Yolun Hafızası

27 Haziran 2011

Üzerindeki bunaimışlık hissi, kavuran güneşin etkisiyle iyice yapışıyor derine, bir parçan oluyor. Okumaya sondan başladığın gazete, sana katlanabilir bir karınca yuvası gibi geliyor. Yaz mevsimin­de gazetelerin orta kısımları otel reklamlarından geçilmiyor ve sen hiç sevmiyorsun bu gösterişli, tumturaklı, yarım, tam sayfa reklamları. Sayfaları çevirirken, bir köşede resimsiz, sayfanın en ucuna iliştirilmiş bir reklam fark ediyorsun koca karınca yuvasında. Aklında gezen kırk tilkiden birinin kuy­ruğu bir diğerine değiyor. Butik otel reklamını düzgünce yırtmayı beceremiyorsun. Reklamın yarısı sayfada kalıyor. Neyse ki işine yarayacak kısmı (adres ve telefon bilgileri) sende. Ardında bırakmak istediğin o kadar çok kişi var ki, yaşadığın karmaşık karınca yuvasından koparılıp alınan, gösterişsiz bir butik otel reklamı olmak istiyorsun.

27 Kasım 1982

Kevin aldığı uçak biletini komodinin üstüne koydu. Doğru ya da yanlış yapıp yapmadığını bilmiyor­du. Sadece yapacaktı. O ülkeye gidip dergi için doğa fotoğrafları çekecekti. Gitmek istemese de bu işi yapmak zorundaydı. Çünkü Montana’daki her iki uyuşturucu satıcısından birine borcu vardı. Yatağına uzandı. Kadrajın önündeki hayatlar, yapılar, binlerce yıllık doğal güzellikler Kevin için para demekti ve biraz da esrar. Deklanşöre basmak ve koca bir ömrü durdurmak o an, sonsuza kadar… Her flaş patlaması ciğerlerine çektiği esrarın yansımasıydı. Yatağından kalktı. Buzdolabına yöneldi. Ne zaman aldığını ya da kimin tarafından getirildiğini hatırlamadığı bir konyak şişesi gördü. Bar­dağa ihtiyaç duymadı, içkiyle arasına bardak giremezdi. Yatağına döndüğünde gözü uçak biletine takıldı. Son konyak damlaları da inerken boğazından küfretti bu işi aldığına. Bir sigara yaktı.

27 Mayıs 1646 “Bu vakitten sonra kapı çalınması pek hayra alamet değil.” Kapıyı açtığımda bir ulak bana Defter- zade Mehmed Paşa’dan haber getirdiğini söyledi. Paşa yanına çağırıyordu beni: Erzurum’a. Yarın erkenden yola çıkmalıyım. Ulağa bir kese altın verip yolladım. Gidip atımı ve gerekli erzakı hazır etmem gerek. Devam eden bu seyahatler silsilesi beni daha ne yerlere sürükleyecek acaba diye düşünmüyorum artık. Biliyorum, bana yoldaş gerekmez. Yol benim yoldaşım olmuş, sırdaşım, ar­kadaşım. Tuttuğum her yol bana başka fısıldar gördüklerini, yaşadıklarını. Bütün yollara uzar gider bir yerlere ve sırları, yaşanmışlıkları da götürürler beraber. Taş olsun, toprak olsun, patika olsun her yolun bir hafızası, yolcusuna anlatacağı anıları hatıraları vardır. Lambanın fitilini söndürürken aklım olmayacak hayallere dalıyor. Ilık bir bahar gecesinde yatakta dönüp duruyorum.

2 Kimsenin haberi yok gittiğinden. Sessizce ayrıldın evden. Otobüse bindiğinde öyle hafiflemiş his­setin ki kendini, sıcak bile ağır gelmedi o an sana. Başını cama dayadın. Yansıyan yüzünde, çizgi­lerini fark ettin bir ara, gözlerin doldu. Onlarca yol var yüzünde hangisinin nereye çıktığı meçhul. Yaşlı bir kadın oturdu yanına, çizgileri seninkilerden daha belirgin, daha derin.

Kevin, uçaklarda daha sert içkilerin bulunmamasından yakınıyordu. Meyve likörü içmekten usanmıştı. Bir bardak daha likör içse kusacaktı. Elinde, küçük bir otelin adresi vardı. Evirip çevirip anlamadığı kelimelere bakıyordu. Zaman, Kevin için kaburgalarına ağır ağır batan iğneler gibiydi. Yavaş yavaş, hızlı değil. Acı ve­riyordu Kevin’e. Uyumalıydı. Uyurken zaman çabuk geçerdi, duyulmazdı iğnelerin kemikleri delip geçmesi.

