Şiir, Sezai Karakoç’a “yaradılıştan önce armağan edilmiş bir alınyazısıdır.” Karakoç, “Masal” şiiriyle bizlere “Doğulu bir babanın trajik öyküsünü” anlatır. Bu trajik öykü, Doğu-Batı ikileminden doğmuştur. Bu ikilem veya çatışma ta Tanzimat’tan itibaren edebiyatımıza konu olmuştur. Konu, bu bakımdan hem eski hem de günceldir. Yeni olan Karakoç’un konuyu ele alış tarzıdır. Şiirin ismi “Masal” olsa da şiir, birçok yönüyle manzum bir hikâyedir aslında. Doğulu bir babanın hüzünlü ve kahırlı bir öyküsüdür. Şair masallara özgü bir girişle şiire başlar:
“Doğuda bir baba vardı
Batı gelmeden önce
Babanın oğulları Batı’ya vardı”
(Zamana Adanmış Sözler, s. 15)
Bu girizgâh, tıpkı “bir varmış bir yokmuş” gibi bir masal motifidir. Her ne kadar bu giriş motifi masallara özgüyse de şiirin sonraki bölümlerine ait söylemleri bir hikâye unsuru olarak değerlendirmek daha doğru olur. Asıl vurgulanması gereken bir başka konu ise, masalların çocuklara; hikâyelerinse erişkinlere hitap etmesidir. Karakoç, bu şiirde “kendini bilen” erişkinlere hitap etmektedir.
Şiirin bütününde “Batı’ya giden altı oğlun Batı’nın sahte ve çirkin yüzüne yenik düşerek yitip gitmelerine karşın; ‘babasının oğlu’ olarak sahneye çıkan yedinci oğlun Batı’ya karşı gösterdiği ‘asil duruş’ anlatılmaktadır.”
Birinci oğul, “Batı kapılarında törenlerle karşılanır ancak bir şafak vakti haince öldürülür.” Baba, oğlunun öldürüldüğünü mistik ve masalımsı bir tabiat olayı ile anlar:
“Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı”
Baba, Batı’nın bu çirkin yüzünü şöyle dile getirecektir:
“Batı güldü yüzümüze
Ama hep arkadan vurdu
Hep öyledir Batı
Ve hep öyle kalacaktır.”
(Alınyazısı Saati, s.47)
Bu sözler, ikinci oğul için bir öğüttür. Baba birinci oğlunun “öcünü almak” üzere ikinci oğlunu Batı’ya gönderir. “Öç almak” Doğu kültürüne ait bir töre göstergesidir. İkinci oğul Batı imtihanını “tutulduğu bir kız” yüzünden kaybeder ve meçhul bir rüzgârla savrulur gider. Baba bunu yine mistik bir yaklaşımla -“yağmur sularının burukluğundan”- anlayacaktır.
Doğulu baba, Batı karşısında yenik olmayı hazmedemez. Üçüncü oğul, “işin künhüne varmak” üzere Batı’ya yollanır:
“Üçüncü oğul Batı’da
Çok aç kaldı ezildi yıkıldı…”
(Zamana Adanmış Sözler, s. 16)
Üçüncü oğul da makam ve mevki sahibi olunca unuttur her şeyi. Böylelikle o da kaybeder Batı sınavını. Babasına bir çek gönderir. Baba bu çekin değerini “köpeklere atmakla” biçer. Ancak baba, “kafasına koyduğundan vazgeçmez.” Ve dördüncü oğul Batı’da:
“Dördüncü oğul okudu bilgin oldu
Kendi oymak ve ülkesini
Kendi görenek ve ülküsünü
Günü geçmiş bir uygarlığa yordu”
(Zamana Adanmış Sözler, s. 17)
Dördüncü oğul, kendi görenek ve ülküsünü Batı uygarlığına yorunca ; “Bay Yabancı” olur. “Yani gerçeği kabukta aradı.” Akif’in deyimiyle “tek dişi kalmış canavar”a yorumlayarak silinip gider. Asıl kimliğini, İslâm kültür ve medeniyetini unutmuştur. Okuyup bilgin olmuştur ama ‘Fen’i bilmekle” “kendini bilmek” arasındaki nüansı fark edememiştir. “O da binlercesi gibi silindi gitti.” Onun silinip gittiğini baba yine tabiat diliyle öğrenir:
“Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan”
(Zamana Adanmış Sözler, s. 17)
“Kara haber”in “evin kutlu koyunundan” alınması meselesinde Karakoç’un geleneğe ve halk folkloruna başvurduğunu görüyoruz. “kara süt akma” hadisesi “uğursuzluktur.” Şair, bunu ustaca kullanmayı bilmiştir. Sadece bu şiirde değil pek çok şiirinde halk folkloruna başvurur. Bunun temel nedenlerinden biri çocukluğunda yaşadığı çevrenin bu konuda çok zengin olmasından kaynaklanmaktır.
