Sevgi

Ne, Neye, Kime, Nasıl?

Sevgi, bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Sevgi, ruh ve tabiatın olgunluk hissettiği ve çok hoşlandığı şeye karşı meylidir. Sevginin iyice yoğunlaşması ve artması haline “aşk” denir.

Sevgi var olmak, var olanı bilmektir.

Sevgi bir inanç davranışıdır. İnancı az olanın sevgisi de azdır.

Sevgi yürekte duyulan kıpırtı, gözde görülen pırıltıdır.

Sevgi kul olmak, kulluk etmek, Yaradan’a şükretmektir…

Sevgi, arzudan önce de vardır. Arzu doyurulur doyurulmaz söner, doyumla birlikte sona erer; oysa sevgi sonsuza dek doyumsuz kalır.

Sevmek paylaşmaktır. Sevdiğiyle sevdiğini paylaşmaktır, sevdiğiyle kalbini bölüşmektir ki tek kalb olunsun.  Sevgide son yoktur. Sevmekte istemek de yoktur; sevgilinin olduğu yerde son bulur istekler.

Sevmek gücenmemektir. Sevmek sevgili için yaşamaktır; onun eli, kolu, gözü, kalbi olmaktır. Ama artık onun bir şeyi olunmadığı bir zaman ölmesini bilmektir. (Ölümü özlemeyen aşkı anlayamaz.)

Sevmek vermektir; sevgilinin yüzündeki gülücük olmaktır.

Sevmek yangın olmaktır, yanmaktır, kor olmaktır. Dağ olmaktır, evren olmaktır, her şey olmaktır, hiç olmaktır. Alev olup girmektir gönüllere; sevmek yürümektir gönüllerde.

Sevmek güvenmektir. Sevmek onaylamaktır. Sevmek çok ötelerde olsa bile sevgiliye bir nefes gibi, bir ses gibi yakın olmaktır.

Sevmek sevgilinin yokluğuna üşümektir. Sevgiliyle her şeyi göze almaktır sevmek. Sevmek sevgiliyi Cennet etmektir.

Sevmek sevmesini bilmektir. Sevmek sevmesini hak etmektir. Sevmek ölmesini bilmektir.

Bir şeyi sevmek ona doğru gitmek demektir. Sürekli bir göç içinde olmak, sevgi içinde olmak demektir. Sevgi, kaynak suyu gibi hiç durmadan akmadır.

Sevmek bir yüzdeki çizgileri, bir yanağın rengini görüp heyecanlanmaktan daha ciddi ve daha önemli bir şeydir. Âşığı belirleyen sevgisidir, sevgisinin nesnesi değildir.

Sevgide varolan şey, büyülenme nedeniyle teslim olmaktır. Seven kişi, tıpkı doğmadan önce rahimde annesinden beslenerek yaşadığı gibi, kendisinden değil öbüründen beslenerek yaşar. Sevgi besinini sevgilinin ya gerçekte ya da hayalde görülen çekiciliğinden alır. Âşık sevgilisinden, kendisini sevdiğini hiç durmadan yinelemesini ister.

Sevgi ile nefretin nedenleri ve niyetleri birbirinden farklıdır. Nefretin nedeni olumsuzdur Sevmek, yaşamak, yaşatmak, korumak, nefret etmek ise yok etme ve gerçekten öldürme eylemidir-ama bir kez gerçekleştirilen bir öldürme eylemi değildir- çünkü bir kez nefret ettik mi, nefret edilen şeyi sürekli olarak öldürüyoruz demektir.

Kişinin sevgisinden pek çok şey doğar (arzu, düşünce, istem, eylem…). Sevgi giderek doğurganlığın simgesi bile olur.

  • Herkes sevmenin zorluğunu yüklenemez. Sevgiliyle yürürken yolların sonu yoktur; Sevgilinin yanında zaman da yoktur.
  • Hiçbir sevgi veya aşk yoktur ki tamamen Allah’tan soyutlanmış olsun.
  • Aşkta varmak değil yolda olmak vardır.
  • Bu yola çilesiz giren çoktur ama çilesiz varan yoktur.
  • Sevginiz yoksa imanınız da yoktur. O sizi aşkla yarattı; siz de O’na aşkla inanın.
  • Sevmeyenler sevenlerin dedikodusunu yapar.

Âlemin dokusu sevgi ile döşelidir. Bir başka ifade ile söyleyecek olursak, kâinatın temeli sevgi üzerine kuruludur. Zira bir kutsi hadiste Yüce Allah, “Bilinmeyi istedim =sevdim de mahlûkatı yarattım” buyurmaktadır. Burada geçen kelime “hubb” yani sevmedir. Demek ki âlemin oluşa çıkışında temel etken, sevginin Arapça karşılığı olan “muhabbet” tir.

