Aşk Medeniyetinin Yetiştirdikleri

Biz, “aşk peygamberi”nin  “aşk medeniyeti”ne âşık bir millettik. Gerçek aşkı ondan öğrenmiştik.” En sevgili”, aşkla sevmişti maşukunu. Sevdaya “kara” çalmadan sevmişti o. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere “ ak sevda” yı öğretmişti o.

En sevgilinin aşk öğretisiyle yüreklerini aşkla dolduran milletimiz, O’na olan sevgisini erkek çocuklarına “Mehmet”, “Ahmet”, “Mahmut”, “Muhammed”, “Mustafa” isimlerini; kız çocuklarına ise yine o sevgilinin kokusunu ve cemalini temsil eden “Gül”le ilgili isimler vererek göstermişti. Çünkü bizim inancımıza göre “Muhammed, muhabbetti, muhabbet ise müebbetti.”

Milletimiz, hakiki aşkla büyüttüğü alperenleriyle, “gönül fatihleri” ile yedi iklim,cihanda ve üç kıtada sevgisizlikten çöl olmuş gönüllere “aşk tohumları” ekmişti. O büyük aşkla önce yürekleri fethedip “ gönül devletini” kurmuştu.

“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl/ Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?” diyen âşıklar yetişmişti. O muhabbetle “Âşık Yunuslar”, “Mevlanalar”, “Hacı Bektaşi Veliler”, “ Aşık Veyseller” Anadolu toprağını “aşk boyası” ile süslemişlerdi. O büyük aşklardan ilham alan milletimiz, nice temiz ve yanık aşklara “ türküler yakmış” idi. O temiz ve derin aşkla Fuzuli, Baki, Nabi, Süleyman Çelebi, Şeyh Galib, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Arif Nihat, Sezai Karakoç gibi büyük şairler yetişmişti. O büyük aşkla tevhide şahitlik eden Selimiyeleri inşa eden Mimar Sinan gibi sanatçılar yetişmişti. Kâinat kitabını yalnız “ o kitabı” anlamak için aşkla okuyan, İmam-ı Azam, Akşemseddin, Molla Gürani, İbni Sina, Piri Reis gibi büyük âlimler yetişmişti. O büyük aşkla Alparslan, Sultan Fatih, Yavuz, Kanuni gibi birçok adalet, hikmet ve feraset sahibi devlet adamları yetişmişti. O büyük muhabbetle dolup taşan edebiyatımız soylu ve ölümsüz aşk hikâyesiyle doluydu: Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Yusuf ile Züleyha, Gül ile Bülbül… Itriler, Dede Efendiler, Hacı Arif Beyler, Asım Yesariler, Saadettin Kaynaklar, o eşsiz besteleriyle hep “o aşk”ı, “ o şarkı”yı terennüm etmişlerdi. Kısaca biz, yedi iklime tevhit mührünü aşkla vuran millettik.

Biz, “ Her ne var âlemde aşk imiş/ Gerisi kıl ü kal ( dedikodu) imiş” diyen aşk ehlinin mirasçılarıydık.

Biz: “ Aşk nedir?” sualine “ Ol da bil.” diyen Mevlanaların torunlarıydık.

Biz, aşkla ürpermeyen yürek sahiplerinin aşk dergâhlarına kabul edilmediği bir aşk medeniyetinin yetiştirdikleriydik.

Biz, “ Gül desenli elbisendeki dikenin gölgesinin seni inciteceğinden korkarım ey sevgili!” diyen şairlerin yaşadığı coğrafyayı vatan bilen bir nesildik.

Biz,  “ Lambada titreyen alev üşüyor/ Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.” diyen şairlerimizin gönül tellerine vurgun bir millettik.

Biz, “Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum.” diyen büyük aşk şairlerinin şiirlerini terennüm ederek büyüyen çocuklardık.

Biz; ak çağın keşfi için kutlu seferleri başlatan bir milletin kadim aşklarını yanık türküleriyle, masallarıyla, mesnevileriyle, hikâyeleriyle, şarkılarıyla dinleyen ve yüreğini aşkla büyüten bir nesildik.

Biz; mis kokulu aşk mektuplarını turnalarla gönderen gizli âşıkların sırrına ermek isteyen gençlerdik.

Biz, Hızır nefesiyle “ aşk ateşi” yakan erenlerin torunlarıydık.

Biz, birbirini Allah için seven ve sevmeyi ibadet bilenlerin çocuklarıydık.

Biz, dokuduğu halı ve kilimini aşkla nakış nakış işleyen; Mehmetçik’in cihatta kullanacağı kılıcı, besmeleyle akıttığı alın terini mübarek gözyaşıyla karıştırıp aşkla döven ve demire vururken çekicin çıkardığı sesleri “ aşk akordu” ile zikre dönüştüren bir kültürün mirasçılarıydık.

Biz; vuslatın uğultusu, güzelliğin çağıltısı eşliğinde erlerine yanık yanık türküler yakan; Yemen’de, Çanakkale’de, Galiçya’da şehit olan nişanlılarına “şehadet türküleri” besteleyen asil yürekli kızların kardeşleriydik. “Canların canı uğruna can vermeyi” aşk bilenlerin çocuklarıydık.

Biz; gerçek sevgiyi her 14 Şubat’ta adına “ Sevgililer Günü” kutlanan Romalı “ Aziz Valentin”den değil, “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü.” diyen Yunus Emrelerden ve her duyduğumuzda gönül tellerimizi sarsan aşk hikâyelerimizden öğrenmiştik.

Biz; anne sevgisini ve kutsallığını adına “ Anneler Günü” ihdas edilen Batılı Florance Nightingale’den değil “ Cennet, anaların ayakları altındadır.” diyen aşk peygamberinden ve onun muhabbetiyle yanan anne aşığı Veysel Karani’lerden öğrenmiştik.

Ne zaman? Gençleri sanal ve sahte sevgi ve arkadaşlıklar peşinde koşturan, rüyalarımızı çalan, aşklarımızı kirleten, yüreklerimizi kurutan televizyon, bilgisayar ve cep telefonları hayatımıza böyle şuursuzca girmeden önce…

Siz, can pahasına sevmeyi bilir misiniz? Siz, Zühre’ye âşık Tahir’in “ üç kıtalık türkü” sünü hiç duydunuz ya da okudunuz mu?

Sevgiyi Hristiyanlık dünyasındaki adı “ Aziz Valentin Günü” olup Türkçeye  “Sevgililer Günü” olarak tercüme edilen bir güne indirgemeyelim. Sevdim mi “adam gibi” sevelim.

Aşkı “ bedeni hazza” indirgeyen, aşkın değerlerini örseleyen, “ Sevgililer Günü” nü bile “tüketim çılgınlığı” na alet eden vahşi kapitalizmden değil; hakiki aşkı, aşk medeniyetinden ve kâinatı aşkla okuyan kültürümüzden öğrenelim.

“ Kutlu bir aşk önünde çağ, selama dursun.
Çölleşen yüreğimiz, sabır ve umutla dolsun.
Gerçek hayat, en güzel aşk ve şiir olsun!”

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Zamanın Bahar Rengi / Şule Yüksel Gökyar
Yeni Bir Çağa Çağıran Şair / A.Vahap Akbaş
Yağmur ve Yaprak / Selami Şimşek
Tükeniş İçinde Düşünmeyi Keşfetmek / Necmettin Evci
Sokaklarda Mızıka Çalan Çocuk / Yunus Emre Tozal
Tümünü Göster