“Beşinci oğul, bir şairdir.” Batı’nın ruhunu sezer ve büyük şiirler tasarlar. Ancak Doğu- Batı ikilemi içinde kalır ve yanlış tercih yapar. Doğu kültüründen yoksun olan şair, çöllerde yitip kaybolmuştur. Altıncı oğul;
“Daha Batı kapılarında görünür görünmez
Alıştırdılar tatlı zehirli sulara
İçkiler içti…Geceyi gündüzle karıştırdı”
(Zamana Adanmış Sözler, s. 17-18)
Batı, tıpkı bir “kara yılan” gibi zehrini kusar. Altıncı oğul da her şeyi karıştırmaya başlar. “Bir gün karanlıklara karışır gider.” Bu yenilgi, babanın trajik sonunu hazırlar. Baba, bütün bu yenilgiler karşısında daha fazla dayanamaz ve acısından ölür. Şiirin son bölümü, şirin ismine çok uygun bir motifle devam eder. Çünkü masallarda küçük oğul büyür ve ‘hayırlı evlat’ olur. “Öç alır”, “babasına layık bir oğul” olur.
Yedinci oğul, Batı seferine çıkmadan önce “hayatın sırrına erer.” Bu sebeple O, “kılıcını kuşanmış mistik bir Doğuludur.” Bu yönüyle M.Akif’in “Asım”ıdır. Batı karşısında hakikati haykıran “ideal bir tiptir.” Bir uygarlık savaşçısıdır. “Köleliğin sömürmenin/ kör yüreğine ok atan/ inkârı öldüren/ insanı dirilten/ bir fecir eridir.” Yedinci oğul;
“Bir şafakta
Geceyi ışıklarla delerek/
Kılıçtan keskin ayetlerle/
-Batı’ya- gelir”
O, “Batı’yı değiştirecek, yenileyecek, diriltecektir.” Çünkü O, “bir muştu eridir.” Doğu uygarlığını yeniden diriltecektir. Batı’nın çıkmazlarına, yanlışlarına bütün hile ve oyunlarına karşı ‘sert bir kaya’ gibi göğüs gerer. Batı’nın insanı aldatan albenisine, sahte tebessümlerine bu ‘asil duruş’u ile karşı koyar. Onu değiştirmek isteyen Batılılara ‘manifesto’sunu haykırmaya başlar:
“Batılılar!
Bilmeden
Altı oğlunu yuttuğunuz
Bir babanın yedinci oğluyum ben
Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden
Babam öldü acılarından kardeşlerimin
Ruhunu üzmek istemem babamın
Gömün beni değiştirmeden
Doğulu olarak ölmek istiyorum ben.”
(Zamana Adanmış Sözler, s. 18-19)
Yedinci oğul, “Tanrıdan aldığı ilhamla bir çukur -mezar- kazar ve içine girer.” O, bu çukurdan çıkmaz bir daha. Uzun bir müddet sonra çukurdan “nurdan bir sütun yükselir göğe.” Batılılar, bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kalırlar. İşte bu sütun her şeyin özüdür. Bu sütun “diriliş”tir. Doğu’nun Batı’ya karşı yeniden dirilişidir. Bu sütun, “fethin zafer anıtıdır.”
Karakoç, şiirde biçimin dar kalıplarına takılmamıştır. Masal şiiri uzun soluklu bir şiirdir. Şiir, 122 mısra ve sekiz bentten oluşmuştur. Birinci bent girizgâh kabul edilirse diğer bentlerin her biri bir oğul için yazıldığı görülecektir. Şair, genel olarak şiirde şekil konusunda bağnaz bir tavır takınmaz. Biçimden çok öze önem verir. Şairin manayı ön planda tuttuğunu söylemek yanlış olmaz. Hece ile de şiir yazan şair, daha çok serbest ölçüyü tercih etmiştir.
“Masal”da tahkiyeli bir anlatımı tercih eden S. Karakoç, kendine has üslubuyla şiiri kaleme almıştır. Kelimeleri ve imgeleri yerli yerinde kullanmakta ustadır. Şair, gelenekten ve halk folklorundan yararlanmayı bilmiştir. Şiirini, İslâm kültür ve medeniyetinden aldığı birikimle zenginleştirmiştir. Şiirinde mistik çağrışımlara sık sık yer verir.
Şair, şiirin muayyen yerlerinde “Batı” , “oğul” ve “baba” kelimelerini “liet motif“ olarak kullanır. Bunu bir ahenk unsuru olarak kullandığını söyleyebiliriz. Şiirde uyakların dağınık olması hasebiyle şair aliterasyona başvurmuştur. Şiirin tamamında; “r” (218), “l” (185) ve “n” (247) kez kullanılmıştır. Ayrıca “a” ve “u” sesleriyle asonans oluşturulmuştur.
Yine mısra başlarında aynı kelime tekrarına yer vermiştir:
“Bir alınyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda
Bir de o talihini denemek istedi
Bir şafak vakti Batı’ya erdi”
(Zamana Adanmış Sözler, s. 18)
Şairin nazmı nesre yaklaştırdığı söylenebilir. Ancak hiçbir zaman şairanelikten geri durmamıştır.
Karakoç, şiirimizin önemli ve değerli kilometre taşlarından biri olmaya devam etmektedir. Onun “Zamana Adadığı Sözler” bizim ışığımız olacaktır.