Boykotu Boykot Edebilmek…

“Boykot” sözcüğü, insanın iç âlemini daraltan bir kavram olarak dünyamızda yerini almaktadır. Belli bir amaca ulaşmak için bazen bir kişiyle, bazen bir toplulukla veya bir ülkeyle her türlü ilişkiyi kesme davranışı olarak tanımlanan bir sözcüktür. İnsanoğlunun bireysel ve toplumsal alanlarda yaptığı boykotlar, tarih sahnesinde her zaman varlık göstermiş; maalesef varlık göstermeye devam etmektedir. İnsanoğlu tarih boyunca merhametsizlik damgasıyla mühürlü boykotların kıskacında hayatı ve ölümü bir arada soluklamak zorunda bırakılmıştır.

Genel bir düşünce psikolojisi içerisinde “boykot” kavramı, bir terbiye formu olarak değerlendirilebilir. Hayat yolculuğunda bir kişinin kendini boykot ederek yanlış davranışlarından ya da kışkırtıcı içgüdülerinden uzak kalmaya çalışması, boykotun türlerinden biri olarak müşahede edilebilir. Bu tepkisel davranış bireye, topluma acı verdiği ve bireylerin temel hakları ihlal edildiği zaman zulüm olarak kendini göstermektedir. İçinde zulüm olan her eylem acımasızlıktır, insafsızlıktır.

İnsanlık tarihi ilk kez Kabil’in Yaradan’ına kurban vermeyi boykot etmesiyle boykot eylemine tanıklık etmiştir. İlk insandan günümüze kadar yapılan boykotlar farklı şekillerde varlığını göstermektedir. İnanmayanların inananların inanç sistemlerini yıkabilmek ve kendi iktidarlarının mutlak kabulünü sağlayabilmek için zayıf gördükleri kişi ya da toplumları inandıkları yoldan döndürebilmenin yöntemi olarak icat ettikleri bir baskı biçimidir.

Boykot ablukası altında yaşayan toplumlar, insanlık dışı muamelelere maruz kalarak zulmün birçok çeşidini bir arada yaşamışlardır. Günümüz dünyasında Filistin, Irak, Suriye, Çeçenistan, Afganistan, Burma, Doğu Türkistan gibi birçok yer, boykotun çilesini çekmektedir. Yaşanan zulüm, medya vasıtasıyla sergilenirken haberi medyadan alan insanların kalpleri birkaç saniye acı duysa da verdikleri tepki birkaç cümle dua etmekten öteye geçmemektedir. Hatta zulme tepki göstermek yerine duyarsızlaşma daha genel bir hâl olarak meydanlarda kendini göstermektedir.

Hz. Peygamber zamanında “Boykot Dönemi” olarak yaşanan zaman dilimi, insanın insanlıktan uzaklaşıp ne kadar vahşi bir hâle bürüneceğinin somut bir örneği olmuştur. O günün müşrikleri, Hz. Peygamber’in tebliğine mâni olabilmek, tevhit inancını yok edebilmek, Müslümanların sosyal ağlarını kesebilmek için bir antlaşma hazırlayıp, antlaşma metnini üç defa mühürleyerek Kabe’nin duvarına astılar. Hz. Peygamber ve Müslümanlar inançlarından tamamen vazgeçene kadar merhametsizlikte sınır tanımamaya kararlıydılar.

Antlaşmaya göre; Müslümanlar inançlarından vazgeçinceye kadar onlarla ticaret, alışveriş yapılmayacak, kız alınıp verilmeyecek, onların evlerine gidilmeyecek, akrabaları bile onlarla bir tek kelime dahi konuşmayacaktı. Hac mevsimi ve haram kabul edilen Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Recep aylarının dışında, Müslümanların ticari faaliyetlerde bulunmaları yasaklanmıştı. Sadece senenin dört ayında ticaret yapma izinleri vardı. Müşrikler, Müslümanlara verilen bu büyük imtiyazın (!) nasıl engelleneceği konusunda hemfikir olmuşlar, ticaret için izin verilen 4 ayda hemen fiyatları artırıyor, başka ülke ve şehirlerden ticaret için gelen kafilelerin mallarına yüksek fiyatlarla el koyarak Müslümanların alışveriş yapmalarına da engel oluyorlardı.

O günün aktivistlerinden Hişam bin Amr bin Haris bu boykota tepki göstermiş, hatta boykot altındaki Müslümanlara erzak getirerek, aç kalmalarına göz yummayacak kadar insani bir davranış ortaya koymuştu. İnsanlar inançları sebebiyle boykot ediliyorlardı. Bu menfur eylem zulümde sınır tanımayan her çeşidiyle tarihte yerini alıyordu. Tam üç sene açlık, susuzluk, sohbetsizlik, sevgisizlik, insansızlık ve insafsızlık en zirvede yaşanmıştı. Her fani eylem gibi boykot eylemi de fani olmuş, yerini ümit çiçeklerine, mutluluk rüzgarlarına bırakmıştı. Müslümanlar yeni, ümitli günlere uyanır olmuşlardı.

