Tarihsel Perspektifiyle İran Tasavvufu

TDV İslam Ansiklopedisi’nde Derya Örs’ün kaleminden hayat hikayesini okuyabildiğimiz 1999 yılında 76 yaşındayken vefat eden Abdülhüseyin Zerrinkub İran akademisinin ve 20. yüzyıl entele- ktüel dünyasının önemli bir ismidir. Fars Dili ve Edebiyatı eğitimi almış olup Mevlana ve Mesnevi üzerine çalışmalarıyla tanıdığımız Bediüzzaman Firuzanfer’in doktora öğrencisidir. Yakın zaman- daki İran seyahatimizde üniversitede aktif olarak görevli isimlerin de Profesör Zerrinkub’un adını söylediğimizde İran’ın en büyük şiir eleştirmenlerinden biri olarak gösterdiklerini ayrıca tasavvuf ve tarih alanındaki vukufiyetini de hürmet ve tazimle yad ettiklerini görünce ülkemin en azından bu isme aşina olmasında fayda olduğu kanaatini taşıdım.

Ansiklopedi maddesinde pek çok eseri zikredilen yazarın özellikle biyografi ve tasavvuf alanındaki birkaç çalışmasına Visal, Demavend ve Ağaç Kitabevi Yayınlarından ulaşabiliyoruz. Bahsi geçecek Tarihsel Perspektifiyle İran Tasavvufu eseriyse Önsöz Yayınları’ndan çıkmış. Bu eser Zerrinkub’un 1968-1970 yılları arasında misafir öğretim görevlisi olarak bulunduğu Princeton ve California üniversitelerinde vermiş olduğu konferansların metinlerinden oluşuyor. Bu bakımdan yazarın geniş hacimdeki çalışmalarının özetini ve çalışmalarının zihnindeki kurgusunu yansıtması açısından önemli yer tutuyor. Konferanslar farklı zaman ve mekanlarda yapıldığı ve konu gereği Zerdüşt’ün ortaya çıkış dönemi M.Ö 7. yüzyıldan modern İran’a kadar geniş bir zamanı kapsadığı için kitap dağınık ve bazı tekrarlar içeriyor gibi gelmektedir. Bu zorluk ile beraber kitabı elden geldiğince bir düzen içinde ele almaya gayret ettim.

İran düşüncesine katkılar, temelde iki etkinin altında sınıflandırılmıştır: Coğrafi olarak İran’a göre doğudan gelen etkiler ve batıdan gelen etkiler. Doğudakiler Çin ve Hind etkisi, batıdan gelenler Sami dinleri ve Helenistik düşünceler olarak gözükür. Elbette coğrafi olarak yakınlık etki- nin yoğunluğunu da artırmıştır. Yani Doğu Sasani toprakları olan Horasan bölgesi Çin ve Hind düşüncelerinin; Batı Sasani toprakları olan Mezopotamya bölgesi ise Sami dinleri ve Helenistik düşüncenin giriş ve yoğunlaşma bölgesi olarak belirir.

Kitap bu düşüncelerin Sasani dönemine kadar İran’ın resmi dini de olan Zerdüştlük ve İran’da süreç içinde ortaya çıkmış Mazdekilik ve Maniheizm gibi ikincil dini yapılarla oluşturduğu terkip- lerin, tartışmaların ve fikri alışverişin kısa tarihiyle başlamaktadır.

