Asya Yazıları

İslâmabad – Pakistan… Sarsılıyoruz
08:45 gözlerimi açıyorum. Başımda felaket, sarhoş edici bir sancı. Sonra sesler… Sesler… Çığlık sesleri. İnsanlar ka­çışıyor. Duyuyorum. Kulaklarımda korkunç bir uğultu. Rüzgâr gibi, bir devin ayak sesleri gibi. Kendimde değilim henüz. Uyku sersemiyim. Beraber yaşadığım iki Tacikistanlı oda arkadaşım önce birbirlerine sokuluyor sonra kapıya doğru hücum ediyorlar, içimde bir şüphe birikiyor. “Yeni­den mi buldu beni” Evet! Sarsılıyoruz…

Biraz soğuk kanlıyım. Depremlere alışığım. Kontrolümü kaybetmeden çekmecemi açıp, cep telefonumu alıyorum. Terliklerimi giyiyorum ve bana en yakın olan çıkışa doğru koşturuyorum. Oda arkadaşım Asluddin’i depremin or­tasına doğru koştururken görüyorum. Ana kapıya doğru koşuyor ama oraya yetişecek kadar vakti yok belki de! Herkes ama herkes kontrolünü kaybetmiş, şuursuzca, ka­pana sıkışmış kediler gibi bir çıkışa ulaşmak için birbirini eziyor. Bir çok insan kaçmaya çalışırken merdivenlerden kayıyor, yuvarlanıyor, kolunu, bacağını, kafasını sakatlıyor. Balkonlarından atlayıp, sakatlananlar cabası. Asluddin hâlâ koşuyor. Bağırıyorum Arapça, “Oradan gitme, bu yolu kullan…” Duymuyor bile, insanlar birbirine çarpıp dü­şüyor. ikinci katın bana en yakın olan merdiven boşluğun­dan zemine inip yurdun içindeki üstü açık küçük bahçeye geçiyorum önce. Olası bir çökmede kendimi açıklığa al­mak için. Hâlâ sarsılıyoruz.

Bir koşuda üç katlı büyük yurdun ana kapısına yönelip kendimi dışarıya atıyorum. “Aman Allahım!” Dışarısı ana-baba günü. Öğrencilerden bir çoğunun üzerinde elbisesi ve ayakkabısı yok. Deprem olmaya başlar başlamaz kendilerini dışarıya salmışlar. Herkes ne olduğunu anla­maya çalışarak, uyku sersemi, boş ve manasız gözlerle birbirine bakını­yor. Birçoğu hayatında ilk defa böy­le bir deprem yaşıyor. Ben sabah namazından sonra uyudum. Uyku­suzum. Gözlerim kapanıyor, insan­lar içeriye dönmeye korkuyor. Sar­sıntı duruyor. Biraz soluklanıyorum. Sonra odama dönüyorum. Şiltemi üzerime çekip, bölünen uykuma devam etmek istiyorum. Saat dokuz sularında bir daha sarsılıyoruz. Artçı şoklar başlıyor. Ama çoğunun artçı şoklar hakkında bilgisi yok. ikinci sarsıntıda millet daha çok çıldırıyor, kaçmaya çalışırken birbirlerini eziyorlar, çığlıklar atanlar ve yüksek sesle dua okuyanların sesi geliyor kulaklarıma. Odamdan tam çıkıyo­rum ki deprem duruyor. Yatağıma geri dönüyorum. Saat 12:00 ye ka­dar tam beş defa deprem tarafın­dan uykum bölünüyor. Uyumaya ça­lışıyorum çünkü uykusuzum ve bu gece çok uzun olacak…

Dışarıda… Saat 12:00 sularında diğer Tacikistanlı oda arkadaşım Abdullah tara­fından sarsılarak uyandırılıyorum. Hepsi nasıl olup da bu binada uyu­duğuma şaşırıyor. Urduca yayın ya­pan radyolarda, İslâmabad’ın F-10 ve Karachi Company bölgelerinde iki yüksek apartman binasının çök­tüğü haberini duyduklarını, bana oraya gittiklerini söylüyorlar. “Ta­mam” diyorum ama göz kapaklarım kapanıyor, yastığa gömülüyorum. Depremden bir gün önce Pakistan’a dil öğrenmek için gelen arkadaşım Hamza tarafından saat bir sularında tekrar uyandırılıyorum. “Ali seni odada bekliyor” diyor. “Tamam” di­yorum. “Geliyorum.”