1500 sene önce yaşanmış olan boykot insanın içini, gönlünü nasıl da içten içe buruyor, yıkıyor ve acıtıyor. Geçmişte yaşanan boykotlar, günümüz Müslüman coğrafyasında yaşanan boykotlara sabır edebilmek, ümit çiçeklerini açtırabilmek için yollar gösteriyor, bakış açısı oluşturuyor. Geçmişin ve bugünün boykotlarının amacını, zulmünü tartışırken, bütün boykotları boykot etmek isterken Müslümanlar daha ağır bir boykotla karşı karşıya gelmiş durumdalar.

Artık dünün ve bugünün boykotlarının “Elhamdülillah” denilecek bir tarafı olduğu bile düşünülmeye başlandı. Haber kanallarının bildirdiği yeni boykot türü, insanlık tarihinin içini burkacak nitelikteydi. Bu yeni boykot türü, “İnananların İnananlara Boykotu” olarak tarih sahnesinde yerini almıştı. İnanmayanların talebi doğrultusunda Müslüman ülkeler birleşip Müslüman kardeşleri olan bir ülkeye boykot ilan ediyorlardı. Dünya sahnesinde modern bir boykot eylemi müşahede ediliyordu. Boykot edilen Müslüman ülkeye havaalanları kapatılıyor, ticaret ilişkileri kesiliyor, evli olanlar ya eşlerinin yanına gönderiliyor ya da vatandaşlıktan çıkarılıyor, kan dökülmeden abluka büyütülüp boykot edilen Müslüman ülke dünyanın gözleri önünde can çekişmeye mahkûm ediliyordu.

Müminlerin birbirlerine uyguladığı boykot, yüreklerin içten içe içlerini Hz. Peygamber’e dökme ihtiyacını beraberinde getirmişti. “Ya Rasulallah, sizin yaşadığınız dönemde ve günümüzde İslam coğrafyasında yaşanan boykotlar yüreklerimizi burksa da, içimizi yangın yerine çevirse de, zaman bile mekana hapsolmuş bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlasa da Müslüman ülkelerin bir Müslüman ülkeye yaptığı boykot bütün yaşananlardan daha fazla yürekleri dağlamakta, gönülleri yıkmakta, zihinleri tarumar etmektedir. Önceleri yaşanan boykotların içinde zulüm dolu kareler vicdanlarımıza ağır gelse de bugün boykotun zulmünden çok Müslümanın Müslümanı boykot etmesi zihnin imanını, gönlün muhabbetini yaralıyor. Boykotlar bile kendi içerisinde ayrıldı. Daha önce dünya insanı inanmayanların inananlara olan boykotunu biliyordu. Şimdilerde inananların inananlara, aynı inancı taşıyanların birbirlerine boykotu dünya sahnesinde rol oynamakta. Sanki Cemel Savaşı’nı bir daha yaşadık, hem de daha büyük bir zulümle.

Ya Rasulallah, siz dememiş miydiniz, “Birbirlerine acımakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte, mü’minlerin bir vücut gibi olduklarını görürsün!.. (Bu vücûdun) bir uzvu muzdarip olduğu takdirde diğer kısımları da uykuyu kaybedip ateşler içinde onun ıstırabını duyarlar.” Biz, müminler bir vücut gibi değil miyiz artık? Parçalarımızı seküler dünya mı birbirinden kopardı yoksa biz dünyevileşme uğruna imani olan her değerimizi kaybetmeyi göze mi aldık? İmanından önce iman ahlakı olan müminler nereye gittiler? Ve dahi bizler parçalanmayan, birbirinden ayrılmayan müminler olabilmek için çok mu geç kaldık?

Ya Rasulallah, sizi bütün gönlümün her zerresiyle özlemiş biri olarak; bütün boykotların boykot edilmesi, insanlığın insan olmayı hatırlaması, birbirini sevmedikçe cennete gidemeyeceğini bilen bilinçli müminlerin çoğalması niyazıyla Allah’ın salat ve selamı üzerinize olsun diyorum…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -90 / Şiraze
Muhkem Olan / Ay Vakti
İstila ve İmtina / Şeref Akbaba
Bekliyorsun / Nurettin Durman
Balıklar Bu Yüzden Kalabalıklar / Nurullah Genç
Tümünü Göster