Kronolojik bir düşünce tarihi çizildiğinde Sasani döneminin devamında İslam düşüncesinin İran’ın tamamına hakimiyeti gözlenecektir. Siyasi ve idari dünya kadar hızlı gerçekleşmeyen düşünce dünyasını irdelemek, değişimleri belirleyebilmek en az bir insan ömrünün iki üç katını bulan bir zaman dilimindeki telif edilmiş eserleri inceleyerek mümkün olur. Bu konuda otoritelerden biri kabul edilmiş olan Zerrinkub İslam tasavvufunun genel anlamda kabul ettiği ilkelerin, meşhur mutasavvıfların ulaştıkları felsefi ve irfani sonuçların eski İran düşüncesi ve dinleri içerisinde bulunan kaynaklarla benzerlik gösterdiği noktalara değinmektedir. Örneğin, Zerdüşt rahip Arda Viraf’ın Ardavirafname eserindeki cennet cehennem tasvirlerinin Maarri, Senai gibi mutasavvıfların eserlerindeki betimlemelerle paralelliği, Zerdüştlük düşüncesinde -her ne kadar ruh bedenden, bakilik fanilikten ayrı olarak ele alınmasa da- gerçek bir var olmanın ancak bir mücadele sonucu ikinci bir hâle gelerek mümkün olacağı ve bir tür vahdetle son bulacağı inancının Feridüddin Attar’ın Mantıku’t Tayr’ındaki sonuçla aynı olması bu noktalardan birkaçıdır. Ancak bir savunma mahiyetinde, belirtilen irfani düşünceye ulaşma isteği ve bu yolda yapılan eylemlerin ya da üretilen teorilerin insanlık tarihi kadar eskiye gideceği vurgulanmaktadır. Bu yüzden uluhiyetin ve ilahi bilg- ilerin insanlığı cezbettiği göz önüne alındığında bu benzerliklerin normal kabul edilmesi gerektiği ortaya konulmuştur.

Kitabın ikinci bölümünde ise İslam düşüncesinin Hz. Peygamberimizin vefatından sonraki durumu ele alınmaktadır. Yazar, bugün dahi süren düşünce ayrılıklarının kökenine dair yaklaşımını iyi bir kurguyla anlatmıştır.

Ayrılıklara, temelde peygamberin yerine kimin vekillik yapacağı ve yönetici olacağı tartışmaları neden olmuştur. İlk üç halifenin seçimini ve yöneticiliğini meşru kabul edenler Sünni, Hz. Ali efendimizin ilk halife olması gerektiğini ve sonra farklı sistematiklerle İslam toplumunun başına geçecek kişiyi ancak Allah’ın belirleyebileceğini savunanlar Şii, Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasındaki mevzuda ikisine birden muhalif olanlar ve büyük günahların kişiyi din dışına iteceğini savunanlar ise Harici ismiyle anılmıştır.

Haricilerin tezine karşı olarak büyük günahın kişiyi din dışına çıkarmayacağını, bu kişilerin sorgularının ve cezalarının ahiret gününe ertelendiğini savunanlar da Mürcie olarak isimlendirilmiştir. Harici ve Mürcie tarafları arasındaki tartışmalardan biri de cebr ve takdir karşısındaki tutumdur. Bu iki kavram insanın fiillerindeki durumun kesin özgürlük içerdiğine inanıp inanmamayı ifade eder.

Emevilerin yerine Abbasilerin gelmekte olduğu, siyasi ve toplumsal karmaşanın hakimiyetindeki döneme kadar İslam düşünce evrelerini yukarıdaki gibi kısaca anlatan Zerrinkub artık toplumun yeni bir yola ve öğretiye ihtiyaç hissettiğini söylemektedir. Çünkü o güne kadarki düşünce ekol- leri arasındaki tartışmalar, çeşitliliği sağladığı gibi zayıf yanları da ortaya koyduğu için toplum- daki itminan gücünü besleyemememiştir. Bu yüzden yeni bir ekol olan tasavvufun neşvü nema bulmasını doğal karşılamış, sonrasında da tasavvufun önceki düşüncelerin içeriğinden sahip olduğu yansımaların izini sürmüştür.

İlk kez Bağdat bölgesinde yoğunlaşan tasavvufi faaliyetlerin Hallac-ı Mansur’un idamıyla bu bölgede kesintiye uğradığını tespit etmiştir. Bu olaydan sonra tasavvufun Horasan Bölgesi’ndeki İbrahim Edhem, Şakik-i Belhi gibi isimlerle daha ön plana çıktığını söyler.