Kur’ân-ı Kerim’de geçen el-hubbu, el-veddü, el Aziz, el-Cemal vb. kavramlar, Allah’ın insana kendi ruhundan üfürmesi, ona şeylerin isimlerini öğretmesi, Benî Âdem’i mükerrem kılması ve onu en güzel şekilde yaratması hem Allah’ın hem de kulunun seven ve sevilmeye lâyık bir varlık olduğuna işaret etmektedir. Bu sevilmeye değer sevgi halkasına, Allah’ın sözsüz âyetleri diyeceğimiz tabiatı da ekleyebiliriz.

Bunlar içerisinde, mü’min olarak bizlerin, Allah‘ı en has ve en şiddetli sevgi ile sevmemiz gerekmektedir. Zira “mü’minler O’nu, O, mü’minleri sever” (Mâide, 5/54), “mü’minlerin Allah’a olan sevgileri her sevginin üzerindedir” (Bakara, 2/165).

İkinci sırada bizlere düşünce ve eylem planında en güzel modeller sunan Sevgililer Sevgilisi Son Peygamber Hz. Muhammed‘i sevmemiz ve ahirette onun sevgi halkasında yer alabilmemiz için onun güzel yolunu izlememiz gerekmektedir.

Üçüncü olarak dünyadaki iyi, güzel, yaşatıcı, yeşertici, hayır, mutluluk, salah, felah, refah ve ferah bahşeden şeyleri sevmek durumundayız. Bunun içine minnet duyduğumuz büyüklerimiz, sevgi dolu olan eşimiz, bize saygı ile yönelen küçüklerimiz, çocuklarımız, öğrencilerimiz istihdam ettirdiğimiz çalışanlarımız, memurlarımız, işçilerimiz hürmetle ve minnetle andığımız hocalarımız, üstatlarımız; ülkenin kalkınması ve refahı için çalışan dürüst ve fedakâr devlet adamlarımız, tarihimiz, mirasımız, değerlerimiz, tabii zenginliklerimiz, ürünlerimiz, coğrafyamız kısacası evren girmektedir. Bu sayılanları ince bir ruh, hassas bir duygu ve duyarlı bir algılayış ile seveceğiz.

Yine bu saydıklarımıza karşı sevgide kusur işlememiz belki onları yer yer iyi, olumlu ve güzel göremeyişimizdendir. Dikkatli bir şekilde bakacak olursak belki de bunları iyi, güzel ve olumlu yönleriyle görebileceğiz. İyi, güzel ve olumlu görülen şey sevilir. İnsan sevince de neşesi, ümidi, inancı ve verimi artar. Böyle bir insan da daha mutlu olur. Bunun aksine sevmeme veya sevilecek nitelikteki şeylere ilgisiz kalma insanı halsizliğe (zira sevgi bir tür gıdadır), çaresizliğe, bunalıma götürebilir. Sevgi sıcaklık, ışık ve ışıtış ise, sevgisizlik de soğukluk, karanlık ve karartıştır. Neyi? Gönlü, canı, cananı, çevreyi hatta tüm ufku! Demek ki sevgi mutluluğa götüren bir ışık, bir ırmak, hem de yandıkça ve aktıkça çoğalan bir nur, bir ırmak!. Her hazine harcamakla bittiği halde sevgi hazinesi harcamakla artar.

Sevginin, muhatabına ve yerine göre

  • Naz ile, niyaz ile, namaz ile
  • Taatle, kraatle,
  • Ziyaretle, ziyafetle
  • Öz ile, özür ile, nezir ile
  • Dua ile, kelam ile, selâm ile 
  • Heey ile, Hayy ile, haydii ile
  • Ne haber ile, merhaba ile
  • Al gül ile, alo ile
  • Tavır ile, tandır ile, tambur ile
  • Söz ile, saz ile, çamsakız ile
  • Göz ile, yüz ile
  • Dal ile, dil ile, mendil ile
  • Yonca ile, gonca ile …

gösterilebileceğini, artabileceğini ve yenilenebileceğini unutmayalım.

