izin verme
yüreğine gizlediğinin
yitmesine
yazdıklarımı hüzün tatlandırsa da Nietzsche umutsuzluğundan eser yok inan,
senin olduğun yerde kırılmış hayâllerin de nefes alması olası değil madem,
ben harmanlayıp aşkı adınla, tohumlarını ekiyorum her köşesine yerkürenin
sor dilersen Lodi’ye, Fes’e, Helen’e, Esteli’ye; ela bir günde ya da gri,
yağmur ormanlarının dahi beklediği sensin
ben seni Şirâze;
hem darmadağın, hem serkeşâne, hem de mısrâ-i berceste hükmünde sevdim
sen istersin
ve ben her şeyin üstüne yemin ederim
dikdörtgenleri karelere bölüp hesaplarım alanımı, hacmini ruhumun, senden aldığım ışığın hızını
açıları karşılaştırıp lineer uzantıların son noktasına giden aracın ana yörüngeye mesafesini ölçerim
bir yere varamam yine de, ama bir gün olacağıma inancımı bir kere daha perçinlerim
aksini düşünmeye bile yeltenemem kanımda gezinirken alyuvarların
ne güzel bakıyorsun öyle
vurulup düşüyorum
ben 90’lardan kalmayım ya da oralarda bir yerde durmuş benim saatim,
yabancıyım Ankara’nın milenyum versiyonuna; daha yeşil, daha şehir sanki şimdilerde
çoğul olmaktan bihaber, yabanıl tavrımı kalabalıklarda içime kaçarak sergiliyorum
utanmıyor, sıkılmıyorum da daha çok kendimi bir mahzende yıllanmış bulmaktan şaşkınım
babam, “kapanma, çık dışarı nefes al” diyor her konuşmamızda
“beşinci katta olsa da pencereleri var evlerin” diyorum
sanat mı nedir
berdevam
sevmek seni
kentsel dönüşüm
adı altında maruz kaldığım yıkım
dokundu içinde sen olan anılarıma
böylece başladı nehir yalnızlığına göçüm
ben Şirâze,
yüzlerce şehrin mağduruyum
konar egzoz kokulu kumrular çatılarıma
ve takılır aklıma Meksika Körfezi’nde bıraktığım pelikanlarım
asi değilim
hiç değilim marjinal, entel
benden dava fanatiği olmaz, bir sürünün koyunu da
aykırılıklarımı anlatır dururlar
hayretler içinde dinlerim, meğerse ben neymişim!
hepsini sil baştan Şirâze’m,
bunu bilir ve söylerim
hatırı sayılır bir aşığım ben