10015.
yaşananları
nerede saklıyor
tanrı
…
10016.
İsveçli çocuk kitabı yazarı Astrid Lindgren bir çiftçinin kızıydı. Sekreter olarak çalışma hayatına atıldığında bir gün gelip dünyanın tanıdığı bir yazar olacağını elbette tahmin edemezdi. Yedi yaşındaki kızı hastalanınca ona masal anlatmaya başladı. Kızı iyileşti ve annesinden masal dinlemeye devam etmek istedi. Lindgren kızına anlattığı bu masalları yazmaya karar vermekle belli ki en doğru kararı almış. İlk kitabı en çok bilinenler arasında: Pippi Uzunçorap. İşte o kitaptan bir alıntı: “Tek gözle seyredeceğime söz verirsem, bileti yarı fiyatına alabilir miyim?” (s. 45)
10017.
“İranlı yazarlar” dendiğinde ilk aklıma gelen Kader Abdolah oluyor. Çocukluğumun bir cami avlusunda geçmesi ve iki dedemin de imam olması belki de onun kalemini sevmeme sebep. Üstelik iki dedem de aynı camide imamlık yaptı. Biri emekli olunca, diğeri yerine geçti. O yüzden camiler hayatımda önemli bir yere sahip. Kader Abdolah’ın kitaplarında kendimi bulduğumu itiraf etmeliyim. “Din” benim hayat öykümde şekillendirici bir özellik taşıyor. Farrin’e Jacksonville’de bir kilisede rastladığımda, ahşap bir sırada sessiz sakin oturuyordu. Türkiyeli olduğumu öğrendiğinde çat-pat İngilizcesi ile İran’dan Türkiye’ye kaçışını, oradan da Amerika’ya geçişini anlattı. Kader Abdolah da 1985’te aynı şekilde Avrupa’ya varmış. “Sen de mi din değiştirdin?” diye sordu bana. “Hayır” dedim, “ben hâlâ bir Müslümanım.” O halde neden bir kilisede olduğumu sordu. “Benimki sadece merak” karşılığını verdim. Ne demek istediğimi anladı mı bilmiyorum, ama gözleri doldu. Camideki Ev’den bir alıntı: “Neyse ki, hayat her zaman geleneği izlemiyor, kendi yolunu bulmak istiyor.”
10018.
Ernest Hemingway’i okumaya başladığımda 20’li yaşlarımdaydım. Beni en çok etkileyen “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” olmuştu. Kanlı bir mücadele nasıl bu kadar iyi anlatılabilirdi anlamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Key West sokaklarında yürürken karşıma Hemingway’in masalsı evi çıktığında nasıl bir heyecan yaşadığımı varın siz tasavvur edin. Onun çalışma odasına girmek, raflarda duran kitaplarına dokunmak benim için zaman yolculuğuna çıkmakla eş değerdeydi. Ve çok sevdiği kedilerinin soyundan gelen bir kediyi onun yatağının ucuna uzanmış mışıl mışıl uyurken fotoğrafladım. Bahçedeki muz ağaçlarının geniş yapraklarına garip bir hüzünle dokundum, çünkü uzak geçmişte kalmış olan benim çocukluğumun geçtiği bahçede de muz ağaçları vardı. “Hayattaki en güzel şey; tüm kusurlarınızı bilmesine rağmen sizin hâlâ muhteşem olduğunuzu düşünen birisinin olmasıdır.” (s. 15)
10019.
Türk Dil Kurumu tarafından dilimize eklenen bazı yeni kelimeler:
- türbülans – burgaç
- ipotek – tutu
- CD – yoğun disk
10020.
Atlı Tramvay İşletmesi’nin kurulmasına ilişkin “Dersaadet’te Tramvay Tesis ve İnşasına Dair” ilk sözleşme Sultan Abdülaziz döneminde, 30 Ağustos 1869 tarihinde düzenlenmiş. Ama ortada bir şirket yokmuş o sırada. Bahsi geçen şirket olmadan bu sözleşmenin imzalanmış olması da ayrıca ilginçtir bu yüzden. Nihayetinde şirketi kurmuşlar: Dersaadet Tramvay Şirketi! İstanbul’da ilk tramvayın hizmete sunulması, dünyadaki ilk tramvaydan 27 yıl sonra, 3 Eylül 1869’da gerçekleşmiş. Böylece Osmanlı Devleti, Atlı Tramvay İşletmeciliği’nde dördüncü sırada yer almış. Kurbanlar kesilmiş. Hatta asrın bu en hızlı ulaşım aracına binebilmek için halk birbiriyle yarışmış. Yıllar geçtikçe de “Atlı Tramvay” İstanbul’un ayrılmaz bir parçası olup çıkmış. 1914’te elektrikle çalışır hale getirilmesiyle açıkçası daha bir kıymetlenmiş. Dolmuşların henüz doğmadığı, taksilerin adının duyulmadığı dönemde İstanbulluları o tepeden bu tepeye, üstelik çok düşük bir ücrete taşımaktaymış bu tramvaylar. Sonraları dolmuş, taksi ve otobüs de ulaşım aracı olarak hayata girse de tramvayın yeri hep bir başka kalmış. Ama bir gün bütün bu sevgi aniden yok olup tramvayın sonunu getirivermiş. Tam 92 yıl İstanbul’a hizmet eden tramvaylar “çağ dışı” damgası yiyerek 1966 yılında bir hamlede kaldırılmış. Şimdi vatman, vardacı, biletçi gibi kelimeler sözlüklerde unutulanlar arasında. Bakın Peyami Safa ne hoş anlatmış: Akşamları dar caddede koştukça ahali/Yolda tramvaylar kaplumbağa misali/Her yerde onun sureti var dillere destan/Dün türbeye on dakikada geldik Beyazıt’ tan
10021.
