Otuz Yağlı Kurşun

Yağmurlar yağmaz oldu Allahım. içimde derinlerde bir yanma. Temmuz yoğun, bunaltan nemiyle yakıyor, kavu­ruyor.

Gönder Allahım… Yağmurlarını gönder, içimiz ferahlasın. Çatlayan toprağa, kuruyan otlara, kavrulan şehirlere, simsiyah kesilmiş asfaltlara, serin serin gönder Allahım yağmurlarını.

Dualar Arşı Âlâya yükseldiğinde… Güneş dürüldüğünde…

Yıldızlar bir bir döküldüğünde avuçlarıma, yanan bağrı­ma…

Aydınlık yüzlü bir ay müjde gibi yükseldiğinde karanlığa doğru…

içim daralıyor Allahım… Yüreğim yanıyor Allahım…

Gönder kuşlarını, gönder muştu yüklü seherlerini Allahım…

O zaman mıydı? Yüreğim dara düştüğünde miydi? Gözlerim yanıyordu. Avuçlarım terliyordu. ‘Babam yiğidim seni rüyamda gördüm, ben nöbete gidiyorum dedin.’ Ah babam. Avuçları nasırlı, ah yüreği gurbet babam.

Sevin babam, dün çektiğim kredi ile evimizi yapacağız köye. Senin yanık yüzünde sönmüş yıldızlar gibi bakan o kül rengi gözlerini güldüreceğim babam.

Ah babam ellerim neden terliyor bu Temmuz akşamı. Neden uçmuyor kuşlar ve neden esmiyor o çılgın yel.

içimde garip bir yalnızlık. Fırtına öncesi bir sessizlik kapla­mış gibi her yeri.

Elifnur’um, güzel kızım niye düşütün ki aklıma. Nasıl da güzel büyüdün serpildin. Senin güzel günlerini göreceğiz güzel kızım. Ertuğrul’um… Atamın ismi diye koydum adını. O’nun gibi yiğit olasın diye dualar etmekteyim… Yarınlar bizimdir yiğit oğlum, güzel kızım bekleyin geliyo­rum… Siz hep bekleyin…

Helalim sevgili eşim, yoldaşım, sırdaşım. Sabırla, duayla katlandın benim yokluklarıma, yalnızlıklara, tüm yaralan­mış günlere katlandın yıllardır… Ama sabret az kaldı… Bekle yârim sen de bekle…

Yer kayıyor ayaklarımdan. Bir garip hava kuşatıp sarıyor her yanımı. Neden dönüyor başım.

Neden yıldızlar böylesine yakın sanki tutacakmışım gibi. Ve neden böylesine bungun bir yalnızlık kap­lıyor geceyi… Sıcak, yapış yapış, hain kusmuklarıyla kirlenen gece aydınlanır mı ve doğar mı güneş.

Allahım doğar mı güneş. Seferler yakın mı aydınlık günlere… Allahım içim içime sığmıyor Allahım! Üşüyorum, yanıyorum, akıyorum… Akıyorum Allahım beni de al yanı­na…

Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Rasulallah!

Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Habiballah!

Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Nûre Arşillah!

Yanık hüzünlü bir sala yalayıp geçiyor yeryüzünü. Tanklardan, F16lardan, köprü başlarından kahpe kurşunlar yağmur gibi akar­ken… Yeryünün bütün masumları dökülüyor yollara. Yollar tutulmuş. Zapdedilmiş köprüler. Hainler pusu kurmuşlar gece karanlığında, gece­den de kara yürekleriyle. Hainler, kahpeler, kendi silahıyla halkına kurşun sıkıyor, zapdetmişler her yeri.

Ömer’i gördüm ya düşümde. Çimen yeşili gözlerinin rengi cen­net yeşiline dönmüştü, gülüyordu. ‘Baba ben nöbete gidiyorum.’ Ah! Ömer bu salalar yüreğimi dağladı oğul. Sen şimdi nerelerdesin? Ah nerelerdesin? Görür müyüm sıcak gözlerini, aslanlar gibi sarılır mıyım sana… Ah bir kere daha sarılır mıyım? Neredesin Ömerim? Senin hasretin hep yüreğimi dağladı. Sen hep bana hasrettin Ömerim. Kaç gece çamaşırlarını koklayarak uyudu anan. Ah Ömerim bu dağ­lar bu Çukurkuyu bilir seni. Senin yiğitliğini bilir Ömerim. Aç kaldık, açıkta kaldık ama hep namuslu ve mert kaldık.