Sokaklar… 15:00
Hamza, ben ve Ali eski bir Suziki taksiye atlayıp, F-10 böl­gesine yollanıyoruz. Üniversitemiz şehrin biraz dışarısında kalıyor. Şehre giriyoruz. Yaklaştıkça trafik tıkanıyor, insan­lar sokaklarda birikmiş ve depremden sonra bir daha evle­rine hiç geri dönmemişler. Dehşeti sokaklarda koklayabili­yorsunuz. F-10 bölgesine yaklaşınca trafik birden duruyor. Bütün yollar, şeritler arabalarla tıkalı. Şoföre ücretini öde­yip yürümeye başlıyoruz. Binalar… Binalar bomboş… Tratuvar taşlarının üzerine üzeri tozla kaplanmış, moloz kat­manları ve kirden görünmeyen son model arabalar çekil­miş durumda. Kimisi hurdaya dönmüş, kimisinin sadece camları patlamış, kimisinin kaportası çökmüş, kimisi sapa­sağlam. Arabalar ama şoförsüz…

Köşeleri dönüyoruz. F-10 İslâmabad’ın zengin ailelerinin ve ecnebilerin yaşadığı bölgelerden biri. Lüks apartmanla­rı arkamızda bırakıyoruz. Başımı kaldırıyorum. Bir tek can­lı yok balkonlarda, pencerelerde. “Herkes nereye kaybol­muş?”

Sonra sesler yükselmeye başlıyor bir köşeyi dönünce. Hıç­kırıklar, çığlıklar, motor, traktör, vinç seslerine karışıyor. Onlarca kepçeli, matkaplı, kalın zincirli dev araçlar moloz­ları dövüyor. Karşımızda bir zamanlar on katlı bir apart­man dairesi olan Margela Tower’in enkazı. Korkunç bir manzara. Polisler dışarıdan içeriye girmeye çalışan halka mâni olmaya çalışsa da onlarda ne yapacağında kararsız. Herkes soğukkanlılığını yitirmiş durumda. Henüz hiçbir te­levizyon, haber ajansı dahi gelmemiş buraya. Fotoğraflar çekiyoruz kameramıza. Enkaza kadar yaklaşıyoruz, bir po­lis gelip, bizi uzaklaştırmaya çalışıyor, “Burada yaşıyoruz biz!” deyince özür dileyerek, biraz ilerimizde yaralılar için ayrılmış çadırı gösteriyor eliyle. Teşekkür ediyoruz ama gitmiyoruz.

Otoriteler merkez üstü konusunda kararsız ilk gün. Kimisi İslâmabad’a 95 km uzaklıkta olan Mansehra’ yı gösterirken, kimisi 110 km uzaklık­taki Attack şehrini, kimisi de Keşmir’i gösteriyor. Sonuç bir deprem oldu ve sonuç içler acısı. Şiddet 7.6…

On katlı Margela Tower binası salla­nırken içinden sadece on yaşlarında bir Amerikalı çocuk kurtulmayı ba­şarıyor. Zaman ilerliyor ama Pakistanlılar deprem konusunda çok tec­rübesizler. Ellerinde onca teknolojik nimet varken, bunları doğru yerde ve zamanda nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar. On katlı enkazın üzerin­de yüzlerce insan görüyorum. Her­kes birbirlerine bağırıyor ama saat­lerdir kurtarabildikleri bir tek insan bile yok. Burayı terk ediyoruz.

Zaman ilerliyor.,..
Başı sargılı, gözleri dışarı fırlarmışça­sına dehşetli küçük bir kız çocuğu… Yüzünün yarısı olmayan bir çocuk… Bacağı parçalanmış, ağlasa mı, çığ­lık mı atsa diye bocalayan bir an­ne… Onun yanında yaşlı annesi, boş bakışlar içinde, ihtiyar, beyaz sakal­lı bir baba, serum şişelerine bağlanmış, komada yatan çocuğunun başı­nı okşuyor, ihtiyarın ak sakallarında göz yaşları….

Abbottabat’ta Garhi Habîbullah ve Balakot binalarının enkazlarında ölü sayısı 127’ye yükseldi, İslâmabad’da Margela Tower’da ölü sayısı otuzlarda seğirtiyor.

Pazar…
Malezya Başbakanı Abdullah Ah­med Badavi iki uçak dolusu yardım malzemesi yolluyor. Japon Dış İşleri Bakanı Mr. Shigeo bir yardım ekibi, malzeme ve gıda ürünleriyle İslâmabad’a ulaşıyor. Süper güç Amerika yüz bin dolarlık bir yardım yollar­ken, Azerbaycan beş yüz bin dolar­lık bir para yardımı yapıyor. Dost ak günde değil, kara günde belli olu­yor. Şehirlere ulaşamıyoruz. Yollar kapalı, insanlar araçlarının içinde, ya da yol köşelerine çökmüş, çaresiz, perişan yolun açılmasını, kimisi yakınlarına ulaşmak için kimisi şehir­den kaçmak için bekliyor. Saatlerdir aynı bekleyiş. Yol açılmamakta karar­lı. Balakot ve Keşmir yolunda tık yok. Araçlar tek santim ilerleyemiyor.