Bolu Dağı eteklerinde durdum, dinlenmek için. Kaç gün oldu evden çıkalı, hatırlamıyorum. Unutturuyor toprağın doğurganlığı, ılık güneş, serin dağ esintisi, çimen kokusu, yanı başımdan akan berrak dere… Zihnimi de yeniden doğuruyor toprak sanki. Sakalımı sıvazlayıp önüme bakıyorum, ufuk çizgisine, hiç bit­meyecekmiş gibi geliyor.

3 Nevşehir’deki butik otele yerleştin. Sıcağa inat soğuk suyla duş aldın. Sen çılgın bir okursun. Korkmuyorsun ya da döktün korkularını gelirken yolda bir bir. Odanın kapısı çalındı. Gelen oda servisiydi. Tepsiyle içeri giren adam otelin sahibiydi aynı zamanda. Sonradan öğrendiğine göre bir aile işletiyormuş burayı. Otel­den çıkarken, otelin kapısına iliştirilmiş bir ilan fark ediyorsun. “BULAŞIKÇI ARANIYOR” Aklına yepyeni bir hayat kurmak ve her şeyi unutmak için müthiş bir fikir geldi. Sen gerçekten çılgın bir okursun.

Uçaktan indiğinde, Nevşehir’e gitmek için bir de otobüse binmesi gerektiğini öğrenen Kevin iyi­ce sinirlenmişti. Kapadokya’ya vardığında başka sorun çıkmaması için dua etti. Adresteki küçük oteli çok aramış, sonunda bulmuştu. Bir günün neredeyse tamamını otelde uyuyarak geçirdi. Yabancıydı şimdi. Kimsenin tanımadığı bir fazla­lıktı bu ülkede. Kısa sürecek bir yetersizlik duy­gusu, kısa ama acı veren… Güzel fotoğraflar çekip, ülkesine geri dönmek istiyordu.

Bir köy kahvesinde durakladığım zaman, yor­gunluğumun omuzlarıma yüklenişini hissettim. Heybemde kalan son peynir parçaları ve biraz kuru ekmekle karnımı doyurduktan sonra köy meydanından erzak aldım. Dönüşte kendime okkalı bir kahve söyledim, iliklerimde biriken yorgunluğu alıp götürdü acı kahve. Kahvenin kırk yıl, yolun bir ömür hatırı vardır deyip ait olduğum yere yöneldim.

Atımdan indim ve sıra sıra önümde dizilen kavuklu taşlara şöyle bir baktım. Akşam güneşinin kızıllığında balondan seyrediyorsun peri bacalarını. Kevin çantasından çıkarmaya hazırlanıyordu fotoğraf makinesini. Kendimi bir padişah gibi hissediyorum, el pençe divan duruyor sanki taşlar. Ağlayan dertli, kederli anneni hatırlıyorsun peri bacalarında. Soğuk havada üşüyen Kevin’in ısınmak için konyağa ihtiyacı var. Oyuklara ev yapmış köylülere selam veriyorum. Balonla havada asılı kalmak istiyorsun hep. Konyak şişelerine benzetiyor Kevin peri bacalarını. Unutuyorum, yol hatırlatıyor yolumun uzun olduğunu. Kevin, çektiği fotoğraflardan ötürü mutluydu. Hayalindeki yeni hayat, senin için yeni başladı ve mutlusun çılgın okur. Benim gibi bir sey­yahı yolda olmaktan başka ne mutlu edebilir ki? Biz aynı mekânda iç içe geçmiş zaman dilimleri yaşıyoruz. Hep aynı ıstırabın pençesindeyiz. Hafızamızın zeminine ayak basanı unutmuyoruz. Biz, arkada bırakılanları, varılmak istenen yerleri, niyetleri biliriz fakat pek azını söyleriz, anlatırız. Kim gelip geçmişse üstümüzden, tozumuza bulanmışsa, aklımızda, sırlarıyla, mahremiyetiyle, dertleriyle, paylaştıklarıyla… Daha nice yolcular bekleriz aynı mekânda iç içe geçmiş zaman dilimlerinde.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

129. SAYI / HAZİRAN 2011 / Ay Vakti
Yolun Hafızası / Fatih Külahçı
Kırmızı M.A. N ve Babam / Ayla Coşkun Ceren
Suçlu Kim? / Duran Çetin
Seçim / Ay Vakti
Tümünü Göster