“Kudüs Şairi” olarak bilinen Nuri Pakdil’i, ben “Bir Yazarın Notları”ndan bilirim sadece. 2019’da kaybettik. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun! Sarsıntılı bir dönemde Şirâzem vesilesiyle tanıştım kalemiyle. Bazı yazarlar vardır, öyle bir okumayla derinliğine erişemezsiniz de okumalar yaparsınız sık sık. Aynı cümleyi sürekli tekrar ederken bulursunuz kendinizi hatta. Hani tekrar ettikçe anlamı size açılacak sanırsınız. Ama o iş o kadar kolay değildir. İşte Nuri Pakdil böyle bir kalem benim için, cümlelerini terennüm ettiğim. O cümlelerden biri: “İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün; nasıl kayıp gidecek elinizden.”
10022.
Hayatı boyunca Mısır’dan ayrılmamış olan Necib Mahfuz, Nobel Edebiyat Ödülü’nü almak için bile memleketinden dışarı çıkmadı. Kendisini Mısır’a adamış olan yazar, Kahire’nin tarihi mahallesinde geçirdi bütün hayatını. Eserlerinde, modern ve geleneksel yaşam arasında denge kurmaya çalışan insanları anlatırken okuru öykünün canlı bir parçası yapmayı başaran yazarlardan o. Çünkü ben Yemen sokaklarında yürürken onun romanlarında çizdiği manzaraları bulmaya çalıştım. Her konuştuğum kişide Zühre’yi, Hamide’yi; Edhem, Cebel, Rıfat ve Kasım’ı aradım sanki. Mısır’a henüz gitmedim, ama Necib Mahfuz kitaplarıyla gitmiş kadar oldum. İşte Cebelavi Sokağı’nın Çocukları kitabından çarpıcı bir cümle: “Ne kadar büyük çapta olursa olsun, bütün trajediler nihayetinde hayatın bir parçası haline gelir.” (s. 23)
10023.
“Shodo” bir Japon kaligrafi sanatıdır. Almak, mutluluk ve sonsuzluk anlamlarına geldiği söylenir. Yazı, bir çeşit kendini ifade etme yolu, bilgiyi koruma ve kaydetme yöntemidir çünkü. Ancak Japon Shodo sanatçıları bunlara ek olarak yazının “kalbin aynası” olduğunu da düşünüyor. Bu sanatın kâşifi Sümerler ne derece önemli bir keşif yaptıklarını biliyorlar mıydı acaba? Öyle ki Kalem Suresi’nde, hokka ile kalem ve yazdıkları üzerine yemin edilir!
10024.
“Yedi Güzel Adam Kütüphanesi” ile tesadüfen karşılaştım Üsküdar’da gezinirken. “Fatih’in Mahkemesi” olarak bilinen tarihi bina kullanıma bu şekilde sunulmuş. Çok da iyi olmuş. Ahşap kokusuna benim gibi düşkün olanlar için bulunmaz bir yer. Bir de dünya hengâmesinden kaçıp sığınmak için ideal. Ben “Yedi Güzel Adam” dendiğinde ilk olarak Mehmet Akif İnan’ı hatırlarım. Çünkü bir tek onunla tanışma fırsatım oldu. Ankara’da. “Tenha Sözleri”ni beraber okumuştuk: “Göklere yalvaran bulutlar gibi/beklerim sesinin bereketini/Aklımı yağmalar gelmeyişlerin/çürütür gölgemi bekleyişlerim/Yangınlar kavursa bahçelerimi/çağırır yine de enkazım seni” (s. 21). Onun Sayıklamalar’ı oldu benim yıllar süren virdim. Mekânın cennet olsun.
10025.
koştum da yakaladım zamanı
yelkovanından
daha benim tekrar tekrar
yaşamak istediklerim var
…