Kelimeler Hisarı

İnsan diğer canlılardan düşünme yeteneği ile ayrılır. Her ne kadar Nasrettin Hoca kendi papağanının da düşünebildiğini iddia etse de şimdiye kadar papağanların bir düşünce ortaya koydukları görülmemiştir.  İnsan maksadını, meramını kelimelerden meydana gelen cümlelerle ifade eder.  Bu sebeple dil varlığın öznesidir.  Her şey dil sayesinde gerçekleşir, hayatiyet kazanır, dille gelişir, neşvünema bulur.  Dil, insanın kendisini ve çevresindeki nesneleri anlamlandırmada en temel gerçekliktir. Dil, duyguların, düşüncelerin, tasarımların kısaca derunun ifadesidir. İnsan dildir, dil ile ancak vardır.   Alman filozofu Martin Heidegger “Dil varlığın evidir.”  diyerek bu noktaya dikkat çekmiştir. İnsan düşünce sayesinde vardır. Dil, hava gibi, su gibi, ekmek gibi bizim varlığımızın olmazsa olmaz unsurlarının en önemlilerindendir. 

Şehirleri, ülkeleri düşmanların saldırılarından korumak için müstahkem kaleler, surlar inşa edilir. Bu surlar sayesinde o ülkede, şehirde yaşayanlar kendilerini rahat ve emniyet içinde hissederler. Ayrıca kalelerde olası saldırıları gözetlemek amacıyla kuleler yapılır. Bu kulelerde gözcüler görevlendirilir.  Gözcüler kaleye yapılması muhtemel saldırıları gözetleyerek yetkililere haber verirler ve gerekli önlemler alınarak muhtemel saldırılar önlenmeye çalışılır.  Ülkeleri, şehirleri düşmanların saldırılarından korumak için nasıl kaleler, surlar varsa milletleri, kültürleri, medeniyetleri koruyan manevi kaleler, surlar, hisarlar vardır.  Bunlar anlam dünyalarını var eden kelimelerle inşa edilirler. Bu hisarlardaki gözetleme kuleleri mecmualar, dergiler, gazetelerdir. Gözetleme kulelerindeki gözcüler şairler, yazarlar, sanatçılar, silahları ise kelimelerdir. Kelimelerin tarihi ne kadar eskiye giderse çağrışım gücü de o kadar güçlü, derin ve metin olur.  Şairler, yazarlar anlam dünyamızın hisarını meydana getiren kelimelerin gözcüleri, bekçileridir. Zira bir medeniyet ancak kendi anlam dünyası ile var olur. Nasıl ki şehri koruyan hisarlarda bir gedik açıldığından şehir, ülke tehdit altına girerse aynı şekilde bir kültürü, medeniyeti meydana getiren anlam hisarında gedikler açılırsa, yüzyıllar boyunca oluşmuş kelimeler terkedilir, kullanılmaz hale gelip güncelliğini yitirip artık söz edilmez hale gelirse o kültür ve medeniyet tehlikeyle yüz yüze gelir. Önceleri kulelerindeki gözcüler dıştan gelecek tehlikeler konusunda uyanıktı.  Dıştan gelen tehlikeyi içe haber verme cehdi içerisinde idiler. Bir zaman geldi ki gözcülerden bazıları kale içindeki durumu, kalenin, hisarın gediklerini düşmana haber verme yarışına girdiler. Böylece kelimeler hisarı yara almaya başladı.

1699 Karlofça antlaşmasıyla Batı karşısında üstünlüğünü kaybeden Osmanlı Devleti arayışlara girdi, cephelerdeki yenilgilerin sebeplerini anlamak istedi. Aramak, arayış içinde olmak çok önemlidir. Zira hakikati bulanlar ancak arayanlardır, arayış içinde olanlardır. Fakat kimi Osmanlı münevveri, aydını, şairi, yazarı tespitte hata etti. Yüzyıllardır onu yaşatan anlam dünyasının gerilemede, yenilgide payı olduğu zehabına kapıldı. Kendi değerlerinden, örfünden, ananesinden şüpheye düştü. Bunları bıraktığında, kendi medeniyet iddiasını terk ederek Batı tekniği kopya etmekle tüm sorunların çözüleceği gibi sıradan bir anlayışın peşine takıldı. Abdülhak Hamit Tarhan’ın eski şiir geleneğinin yetersizliğine vurgu yaptığı Nâkâfi şiiri bu zihinsel arka plan hakkında ipuçları barındırmaktadır:

Evet, tarz-ı kadîm-i şiiri bozduk, herc ü merc ettik

Nedir şiiri hakîki safha-ı irfâna dercettik

Bu yolda nakd-i vakti cem’-i kuvvet birle harcettik

Bize gelmişti zirâ meslek-i ecdâd, nâkâfi[1]

