hakkında Ali Nihat Tarlan eserinde yukarıda geçen kısaca bilgi sunulmuş ise, Furugî Efendi hakkında “Kamus el-a’lam”da şu bilgilere rastlarız: Ezcümle, “Kamus el-a’lam”da Furugî mahlaslı iki şairin olduğu kaydedilerek birincisi hakkında şunlar yazılmıştır: “Furugî: onuncu karn hicrî Osmanlı şairlerinden iki kişinin mahlasıdır. Birincisi (Ahmet) Bursalı olup, tariki ilmiye-i salik idi.
Tirine siynemi tutar sipar,
Yüreki olsa demirdin eger.
İkincisi: (Habbatullah) İptidai Şam müftisi imiş. Ba’da Bağdad’a azimetle Mevlana Ataullah Efendiden mülazım olup, tariki kaza-i salik olmuştu. Muammada mahareti vardı. Şu beyit onundur:
Nihali kadi dilcuying sening şahi güli terdür,
Dahaning taze gonca ruhluk gülbergi gabardür.”
gibi bilgilerle yetinilmiştir.
Furugî hakkında muamma şiirlerinin bulunduğu el yazı eserinde onun Furugî Efendi olduğundan başka bilgilere rastlanmaz. “Kamus el-a’lam”da Furugî mahlaslı şairler için kaydedilen bilgiler de tam değildir. Buna rağmen biz “Kamus el-a’lam”da adı geçen ikinci Furugî’nin bizim araştırmakta olduğumuz el yazı eserine girmiş muammaların müellifi olduğu ihtimalinin daha yüksek olduğu fikrindeyiz. Buna dayanarak da onun adının Habbatullah olduğunu ve Şamlı olduğunu söyleyebiliriz. Eğer “Kamus el-a’lam”daki bilgilerle bizim kararımız birbirini kanıtlarsa Furugî’nin sadece muamma değil, gazel de yazdığı anlaşılır.(6)
Maalesef, şimdilik diğer şairler hakkında herhangi bir bilgi sağlayamadık. Ama el yazı eserine alınan muammalara ait ortak ve özel özellikler üzerindeki görüşlerimizi ifade edebiliriz. Yukarıda kaydedildiği gibi bütün muammalar beyitlerden ibarettir ve mesnevi şeklindedir. Ayrıca ima ve işaret kelimeleri Maveraünnehir ve Horasan şairlerinin sanatında olduğu gibi âşığın yârinden çektiği acılar ve rakiplerinin daha çok şefkat gördüğü motifler fonunda sunulmuştur. Şairler tek beyitle hem âşığın hem yârin ruh dünyasını ifade edebilmişlerdir. Aynı zamanda muamma türüne ait olan ima ve işaretler satırlara sindirilmiştir. Şekil ve anlam birbirine uygundur. Örneğin, Emri Çelebî’nin “Ömer” ismi için yazdığı muammasını ele alalım:
Oldu çün serdarı huban ol senem,
Lazım oldu maha bihad elem.
Bu muammada da kendine özgü poetik ifade vardır. Mısralara göre, bir güzelin hüsnü diğer güzellerin hüsnünden ziyade olduğunu gören diğer bir güzel (mah) onu kıskanır. Şiir bir muamma olduğuna göre, ikinci mısrada لازم اولدی اول مهه بیحد علم “Lazım oldu maha bihad elem” denilmektedir. Buna göre isme şekil bakımından daha yakın olan “mah” kelimesinin teradifi, yani eşanlamlısı قمر “kamer” kelimesini alırız. Daha sonra, ima edildiğine göre onu “bihad” ederek birinci harf “kaf”ı ıskat ederiz ve مر “mer” kısmı kalır. İsmin kalan harflerini de aynı şekilde bulmaya çalışırız. Yani لازم اولدی اول مهه بیحد علم “Lazım oldu maha bihad elem” mısrasındaki علم “elem” kelimesini “bihad” ederek oradan “ayn” harfini alırız ve önceki kısmı ekleriz. Sonuçta عمر “Ömer” ismi ortaya çıkar.
Hannaluzade Ali Efendinin Ahmed ismi için yazdığı muamması şöyledir:
Şevki visalingle ey dürri nayab,
Huni dil oldu damani ahbab.
Göründüğü gibi, lirik kahraman güzele yönelerek ona kavuşabilmek için nice yakın insanlarının kâlbi kana dönüştüğü, bu kanlarla da eteklerinin kanla boyaldığı mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir. Aynı zamanda bu mübalağa ve abartılar muamma türünün ima kelimeleri vazifesini yapmaktadır. İkinci mısrada خون دل “huni dil” ifadesine göre, خون “hun” kelimesinin teradifi, yani eş anlamlısı دم “dem” kelimesi alınır ve kâlp ameline göre harfler değiştirildiğinde مد “med” şekli ortaya çıkar. İsmin kalan kısmı da دامن احباب “damani ahbab” ifadesinde gelen imaya göre, احباب “ahbab” kelimesinin “damani” yani ismi ortaya çıkarmak için gerekli olan kısmı اح “ah” alınır ve önceki kısımla birleştirilir. Sonuçta da احمد “Ahmed” kelimesi bulunmuş olur.
