“daracık daracık tüneller
bilmem nereye giderler
odada tuzak var
birden içine düştüler”
Üç arkadaş temkinli bir şekilde yürümeye devam etmişler ve birden, daha ne olduğunu anlayamadan kendilerini bir yamaçtan aşağıya doğru yuvarlanırken bulmuşlar. Tünelin duvarlarına çarpa çarpa, döne döne metrelerce kaymışlar da kaymışlar. Feri düşerken çıkardıkları kulak tırmalayan ciyaklamalar arasında, “sanki bu bir kaydırak” diye bağırmış. Ara ara da, “yuppii!” kahkahaları atıyormuş. Karınca hemen Feri’nin cebine girip kendini güvenceye almış tabiî. Belki beş dakika, belki de on… kim bilir ne kadar! bir süre böyle paldır küldür ben diyeyim kaymaya, siz deyin yuvarlanmaya devam etmişler. Sonunda düz bir zeminde iflahları sökülmüş bir şekilde durabildiklerinde, Feri baştan ayağa çamura bulandığını fark etmiş. Raza, “tüylerim çamur içinde kaldı” diye mızıldanmış. Kendilerine gelir gibi olunca da nerede olduklarını anlamaya çalışmışlar.
– Burası geniş bir odaya benziyor Feri, demiş Raza. Yuvarlak bir oda… Bir sürü tünel girişi var. Dur sayayım: Bir… iki… üç… dört… beş… altı… yedi… Evet, tam yedi tane tünelin girişi var burada.
– Desene bir yeraltı şehrindeyiz şu anda!
Feri karanlıkta hiçbir şey göremediği için elleriyle önce yeri yoklamış. “Zemin vıcık vıcık, burası balçık kaplı” demiş. “Kim bilir nasıl görünüyorumdur” diye düşünmeden de edememiş açıkçası. Sonra da odanın duvarlarına dokunmuş. Belli ki kayalara oyulmuş bir şehirmiş bu.
– Of yaaa! Her yerim çamur oldu kesin!
– Şu durumdayken nasıl göründüğünü düşünebildiğin için seni tebrik etmeliyim Feri! Ama hiç fena görünmüyorsun bence. Hem nasıl göründüğünün ne önemi var, nasıl düşündüğüne bak sen.
– Ama insanlar nasıl göründüğünle ilgileniyor hep.
– Sen ilgilenme o zaman onların ilgilendiğiyle, kendin ol!
– Filozof Raza, düş önüme. Siyah bir duvardan başka hiçbir şey görmüyorum zaten. Yol göstericim, rehberim olacaksın. Hadi bakalım, az söz çok iş! İşimiz gücümüz var!
Bu sırada yine varlığını unuttukları Karınca inleye inleye Feri’ye seslenmiş bulunduğu yerden: “Feri! Feri! Ben iyiyim beni hiç merak etme!”
– İyi olmana sevindim, demiş Feri. İçimizden en azından biri iyi olsun bari. Sen orada kal. Yere düşersen karanlıkta seni bulamam.
“Raza şimdi ne yapacağız?” diye sormuş sonra da. Raza sağını koklamış, solunu koklamış. “Her yer ıslak. Hiç koku alamıyorum” karşılığını vermiş sonunda. “Acaba hangi tünele girsek?” Karınca içeriden var gücüyle seslenmiş:
– Sayalım. Hangisi çıkarsa oradan gidelim.
“Sanırım başka çaremiz yok” demiş Feri. İşin başa düştüğünü anlayan Raza başlamış saymaya:
“bir iki üç sayalım
kapıları açalım
hop hop zıplayıp
çitten kuzu atlatıp
düşlere uçalım
çalım… çalım… çalım…”
Tekerlemenin bittiği yerde, “dördüncü tünel çıktı” demiş. Birlikte tünele doğru ilerlemişler. Raza önde, Feri Raza’nın kuyruğunu tutmuş olarak arkasında adım adım ilerlemişler. Bu sırada Feri yarasanın söylediği sözleri hatırlamış:
– Neden giren çıkamaz buradan acaba, diye sormuş.
– Bunu bilmeyecek ne var ki! Bu labirentte kaybolmaktan doğal ne olabilir. Sürekli kollara ayrılıyor bu tüneller. Ben de içgüdülerime sorup seçiyorum birisini. Herkeste benim gibi bir Kangal’ın güçlü hisleri yoktur tabiî!