Depremle birlikte Keşmir’deki ileti­şim bağlantıları koptu. Kimse ne ka­ra yolundan ne de telefon vasıtasıy­la Keşmir’deki yakınlarına ulaşamı­yor. Teknoloji bir kez daha mağlup kalıyor doğa karşısında. Üniversite yurtlarındaki yerli öğrencilerin çoğu okulu terk etti. Çoğunun ailesi kayıp. Yabancı öğrenciler hâlâ üzerle­rinden deprem şokunu atamadı. Her an birisi çığlık atıp, zelzele olu­yor diye dışarı fırlayıp, diğerlerini de korkutabiliyor. Hava kararınca garip bir korku gelip, kalpler üzerine yerleşiyor. Gözler uykusuzluktan kızar­mış. Her an yeni bir deprem olacağı korkusuyla gözler teyakkuzda.

Yirmi beş kişilik, Fransız kurtarma ti­mi Kuzey bölgelerinde operasyonlara başlıyor. Başkent İslâmabad’a on dakika uzaklıkta olan Rawalpindi şehrinin genel hastanesi, Kutsal Aile Hastanesi ve Bölge Merkez Hastanesi, pazartesi akşamı­na dek 730 deprem mağdurunu muayene etti. Bunlardan üç yüzü hafif yaralanırken, dört yüz otuzu ağır yaralı ola­rak kaydedildi.

Bugün İslâmabad’ın her yerinde kolej ve üniversiteler depremzedelere yardımı olabilecek her türlü malzemeyi okul­larında toplayıp, gruplar hâlinde Pakistan’ın çeşitli vilayet­lerine gönüllü olarak dağılmaya başladılar. Camiler odak noktaları olarak, yüzlerce ilk yardım ve konaklama kampı bir gece içinde kuruldu, islâmabad’daki Margela Tower’in enkazında gece hiç ara vermeden çalışan izci Akbar, gün­düz dinlenmek için kısa bir mola verdiğinde şöyle diyor: “Yabancı teknoloji insanlarımızı bulmada bize ne kadar yardımcı oluyor görüyorsunuz. Bu öğle sonrasına kadar elli insanı sağ olarak kurtarmayı amaçlıyorduk ki, geçen gece dört ölü ceset bulduk. Başka bir üçünü ise bugün…”

Dedektörlerle insan arıyorlar. Bulunan insanlardan birço­ğu şuurunu yitirmiş, uzun zaman sonra karanlık mezarla­rından gün ışığına çıkınca, boş ve anlamsızca bakınıyorlar etraflarına. Karşılarında bambaşka bir dünya görüyorlar.

İlk çalışmalarda Azad Kaşmir’de sadece bir tek kız çocuğu sağ olarak bulunuyor. Keşmir’deki okul binalarının enkaz­ları altındaki çocukları kurtarma çalışmaları hala sürüyor. Rawalkot’ta yaşayan her aile, neredeyse bir üyesini kay­betti. Meşhur şarkıcı Jawad Ahmed, ailesinden sekiz kişiyi birden Lahore’da kaybetti.

Şimdi çocuklar hiç korkmadıkları kadar korkuyorlar hayat­larında. Artık evleri onlar için karanlık ağzını açmış, o ma­sallardaki korkunç devleri anımsatıyor, İslâmabad’da apartman dairelerinde yaşayan insanlar son iki gecedir kaldırım taşlarında uyumaya çalışıyor. Bir anda Türkiye geliyor aklıma. Her sarsıntıda çocuklar biraz daha sıkı sarılı­yorlar babalarına, annelerine. Sevdiklerini, evlerini kaybe­den anneler yavrularına sıkı sıkı sarılırken, biraz daha içli ağlıyorlar şimdi.

Şimdi öğrenciler, esnaflar, otel sahipleri, terziler bütün kalpleriyle kendi hizmetlerini depremzedelere sunuyorlar. Okul ve kolejler cumartesiden beridir kapalı. Bir çok gö­nüllü, ekiplere katılarak, büyük hasarlar gören, Abbottabad, Mansehra, Keşmir, Muzaffarabad gibi çeşitli bölgele­re yardım için gidiyorlar. Otoritelerin en çok aradığı başlı­ca yardım malzemeleri arasında; battaniye, kurutulmuş süt, kurutulmuş meyveler, kibritler, mumlar, tıbbı malze­me, tente, çadır ve içme suları yer alıyor.

