Bir zamanlar Arap gramerinin ustalarından olan bir dilci varmış. Güneşe karşı olan rahatsızlığı nedeniyle gözlerini kısarak bakarmış. Bu hastalığın adı da “ahfeş” olduğu için dilcinin lakabı zamanla isminin yerini almış.
Ahfeş’in yaşadığı muhitte gramere karşı ilgisi olan çok az kişi varmış. Derslere devam eden üç beş öğrenci de zamanla gelmez olmuş. Ahfeş, hem yaptığı öğretmenliğin, hem de devletten aldığı paranın hakkını vermek için, öğrencisiz sınıfta ders anlatmaya başlamış. Dinleyen biri olduğu zaman dersin daha zevkli geçeceğini düşünerek, zamanla keçisini de derslere getirir olmuş. Ahfeş, konuyu anlattıktan sonra “anladın mı?” diye soruyormuş. Tabi bu arada keçisinin boynuna bağladığı ipi de çekiyormuş. O ipi çektikçe, keçi de ister istemez başını sallıyormuş. Böylece Ahfeş, konuyu anlaşıldı kabul edip, bir sonrakine geçiyormuş…
Bu dersler uzun süre devam etmiş. Artık keçi de şartlı refleks ile koşullandığı için, Ahfeş’in “anladın mı?” manasına gelen sözünü duyunca başını sallar olmuş. Ahfeş, dilin inceliklerini öğretecek birilerini bulamayınca, yıllarca bu şekilde devam etmiş derslere. Bunu kendine bir görev addetmiş. Kısacası o kendini tatmin edecek bir nokta bulmuş…
Peki ya biz? Öncelerden büyüklerimizin yaptığı sohbetler olurdu. Buralarda edebiyattan siyasete, spordan ekonomiye varıncaya kadar, çeşitli konulardan bahisler konuşulurdu. Bizler de büyüklerimizin tecrübelerinden istifade eder, sezemediğimiz incelikleri onlar sayesinde kavrardık. Bu mekanlar bir nevi Tanzimat sanatçılarının yetiştiği konaklar gibiydi; biz de birer adaydık. Şimdilerde ise böyle ortamlara rağbet azaldı; hatta “nesli tükenmeye yüz tuttu.” Sebebi ne mi? Pop ya da rak müzik sanatçılarının konserleri dururken, yerli veya yabancı futbol takımlarının maçlarını seyretmek varken, böyle edebî, ahlakî sohbetlerin yapıldığı ortamların ne önemi olabilir ki!
Geçtiğimiz günlerde tesadüfen elime bir kaset geçti. Bu eski sohbet günlerimizden birinin hatırasıydı. Bir anda yıllar öncesine gidip, mazide kısa bir gezinti yaptım. Aklıma Ahfeş geldi… Kaseti videoya takıp geçtim karşısına ve izlemeye başladım. Sanki ekranın içinde idim. Sonra kendimi onların arasında hissetmeye başladım. Yapılan esprilere gülüyor, sorulan sorulara ben de cevap veriyordum…
İlk sohbetin sonunda çay arası verildiği zaman ben de ara verdim; yalnız ben farklı olarak meyve suyu içiyordum. Fakat bir fark daha vardı ki… Mola boyunca kendimi yalnız hissettim. Kimse benimle konuşmuyordu. Bir ara bana benzeyen birini gördüm; ama o benden daha masumdu, daha temizdi. Onunla konuşmaya yeltendim, beni dinlemedi. Sanki bana kızmıştı ama neden? Yoksa ona, yıllar önce bir söz vermiştim de, sözümde duramamış mıydım?..
Bir anda yine yalnızlığım geliverdi aklıma. Ama bu sefer his değildi bu, gerçeğin ta kendisiydi. Dayanamadım ve yıllardır biriktirdiğim paslanmış, küflenmiş incilerimi saçtım ortalığa. Dağıttım dağıttım… Sonra yine Ahfeş geldi aklıma. Yoksa ben de mi “Ahfeş”leşiyordum…