“Ekmel” kelimesi için muamma:
Helakime hevesi olmasa ol zülfi nigün,
Darundin eyleydi gayet cefai birun.
Bu muammada da âşık yârin cefasının sınırı aştığından şikayet etmektedir. Şiir muamma olduğuna göre, önce isme yakın olan kelimeyi bulmamız lazım. Muammada isme daha yakın kelime olarak هلاکمه “helakime” sözcüğü kullanılmıştır. İma ise “darundin” “birun” dur. Yani هلاکمه “helakime” kelimesinin iki tarafında bulunan “hayi hevvez” harfleri ıskat ameline göre düşer ve لاکم “lakim” kalır. Kalan harfleri kâlp amelinin kâlbi küll kuralına göre doğru yerleştirdiğimizde اکمل “Ekmel” ismi ortaya çıkar.
Haşimî Bursavî’nin “Ali” ismine yazdığı muamma:
Mesti ışk olsa ecebmi, dili zar,
Körünür çeşme her dem lebi yâr.
Bu muammada aşktan sarhoş olan âşığın duyguları ifade edilmiştir. Yani aşktan sarhoş olan âşığın gözlerine her an yârin dudakları görünür. Şiir bir muammadır. İkinci mısrada کورینور چشمه “körünür çeşme” denmiştir. Buna göre “çeşmi” kelimesinin eşanlamlısı olan عین “ayn” kelimesini alırız. Ayn kelimesi bize “ayn” harfini verir. İsmin kalan harfleri de کورینور چشمه هر دم لب یار “Körünür çeşme her dem lebi yâr” imasına göre “leb” ve “yâr” kelimelerinin ilk harflerinin alınmasıyla ve önceki harfle birleştirilmesiyle “Ali” ismi ortaya çıkar.
Ubeydî’nin “Receb” ismi için yazdığı muamma:
Tiġu tiri hisari bedene var neçe
Burci dilde öldürer her biri mıktarınca.
Muammada yukarıda geçen beyitlerde olduğu gibi yâr ve âşığın ilişkisi ele alınmıştır. Mısralara göre âşık yârin cebir ve sitemlerinden acı çekmiştir. Recep ismi şiirin ikinci mısrasındaki imalarla ortaya çıkarılır. Mısrada isme yakın olan kelime برج “burc” kelimesi olup, ismin bu sözcük vasıtasıyla ortaya çıkarılacağı برج دلده اولدرر هر بری مقدارنچه “Burci dilde öldürer her biri mıktarınca” imasıyla bildirilmiştir. Buna göre, برج “burc” kelimesini oluşturan harfleri kâlp amelinin kâlbi küll kuralına göre yerleştirdiğimizde رجب “Recep” kelimesini elde ederiz.
Kısacası, sanat ortamında vuku bulan ilişkiler sonucunda Osmanlı Türkçesinde yazan sanatçılar arasından tıpkı Maveraünnehir ve Hurasan’da olduğu gibi sadece muamma şiirlerini yazan sanatçılar ortaya çıkmıştır. Onların iki dilde sanatlarını sürdürdüklerine şahit oluruz. Aynı zamanda muamma yazan şairlerin bu şiirlerinin toplanarak Divan haline getirilmiş olması dikkat çekicidir.…………………………………………………………………
Celaleddin CURAYEV* Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Alişir Nevaî Devlet Edebiyat Müzesi Araştırmacısı
1 Böyle divanları şartlı olarak iki guruba ayırabiliriz. İlk gurup Allah’ın 99 ismi ve Peygamberin isimleri için yazılan muammalar, ikinci gurup da “elif” harfinde “ya” harfine kadar farklı isimler için yazılan muammalardır. İkinci guruba alınan muammaların diğer bir özelliği de onların geleneksel divan tertibine göre önce hemd (Allah’a), sonra na’t (Peygambere), sonra mankabat (dört halifeye) ve muslibat (sahabelere ve velilere), daha sonra da başka isimlere yazılan muammalar sırayla yerlerini alırlar. Muammalar divanda gazellerde olduğu gibi redifine göre değil, gizli olarak gelen ismin ilk harfine göre yerleştirilmiştir. Kaydettiğimiz muamma toplamlarında alfabe tertibine uyulmamıştır.
2 Ali Nihat Tarlan. Divan Edebiyatında Muamma. – İstanbul: Burhaniddin matbaasi, 1936. s.4-5.
3 Maveraünnehir’de ve Hurasan’da yazılan muammalar genellikle muamma risaleleriyle birlikte kitaplaştırılmıştır. Bu iş muamma türünün hayranlarının muammayı çözümlemede zorluk çektiklerinde muamma risalesine başvurabilmelerini sağlamak için yapılmıştır.
4 Bu muamma Hurasanlı bir şairin kalemine de ait olabilir.
5 “Hannaluzade Ali” ismi Ali Nihat Tarlan tarafından çağdaş Türk imlasına göre Kınalızade olarak değiştirilmiştir.
6 Samî. “Kamus el-a’lam”. 5.cilt. –İstanbul: Mihran matbaası.1314h. s. 3398.