– Umarım düşündüğün kadar güçlüdür o bahsettiğin hislerin Razacım! Yoksa işimiz yaş, bu zifiri karanlıkta bile görünen bu.
– Bekle ve gör Fericim! Bekle ve gör!
Tünelden tünele geçe geçe yürümüşler de yürümüşler. Bastıkları yerden çıkan vıcık vıcık balçık sesinden başka hiçbir şey duymamışlar. “Sıkıldım ben” diye şikâyetlenmiş Feri. “Ne zaman bitecek bu karanlık? Gözleri görmeyenlerin neler yaşadığını şimdi çok iyi anlıyorum!”
– Nereden bileyim ben ya hu! Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete işte!
Yol yine çatallaşınca durmuş Raza bu sefer.
– Biraz da siz karar verin nereden gideceğimize. Bütün yükü benim omuzlarıma yüklemeniz hiç adil değil! Sağdan mı, soldan mı?
İşte tam o anda tiz sesli biri, “soldan” deyivermiş. Raza kulaklarını dikmiş, tehdit eder gibi hıııırrrrrlamışşş ve “kim var orada?” diye sormuş. “Hahaaaa! Korkmayın canım, yabancı değil” demiş tiz sesin sahibi. “Benim adım Bobil. Bir tünel faresiyim. Soldan gidin soldan. Sizin aradığınız orada.”
– Haydaaa, demiş Raza. Geleceği görüyor sanki!
Feri karanlığa doğru atılmış hemen:
– Söyle bakalım, bizim ne aradığımızı sen nereden bilebilirsin ki?
Bobil gayet rahat, hiç tedirgin olmadan karanlığın içinden, “burada haberler çabuk yayılır” demiş. “Herkes tünellerde çıkarttığınız devasa gürültünün sebebini biliyor. Bilirsiniz, gürültü varsa, onu çıkaran da olmalı.”
– Hah tam oldu şimdi! Al sana bir filozof daha! Raza sana arkadaş bulduk gördün mü? Artık uzun uzun felsefe tartışmalarına dalarsınız.
– Dalarız dalmasına da ben şu “herkes” kelimesine takıldım ama. Kim ki bu herkes?
“Bu tünellerde olan herkes… Merak etmeyin nasıl olsa
karşılaşırsınız onlarla. Siz soldan gidin soldan” karşılığını vermiş Bobil.
– Ne var ki sol tarafta, diye sormuş Feri.
– Neyi arıyorsanız o var!
Raza’nın kafası iyiden karışmış böylece: – Biz… biz… biz Ayona’yı arıyoruz.
“Beni dinleyin de soldan gidin soldan” diye ısrar etmiş
Bobil ve baktığı küçük deliğin içinde gerilemiş. “Tünel faresi Bobil’den de selam götürün gittiğiniz yere.”
Feri daha fazla karanlıkta oyalanmak istemediği için sabırsızlanıyormuş tabiî:
– Madem öyle soldan gidelim bari!
Ve soldaki tünele girmişler. “Selamını da söyleriz elbet karşılaştıklarımıza!” Bu sırada Karınca’dan hiç ses çıkmadığını merak eden Feri, “hey Karınca ne yapıyorsun?” diye sormuş. Karınca da, “karanlıkta ne yapılabilirse onu yapıyorum, uyuyorum” demiş.
– Oh ne güzel, demiş Raza. Keyfin yerinde. Bütün sıkıntıyı biz çekelim burada, sen tadını çıkar. Missss!
Raza ve Feri bir süre daha yürümüşler. Tünelin son bulduğu yerde yine geniş bir odaya çıkmışlar. Tam odanın ortasına gelip durduklarında yukarıdan üzerlerine büyük, ağır bir ağ düşmüş. Daha ne olduğunu anlayamadan ağ onları yakaladığı gibi havaya kaldırmaya başlamış. Raza ve Feri böylece tuzağa düşmüş bir av gibi yakalanmışlar. Ağdan kurtulmak için boşuna çabalayan Feri ağın içinden avazı çıktığı kadar bağırmış: “İmdaaaat! Kurtarın bizi. İmdaaaat!”
