Sezai Karakoç Diriliş Neslinin Âmentüsü adlı kitabına şu cümleler ile başlar: “Kendimin bir diriliş eri olduğuna inanıyorum, bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendimin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olmam gerektiğine inanıyorum.” İleride bu cümlelerine şunu ekler: “Ruh sürekli olarak Allah’ı bilme, Allah huzurunda olma savaşı içinde olacaktır.” Ruhun bilme ve huzura varma uğraşı birtakım alanlarla ilişkisini beraberinde getirir.
“Ruh topyekûn bu varlık, derece ve bölgelerin hepsinden gelen yardım veya engel oluş gibi etki veya baskılarla çevrilidir.” (s. 20-21). Buradan da anlaşılacağı gibi ruh bütün varlık alanları ile ilişki içindedir. Ruh; Rahmanî, Nuranî, Nefsanî, Şeytanî alakalar ağıyla çevrilidir. Bu alakalar içinde ruh, Sırat-ı Müstakim’in dışında kalan alakalardan uzak durma gayretindedir.
Yazar, Antik çağ filozoflarından Doğu din kurucularına oradan yeni çağın bazı filozoflarına kadar üretilen “bütün hakikat parçacıklarını” İslam; inanç, düşünce, davranış ve duyuş esaslarına dâhil eder. Öyle anlıyoruz ki sözü edilen dengeli ruh hali “hakikat parçacıkları”nı tespit noktasında sınırları belirler. Ruhun ve maddenin, dışın ve için, toplumun ve kişinin hakkını verme pren-sibine sımsıkı sarılmak… Ruhun hakkının verebilmek: “ruh ve varlık alanı” daire-sini tanımak, anlamakla ve son olarak yaşamakla gerçekleştirilen bir eylemdir. Burada “zihnin hakkı, düşüncenin hakkı” tamlaması da uzun uzadıya düşünülmesi gereken kavramlardan biridir. Görüntüden ve veriden beslenen bir zihin mi? Bilgi yığını altında formunu kaybeden kullanışsız, silik bir zihin mi? “Ruh ve varlık alanı” dairesi gibi kendine bir sistem oluşturabilmiş orga-nize, taktik ve stratejik bir zihin mi?
Akıl kalp dengesi, koordinasyonu, bağlantısı ve sınırları… Hangi durumda, hangi zamanda ve hangi zeminde; hangi kefe ağır gelecek, hangi alanlar kesişecek, ayrışacak? (Eylem ve eylemsizliği, denge kurabilmeyi burada tekrar hatırlatmak ger-ekir belki.) Geçmişten günümüze oluş ve yok oluş içinde akıbeti ebediyete, hiçe, yokluğa bağlamak için daima bir eşlenik aramamış mıdır insan? Öyle görülüyor ki Karakoç, çizdiği tabloda bu arayışı somut hale getirmiştir.
Şair, ruh ve varlık alanları ilişkisini anlatırken sanatın bu alanlara içerisinde nerede olması gerektiğini vurgular. Ona göre: düşünce ve sanat, (ben)i, eşyayı, tarihi çevreleyip öbür yaratılış hallerine akan ebediyet çerçeve-sidir. O zaman sanatı, daireler arasında dönen sonunda ebediyete ulaşan bir olgu olarak mı algılamalıyız? O, sadece mücer-ret hakikati araştırmakla yetinmez, tarih sırlarını kurcalarken peşin hükümlerden ve kalıp yargılardan kaçınır Karakoç. Doğuyu ve batıyı değerlendirirken aynı dengeli ruh hali içindedir. Bu daireler, alakalar, döngüler içinde keşfedilmeyi bekleyen nice anlamlar var şüphesiz.
Kaynakça
Sezai Karakoç,, Diriliş Neslinin Âmentüsü, Diriliş Yayınları, 86. Baskı, s. 18-23 (Şekiller, kitapta bulunan üçüncü denemeden hareketle tasarlanmıştır.)