Hallac-ı Mansur sonrasında Horasan’da Hakim Tirmizi, Abdullah Ensari Herevi, İmam Kuşeyri gibi alim zatların, eserleri ve Ebu’l Hasan Harakani, Ebu Said Ebu’l Hayr’ın sözleriyle halka teması tasav- vufun toplumda kabulü ve gelişmesinde önemli bir etkendir.

Bu bakımdan Hallac-ı Mansur’un idamı sadece teorik zeminde değil coğrafi merkezin değişimi bakımından da tasavvuf tarihi açısından büyük bir kırılma olarak değerlendirilir.

Tasavvuf tarihi açısından önemli bir diğer kırılma olarak vaazlarda Ebu Said’in Kur’an ve hadislerin yanında şiirler okumaya başlaması gösterilir. Bu gerek Fars Edebiyatı ile gerek halkla duvarları kaldırarak bağlantıyı güçlendirmiştir.

Ortaya konulan bu gibi çalışmalar sonucunda; tasavvufun toplumun genel kabulüne girmesinin sistemleştirmeyi de beraberinde getirmesi bir doğal sonuç olarak görülür. Toplumun talebinin kaliteli ve devamlı bir şekilde karşılanması ancak bir sistemle sağlanabilir. Bu sistemleşmeyi ifade olarak tarikatlar gözükmüş ve bunlar İslam yöneticilerinin olduğu her yerde kısa zamanda teşkilatlanmıştır. Oluşan tarikler toplumda farklı roller üstlenmiştir. Aynı zamanda topluma göre kendi biçimleri de farklılık göstermiş, bu durum kıyafetlerinden kendi iç adet ve ritüellerine kadar açıkça yansımıştır.

Tarikatlar, genelde siyasi çalışmalardan uzak kalsalar da nebevi mirasın içinde siyasetin de bulunduğunu söyleyen bazı şeyhler mücadelelere girişmiştir. Bu mücadelelerin iç siyasetten ziyade dış işgal girişimlerinde etkin rol oynadığı, Osmanlı’nın kuruluş döneminde çokça yardımı dokunan Kazerûni tarikatı, Moğollarla savaşan Kübreviyye tarikatı ve en önemlisi devletleşen Erdebiliyye tarikatıyla örneklenerek açıklanmıştır.

Safevi dönemine gelindiğinde İran’da tasavvufun bitirildiği kaydedilmiştir. Bunda tecrübesiz devletin ideoloji olarak dini bir mezhebe dayanmasının ve ona göre teşkilatlanmasının önemli bir paya sahip olduğu söylenir. Yaslanılan bu mezhebin alimleri tasavvuf düşüncesine karşıdır. Ayrıca kuruluştaki çok çeşitli türden gruplara mensup sufilerin liderin karizmasıyla bir araya geldiği gözlenir. İleride yaşanacak krizlerde bu çeşitliliğin büyük kaoslara neden olacağı düşünülerek tasavvufun politik olarak da yok edildiği vurgulanmıştır. İstisna olarak varlığını sürdürebilmiş Hindistan merkezli üç yüzden fazla eserin sahibi olan Şah Nimetullah Veli’nin kurucusu olduğu Nimetullahiyye tarikatının gelişimi 20. Yüzyılın başına kadar incelenir.

Abdülhüseyin Zerrinkub, Tarihsel Perspektifiyle İran Tasavvufu, trc. Nurcan Altun, Önsöz Yay., İstanbul 2015.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -100 / Şiraze
Tarihsel Perspektifiyle İran Tasavvufu / Enes Güllü
Aforizmalar / Naz
Kırık Ney Taksimi II / Yunus Emre Öksüz
Gökyüzünden Dökülen Kırıntılar / Muhammed Korkmaz
Tümünü Göster