Böylece odanın tavanında bir ağ içinde asılı kalmış bu gezgin arkadaşlar. Raza bu odadan çeşitli yönlere doğru tünellerin açıldığını görmüş. O sırada bu tünellerden birinden iki kişi girivermiş odaya. Biri diğerine, “ben her zaman söylemişimdir, şu Bobil çok iyi bir bekçi” demiş gülerek. Raza onları bir süre incelemiş ve “siz de nesiniz böyle?” diye sormuş. Feri karanlıktan başka bir şey göremediği için bu soruya şaşırmış tabiî. “Ne demek nesiniz?” diye sormuş haliyle. “Bir şeye benzetemedin mi, Raza?”
– Bunlar küçücükler Feri! Ama bu küçüklüklerine rağmen kulakları, elleri ve ayakları koccaman. Daha önce bu tür yaratıklarla karşılaştığımı hiç sanmıyorum.
– Hey sözlerine dikkat et, diye bağırmış biri. Kabalığın hiç gereği yok. Görmemiş olman bizim olmadığımızı göstermez. Bizim de isimlerimiz var. Bizim de hayatlarımız var. Tıpkı insanlar gibi ya da sen Kangal gibi. Biz birer More’yiz. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler gibi yani. Ya da kuşlar, böcekler, kediler, karıncalar gibi…
Birden “karınca” sözünü duyan Karınca gizlendiği yerden çıkıp “ne var, ne oluyor, neredeyiz” diye bağırmaya başlamış. “Feri… Feri… sıkıştım ben burada. Az kaldı suyumu çıkaracaksınız ya hu!” Feri de onu sakinleştirmeye çalışmış:
– Bence sen uyumana devam et Karınca. Ben seni zamanı geldiğinde uyandırırım. Telaşlanacak bir şey yok.
– İyi de “sıkıştım” diyorum, nasıl uyuyabilirim acaba!
– Aman ne yaparsan yap. Biz de sıkıştık zaten. Şu ağdan kurtulmanın yolunu bulmalıyız önce.
Bu sırada More’ler aralarında mır mır konuşmaya başlamışlar. Birisi, “aydınlığın çiçeklerini sulayabilirler” diyormuş. Diğeri de, “pembe karpuz taşıyabilirler” diye ekliyormuş.
Feri sinirlenmiş:
– Yeter ya hu! İndirin bizi buradan. Daral geldi, nefes alamıyorum. Hem de göremiyorum. İnsaflı olun biraz.
– Ağın görme yeteneğini engellediğini bilmiyordum, sen biliyor muydun, diye sormuş More’lerden biri diğerine.
– Yok, ben de ilk kez duyuyorum, karşılığını vermiş diğer More. Bunu hemen bir kenara not edelim. Ağ kullanım kılavuzuna eklenmesi gerekiyor.
– Ya hu ne saçmalıyorsunuz siz, diye kızmış Feri.
– Bu insanın sinirsel problemleri var bence, sabırsızın teki ayrıca!
– Sesini de ayarlamayı bilmiyor. Küçücük odada bu kadar da bağırmak olmaz ki! Yer titriyor. Duvarlar sarsılıyor. Tavandan toprak dökülüyor. Biz fısıltıları bile duyabiliyoruz. Bu insan da bar bar bağırıyor. Kulak zarım patladı patlayacak!
– Ne çok konuşuyorsunuz ama yaa! Raza bir şey söylesene. Sustun kaldın. En azından sen görebiliyorsun bu yaratıkları.
– Yaratık değil! More be More! Aklı da kıt bunun anlaşıldı!
– Offffffff! Raza bir şey yap diyorum.
– Uyku bastırdı Feri yaa! Çok mu yoruldum ben nedir!
– Ya hu uyumanın sırası mı şimdi!
– Sen konuşmaya devam edersen bence bizi buradan indirmeyecekler.
– Tamam sustum. Konuşursam neyim!
Raza More’lere seslenmiş:
– Bizi indirmeniz mümkün mü acaba? Çok dar bu ağın içi. İç organlarımıza kadar sıkıştık da!
More’ler pek oralı olmamışlar sanki:
– Bize müsaade. Bu konuyu enine boyuna düşünmemiz gerekiyor.
Ve geldikleri tünelde gözden kaybolmuşlar.
Not: Önceki sayılarda öykü olarak takdim edilmiştir. Masal olarak düzeltiyoruz.