Senin çimen rengi gözlerin gelir aklıma dağlara bakarken. Ovalar gibi yüreğim genişler, bir yiğidim var diye. Ey hasret olan yavrum. Uykularım bölük pörçük yıllardır. Gurbetlerine yaslarım yüreğimi, sesini duyarım kuşlar uçar gönlü­mün tenhalarına. Sesini duyarım ananın gözlerinden ığıl ığıl yaşlar akar.

Sesini duyarım ayaklarım yerden kesilir, gururlanırım. Gönenir içim. Seni sorarlar cami avlusunda, çar­dak başında, o küçük kahvehanede. Sıcak buğulu çayların gölgesinde yüzün, cesur gözlerin gelir aklıma. Ömer derim, Ömer bir komutan. Öyle bir komutan ki; dağlar gibi ovalar gibi, güneşler gibi doğuyor gecelerime…

Ömerim, yağız delikanlım… Ömerim yüreğime merhamet ırmakları akar gözlerinden geceler boyu. Ah! Ömerim Ah!

“Evladım oranın namusu sensin, makamı teslim etme, geliyorum.”

Komutanım ellerim yanıyor Komutanım, Bırak gelsinler, gelsinler kalleşler. Yüreğim gece karanlığına akan salalarla çelik gibi oldu. Demirden pençelerle bekliyorum, zırh­lanmış dualarla bekliyorum… Kurşun geçirmez bir yürek serdim yollarına… Gelsinler leş kargaları. Bir bir sökeceğim yıldızlarını, bir bir dizeceğim kurşunlan alınlarının tam ortasına. Emrin başım üstüne komutanım. Gelsinler it sürüleri, hainler. Gelsinler ve görsünler…

Tam da o sırada geliyor haberler. Tankların, kurşunların üzerine üzerine yürüyen halkımın güzel haberleri. Çıplak bedenleri ve çıplak elleriyle direnen o şanlı, o güzel halkım durmaksızın koşuyor kahpenin üzerine.

Doğacak güneş biliyorum, aydınlık bir sabah serinliğiyle ebabiller uçacaklar hep gökyüzünde. Bedrin aslanları vardı hani. Yiğitler, bedenleri çöl sıcaklarına belenen o ince, o çelimsiz yiğitler. Sonra okçular tepesi. Ah garip kalan okçular tepesi. Şimdi yanan kaldırımlarda, cehenneme dönmüş caddelerde çıplak ayaklarıyla, çıplak bedenleriyle bir halk var şehadet koşusuna çıkmış gibi. Bedrin aslan­larına eş bir halk dökülmüş yollara. Yıldızlar avuçlarında, koparıp almışlar rütbeleri bir bir kalleşlerin omuzlarından. Dipçik darbeleriyle hırpalanan körpe delikanlılar, göğüsle­rini nasıl da siper etmişler hep gece karanlığında yağmur gibi, dolu gibi delip geçen mermilere.

Hayyelelfelaaaaaaaaaaaaaaaaah.. Hayyelelfelaaaaaaaaaaaaaaaaah.. Hayyelelfelaaaaaaaaaaaaaaaaah..

“Bu ülkede, bu milletten daha büyük gücü olan yok. Ben şu anda milletimi meydanlara davet ediyorum”. Komutanım sesleniyor. Bir cennet çağlayanı gibi akıyor sesi… Zapdedilmiş ekranlardan eviçlerine, meydanlara, bulvarlara. Ayağında pijaması, terliği, güllü fistanı, başında yemenisi, askılı tişörtü, çıplak bedenleriyle buluşuyorlar caddelerde, camilerde, karakollarda destanlar yazılmış bulvarlarda o şanlı meydanlarda.

