Önceleri Bağ Bozardık Şimdi Anadolu’yu

Erkilet güzeli bağlar bozuyor,
Kirpikleri kalem olmuş yazıyor…

Ey hozan olmuş Anadolu’nun garip bağları; üstüne türküler yakılan endamı ömre değer güzeller nerdesiniz? Üzümler kaplumbağalara, elmalar kurda kuşa teslim. Nerdesiniz örgülü saçları, elma yanakları, kınalı elleriyle ceylan gibi salınan, türkü yakıp bağ bozan köy güzelleri? Şimdi o nazenin bağlar harap, hoyrat rüzgârlara bırakmışlar kendilerini. Türlü motifler çizilmiş küçük merkep arabalarıyla taşınan üzümler, pekmez olmayı özlemiş. Küçük köy karpuzları cömert avuçlarınızda sunulmayı, toprak testiler ayrana, suya kanmayı, ekmek peynire banılmayı özlemiş. Ne oldu Anadolu’m, her köyün ölümü bekleyen üç beş ihtiyara kalmış. Toprak damlı sıcacık samimi evler cenazeden cenazeye adam görür, tanır olmuş. Şirin camilerinde geceleri alevi mihrabı aydınlatarak yanan teneke soba söneli çok olmuş. Kapılara vurulan koca koca kilitler pasa teslim. Kayseri garasını kızıl üzüme katma, keten göğnekler dursun diyen sesler susmuş.

Türkmen’in güzeli kınalı satılır
Gem vurulmaz taylar sıraya çatılır
Güzel yaban elde, nazıyla yatılır.
Düğünün şenliktir yiğit Anadolu 

Üstüne türküler yakılan endamı ömre değer güzelleri nerdesiniz?  Kayseri garasını, keten göğneği, imir üzümünden ayırt edebilir misiniz? Anadolu’da bir şenlikti bağ bozumu. Asma yapraklarının toprakla vuslatı kutlanırdı sanki. Yaz kendini usul usul çekerken bağların arasından, toprakta acımasız sonbahar hüznü belirirdi. Tatlı bir telaş alırdı Anadolu’nun tozlu güz yollarını. Beklenen sıla biterdi. Yemyeşil yapraklar sararıp, üzümlerin kimi yeşil, kimi kızıl, kimi gönül yakan siyah bir bakış gibi görücüsünü beklerdi.  Hüzün giyinip toprak rengine çalan yapraklar aslında aşığın maşuğun boyasıyla boyanmasıydı. Ocaklar kurulur, bakır leğenlere üzümler süzülür, muhabbet ateşi, şıra yürekleri beslerdi. Tüm köyü ev ev tatlı bir pekmez kokusu sarardı. Yüzlerdeki o esmer duru tatlılık belki de üzüm şırasındandı. Pekmezden en çok arılar nasiplenirdi, en çok işini onlar bilirdi sanki. Bir de pantolonsuz kirli çocuklar…

Rüzgâr tarar başak sarısı saçları
Minare ve ezandır başının taçları
Heybesi kokulu, çiğdem yamaçları
Yaşlı gözlerinde çağlar Anadolu 

Ne oldu Anadolu? Neden bıraktın kendini bu kadar? Yalancı kış güneşine kanıp da açılan aceleci badem çiçekleri gibi don mu yedin! Çorak damlı, taş duvarlı şen evlerinde niçin bu yas sessizliği? Nerde ev sahipliği yapacak delikanlılar, deli kızlar? Sarmayacak mı artık avluları ekmek kokusu, komşu çocuklar ellerinde yumurtalar, peynirler yüzü muhabbet dolu ninelere, yapıklı teyzelere bana da çörek diyemeyecek mi? Şenlenmeyecek mi eski harmanlar, düven dönmeyecek mi, giden gelmeyecek mi şimdi! Niçin bu vefasızlık sanki harp mi var Anadolu! Önceleri bağ bozardık şimdi Anadolu’yu…

Köroğlu atına eğer vur özünü
Başıyla bir tutar yiğidin sözünü
Toprağı, ateşi ve aşkın közünü
Avcunda can gibi tutar Anadolu

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Bir Mektup / Ay Vakti
Söz / Şeref Akbaba
Buluşmasız Ayrılıklar / Necmettin Evci
Bir Salâdır Eylül Mevsimlere / Selami Şimşek
Çin Seddi’nin Bittiği Akşam / Naz
Tümünü Göster