Abdülhak Hamid’in dile getirdiği husus daha çok bir şiir tartışması gibi gözükse de esasen geleneği reddedişin psikolojisini yansıtır.  Kelimeler anlamların timsalidirler, bir manayı, iddiayı, yaşam tarzını, bakış açısını kısaca varlığı, var oluşu ortaya koyarlar. Anlam dünyasını inşa eden kelimeleri yok ettiğinizde varlık diye bir şey de ortada kalmaz. Var olan artık başka bir şeydir, başka bir iddia, kültür ve medeniyetin görünür şeklidir. Kendi medeniyet değerlerinde hata arama, kendi medeniyet değerlerinin sürdürülebilir bir hayat için yetersiz olduğunu düşünme psikolojisi izlerini Bernard Lewis, Hata Neredeydi (What Went Wrong?) adlı eserinden takip edebiliriz. Lewis burada Osmanlı modernleşmesinin aşamalarını ele alarak incelemiş ve hataları tespite yönelmiştir. Zamanla devlet yönetiminde kimi uygulamaların istenen sonucu vermediği her zaman olabilen bir husustur. Ancak köklü bir medeniyetin bütünsel olarak çıkmazda olduğunu, sürdürülebilir olmadığını ileri sürmek ve sadece Batı medeniyetini yegâne medeniyet olarak teklif etmek apayrı bir durumdur.  Siyasal sistem arayışları çerçevesinde aynı durumu Prens Sabahattin’in  Türkiye Nasıl Kurtarılabilir adlı eserindeki  ademi merkeziyetçi anlayışı teklif etmesinde de görebiliriz. Daha enteresan olanı İçtihad Mecmuasına Abdullah Cevdet’in geleneksel değerleri ifade eden kimi kavramları diline dolaması ve Batı’da gelişen yeni anlayışlar ile çatıştırmasıdır.  Bu konuda ortaya koyduğu en tipik örnek Ya Hafîz levhası ile sigorta arasında yaptığı karşılaştırmadır. Ona göre Ya Hafîz levhasını evin köşesine asmak demode bir anlayışı yansıtır.   

İnsan yaratılış itibariyle medenidir, sosyal bir varlıktır. Filozoflar öncelikle insanın sosyal bir varlık oluşuna dikkat çekerler ve insanın ancak bir toplum içerisinde kemale ulaşabileceğini dile getirirler. Tarihi süreç içerisinde İslam toplumunda insan ilişkileri sevgi, saygı, hürmet, alçak gönüllülük, tevazu, dürüstlük, vefa, dostluk, nezaket, zarafet, şefkat, merhamet, muhabbet çerçevesinde şekillenmiştir. Hayatın gelişim seyrini belirleyen cehd, gayret, cesaret, kanaat, hayâ, iffet, namus, ar, şeref, haysiyet, sabır, cömertlik, adalet, hikmet, itidal v.b. birçok kavram toplumda yerleşmiş, var oluş mücadelesinde insan olmanın şerefi her zaman korunmuştur. İslam toplumunu bu değerler tarihi süreçte ayakta tutmuştur. Bir toplumu var eden temel değerler yara almaya başladığında maddi anlamda gelişmeler kaydetse de uzun süre ayakta kalabilmesi oldukça zordur. Kapitalizmin hayat anlayışı değerlerimizi eskitti. Yeni üretim ilişkileri ve rekabetçi, esasında tekelci ekonomik bakış açısı insanı da değiştirdi. İnsan ilişkilerini sevgi, saygı çizgisinden çıkararak resmileştirdi, toplumu bir aradı tutan manevi bağı zedeledi.  Kelimeler hisarında bir bir gedikler açılmaya başladı. Esen samyeli bütün kavuruculuğuyla değerleri buharlaştırdı. Gelişen teknolojiyle her tür olumsuz etki hisarda açılan gediklerden bir bir gönül dünyalarını işgal etti. Ar, namus, şeref, haysiyet, onur, iffet, kanaat, vakar, alçakgönüllülük, cömertlik, sabır, helal-haram dikkati yerini metafizikten beslenmeyen başka bakış açılarına terk etti. Kibir, gurur ve menfaatten yeni bir hisar oluştu. Menfaatin yegâne bakış açısı olduğu bir yerde birlikten, beraberlikten, bir olmaktan söz edilebilir mi? Toplumumuzdaki bu köklü değişimin temelinde aydınların kendi medeniyet değerlerine yabancılaşması yatmaktadır.

İnsanların kendi aralarındaki ilişkilerin rengini konuşmalarında ele aldıkları konular ve değer ifade eden kavramlar belirler. Ticarette ve hayatın diğer alanlarında helal haram kavramları çok fazla yer tutmuyorsa, insaf, şefkat, merhamet, muhabbet, sevgi, saygıdan söz edilmiyorsa insanların bir amaç uğrunda yönelebilecekleri değerler de anlamını kaybetmiş demektir. Bundan ötürü kelimeler hisarı yeniden inşa edilmelidir. Sevgi, saygı, hürmet, muhabbet toplumdaki tüm çatışmaları önleyeceği gibi yaşam sevincini ve cehd ve gayreti de diriltecektir. Hisardaki gözetleme kuleleri bir bir yıkılıyor, tehlike adım adım yaklaşırken gözcüler terk-i mekan etmeyle yüz yüze. Yıkılan her kulenin yerini başkalarına hizmet eden yeni kuleler ve yabancı gözcüler alır, almakta, her ne kadar Ay Vakti kulesi ve gözcüleri dimdik ayakta olsa da. Onca yılın ardından iddialarından vaz geçip bizi var eden değerlerimizi buharlaştırma yarışına girenlere karşı ne yapsam acaba? Fuzuli gibi seng-i melamet hisarı arkasına mı gizlensem:

Seng-i melamet ile çekin çevreme hisar

Eşkim fenaya vermesin ehl-i selameti


[1] Evet eski şiiri bozduk, altüst ettik/Nedir gerçek şiir, irfan merhalesine yazdık./Bu yolda vakit nakdini toplayarak harcadık. /Zira bize yetersiz gelmişti ataların tuttuğu yol.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Kar Kârdır” / Ay Vakti
Ağaç Baskı / Hatice Bengisu
Özülke’yi Savunanlarla Örülü Bir Halka / Ömer Eski
Yansımalar / Şeref Akbaba
Ev / Zeynep Karaca
Tümünü Göster