Öyleyse Allah’ı sevmekten neden korkuyoruz? O‘nu seversek, O’nu anarsak ve O’na gidersek O’nun da bizi seveceğini, bizi anacağını ve bize koşacağını bilmiyor muyuz? Allah’ın “sevdim de yarattım” dediği mahlûkatını nasıl olur da sevmeyiz? “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” sözünü şiar edinerek neden sevgimizi insanlardan, kurttan kuştan esirgeyelim? İnsanlara sevmeyi öğreten ve sevgi, acıma ve bağışlama yollarını gösteren, âhirette bile inisiyatifini yani şefaat hakkını çok sevdiği ümmetinin bağışlanması için kullanan Sevgili Rahmet Peygamberini sevmemenin ve onun yolunu izlemenin makul gerekçesini gösterebilir miyiz? Bize ne oluyor ki birbirimize güvenle bakacağımıza kuşkuyla, sevgiyle bakacağımıza nefretle, birlik ve dirlik içinde olacağımıza ayrılık ve yokluk içindeyiz? Yoksa birbirimizi değersiz, birliğimizi ve dirliğimizi önemsiz mi görüyoruz? Değerli, faydalı, edepli ve hikmetli sözleri sevip onları hayata aktarmaya çalışmamız gerekirken boş ve faydasız sözlerle ömür tüketiyoruz. Özellikle cep telefonuna, TV dizilerine veya internete dalıyor, sahici ilgi, bilgi ve sevgi arayacağımıza sanal ilgi, gelişigüzel bilgi ve sahte sevgilerle oyalanıyoruz. Acaba vaktimizi ve ömrümüzü sevmiyor muyuz? Göklerin rahmetine kucak açacağımıza yerlerde sürünmeyi yeğliyor, karanlıklara talip oluyoruz; müjdeci seslere kulak vereceğimize helakımıza ferman çıkartanlara dikkat kesiliyoruz; bize can, kan, furkan olan âb u hayata ağız dayayacağımıza sağlıklı bedenimizi hasta eden kirli suları hiç aldırmadan gözümüzü yumup ağzımıza dikiyoruz? Yoksa bedenimiz, bünyemiz sevimsiz mi bizim!? En çok sevgiye muhtaç olan yaşlıya, mağdura, masuma, mazluma, kadına, çocuğa neden sevgiyle ulaşmıyoruz? Sevgisine ihtiyacımız olan kardeşlerimizle, haldaşlarımızla, gönüldaşlarımızla, dostlarımızla, ortaklarımızla neden aramızda mesafeler var? Birbirimize yakınız da neden uzak duruyoruz? Allah için kimi, ne niyetle, kaç günde ziyaret ediyoruz?  Ölümü hatırlatacak olan mezarlıklarımızın niçin şehrimizden ve hatırımızdan uzaklara atıldığını düşünüyor muyuz? Kitabın, çocuğun, çiçeğin, hatıraların çok özel bir şekilde sevilmesi gerektiğini neden hatırlamıyoruz? Önyargılarımıza dayalı olarak, tanımadan, araştırmadan, haber kaynağını incelemeden yaptığımız sosyal medya paylaşımlarımızın,  kötü yorumlar yaptığımız sevimsiz ilan ettiklerimizin günahını yüklenmeye hazır mıyız? Candan, gönülden, isteyerek sevmeyip de seviyor görünmenin ve sahte komplimanlarda bulunmanın hem kendimizi hem de dıştakileri ne denli kandırıcı ve aldatıcı olduğunu biliyor muyuz?

Bu kadar önemi ve fonksiyonuna rağmen sevgi üzerinde insanlar fazla durmamışlardır. Her şeyden önce sevgi, doğası gereği, insanın gizli yaşamının bir parçasıdır. Bir sevgi ilişkisini, yalnızca eylemlerine ve sözlerine bakarak çözümlemek çok büyük bir hatadır. Bu duyguyu dile getirememede sosyal alışkanlıklar ve baskılar da önemli rol oynar. Onu dile getirmenin zorluğu da ayrı bir problemdir.

Bencilliğin, darbakışın, dar gönüllüğün yoğunlaştığı, vefanın, minnet duygusunuz azalıp cefanın ve pervasızlığın, ölçüsüzlüğün arttığı, ahiret kaygısının kırıldığı, gözyaşlarının kuruduğu, sekülerleşmenin had safhaya ulaştığı, madde tüketimi yanısıra sevgilerin, ilgilerin, ümitlerin, zamanın hoyratça tüketildiği hız ve tüketim çağında Sevgiden, ilgiden, bilgiden vazgeçmeyelim. Zaten soylu ruhlular, ciddi değer eğitiminden geçen olgun ve dolgun şahsiyetler terk etmez, vazgeçmez ve unutmaz.    

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Kar Kârdır” / Ay Vakti
Ağaç Baskı / Hatice Bengisu
Özülke’yi Savunanlarla Örülü Bir Halka / Ömer Eski
Yansımalar / Şeref Akbaba
Ev / Zeynep Karaca
Tümünü Göster