15 Temmuz gecesi. Kara aydınlık serin dumanlı sıcak terli yakan kanlı dost nemli esenlik yüklü cennet kokulu kurşun ağırlığıyla çöken bir gece…

Tam alnının ortasına gönderiyorum kurşunu. Tam da kahpe, tiksinti uyandıran o melun yüze gönderiyorum. Hainlerden temizlenecek bu vatan toprakları biliyorum. Baba, o kasketini eğip de bakma bana öyle. Baba senin gri temiz gözlerinden benim yaralı bedenime, otuz kurşun yemiş bedenime akan bakışların ağlamasın. Ağlamasın baba. Elifnur’um, güzel kızım… Körpe yavrum otuz kur­şun nedir ki… Vatan sağolsun. Siz sağolun. Yiğit oğlum sen de eğme başını, sıkma öyle kendini, dök gözyaşlarını, dök ve rahatla… Bacım benim başını eğip öyle mahzun durma, akıt pınarlarını, tuzlu sıcak… Savrulsun, vurulsun güvercinler, aksın şerha şerha kanım…

Dursun zaman. Helalim son defa çevir gözlerini gözleri­me Firdevsler bizi bekler. Delsin yağlı kurşunlar bağrımı ağlama. Dağıt kederlerini, dök dertlerini Çukurkuyu’nun sessiz akan ırmaklarına. Sarıl yavrularıma, ana ol sıcacık. Ve eğme başını, yiğidin yürüyor şimdi yürüyor kahpe­nin zalimin üzerine. Çanakkale oluyor yanmış asfaltlar, Dumlupınar oluyor bulvarlar… Bedir, Uhud, ah o dağlar ah o yüreğime ağır gelen dağlar varya ben o dağları aşan bir yoldayım.

Vurulmuşum, diriyim, akıyorum, durmaksızın akıyorum, inşirahlar boşalıyor boğazımdan aşağılara, soğuk soğuk terliyorum. Ah ebabiller geliyor, serin, asude bir bahar kokusu öylece akıyor parçalanmış bağrımdan, gül koku- larıyla… Sonra ah sonra Çukurkuyu’nun dağ çiçekleri var hep üzerimde… Akıyorum durmaksızın…

Onurluca, dirilişe öylece akıyorum ey halkım. Hadi silin gözyaşlarınızı… Haydi, bayram vaktidir… Haydi, salalar aksın şehr-i istanbul’un ve dâhi Ankara’nın, Erzurum’un, Van’ın, Edirne’nin üzerine… Haydin buluşalım yarınların esenliğinde… Otuz yağlı kurşun aktı bedenime, otuz diriliş kuşu uçtu göklere…

Ey halkım! Otuz kurşun… Otuz diriliş sancısı gibi aktı bedenim­den bunu böyle bilin ve ağlamayın artık…

“ŞEHADET EMRİ: işte o andan itibaren yaşananları Zekai Paşa gözyaşları içinde şöyle anlattı: “Başçavuş Ömer Halisdemir’i ara­dım, Ömer benim koruma astsuba- yımdır. Ömer’e, “Sana, vatanımız ve milletimiz adına tarihi bir görev veriyorum. Tuğgeneral Terzi vatan hainidir, isyancıdır. Onu, karargâha girmeden öldür! Bunun sonunda şahadet var. Biliyorsun seninle 20 yıllık beraberliğimiz var. Hakkını helal et” dedim.

EMREDERSİNİZ KOMUTANIM: Ömer Başçavuş, sonu ölüme varan emir üzerine vakur bir sesle Zekai Paşa’ya hitaben, “Baş üstüne komutanım, hakkım helal olsun. Siz de helal edin” dedi.”

CUNTA KARARGÂHA GİREMEDİ: Bu sırada darbeci General Terzi heli­kopter pistinden karargâha yürü­yordu. 10 kişilik koruma ekibi etra- fındaydı. Tam karargâh binasının girişinde ÖKK Koruma Astsubayı Başçavuş Ömer Halisdemir tarafın­dan durduruldu.

Terzi ve korumaları “Karargâha giremezsiniz. Zekai Paşa’nın emri” demeye kalmadan kendisi etkisiz hale getirmeye çalışan özel time rağmen namlusuna mermiyi sürdü­ğü tabancasını çekti darbeci Terzi’yi alnından vurdu. Halisdemir ise 10 koruma tarafından ateş edilerek, başına ve vücuduna isabet eden 30 kurşunla şehit düştü.”

Öylecö > akıyorum ‘ey Halkım! Sana… Vatanıma… Özgürlüğe…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

164. Sayı / Eylül-Ekim 2016 / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -87 / Şiraze
Bir Millet Uyarıyor / Şeref Akbaba
Aylardan Temmuz / Nurettin Durman
Temmuz Ateşi / Mustafa Özçelik
Tümünü Göster