Pakistan’ın tüm tarihi boyunca, Hindistan’la arasında ge­çen birkaç savaş dışında, özgürlük savaşı dışında ve ünlü nükleer atom enerjisi denemeleri dışında bu deprem Pa­kistan’ın tarihinde karşı karşıya geldiği en büyük doğal fe­laketti.

Birleşmiş milletler elçisi, birleşmiş milletler ekibiyle birlikte koordine hâlinde çalışmalara başlıyor. Muzaffarabad ağır hasarlar altında. Pakistan ordusu şu ana dek üç yüzün üzerinde askerini kaybetti ve beş yüzün üzerinde yaralan­mış askerleri muayene edilmeyi bekliyor, ilk hedef önce sağ kalanları bulmak. Nefes alanları… Sesler yükseliyor. “Sesimi duyan var mııııı?” Yankılanarak uzuyor sesler. Bu gece çok uzun sürecek…

48 Saat sonra…
Abbottabad, Balakot’ta 48 saat sonra, bir okul binası en­kazından kız ve erkek olmak üzere toplam 40 öğrenci canlı olarak kurtarıldı. Yüzlerce, binlerce sağ kalan dep­rem mağduru, Kuzey Pakistan’ın dağlarında, dondurucu soğuğun altında çaresizce iki gece geçirdikten sonra şim­di yardım için bekliyorlar. Artık onların da başlarını soka­cak bir evleri yok.

Birçok köy ve kasabalarda insanlar çıplak elleriyle, gece boyunca enkaz ve molozları kazarak arkadaşlarına ve aile­lerine ulaşmaya çalıştı. Milyonlarca insan depremden etki­lendi, zarar gördü. Muzaffarabad şimdi bir hayalet şehri andırıyor. Hastalar, yaralananlar yerlerde yatıyor ve kısıtlı şartlarda muayene ediliyor. Şanslı olan bir kaçı hastane yatağı bulabiliyor.

Avrupalı, Arap ve Japon milletlerinden olan 45 kişi dep­remden sonra İslâmabad’da iki apartmanın tuz buz olma­sıyla iki günden beri kayıp. Hâlâ cesetlerine ulaşılamadı.

Margela Tower enkazından çıkarı­lan 27 cesedin kimliği saptanırken, 45 kişinin henüz kimliği saptanama­dı. Bunlar arasında dört Iraklı aile, bir İsveçli kadın ve onun üç evladı, iki İtalyan erkek, bir İspanyol adam, bir Japon ve diğer milletleri sapta­namayan cesetler…

Dünyanın bir çok yerinden gönüllü­ler, kendi kurtarma ekipmanları ve eğitimli köpekleriyle İslâmabad uluslararası hava terminaline aktı. N.W.F.P, Patan bölgesinde ölü sayısı resmi rakamlara göre 3198’e tırmanıyor.

Güneş Yükseliyor…
Depremin üçüncü günü güneş yük­selirken, on katlı Margala Tower binasının molozlarından bir anneanne, bir torun ve bir kız kardeş sağ olarak kurtarılıyor. Yaşlı kadının oğ­lu Mamoon Khan, üç gün boyunca umudunu yitirmeyerek rabbine an­nesini ona bağışlaması için dua etti. 80 saat sonra başka bir mucize da­ha gerçekleşti ve Margala Tower’in kalıntılarından 75 yaşında bir kadın­la 52 yaşındaki kızı hiçbir yara almamış şekilde sağ olarak kurtarıldı. İn­giliz ekibin bulduğu iki yaşlı anakız çığlıkları ve ağlayışları sayesinde fark edildiler.

İslâmabad Federal Eğitim Yönetimi’­ne bağlı bulunan 11.000 den fazla memur beş günlük maaş yevmiyesi­ni deprem yardım fonuna aktardı. Rawalpindi, Attack Petrol Şirketi’nin işçileri iki günlük yevmiyelerini dep­rem fonuna yatırdılar. Üniversite öğ­rencileri kendi aralarında fona akta­rılmak üzere para topluyorlar. Ra­walpindi Modern Dil Üniversitesi’nin Çinli öğrencileri kendi aralarında 30.000 rupee topladı.

Çarşamba…
Muzaffarabad’da hâlâ yüzde seksen ikametgâhın başını sokacak bir çatı­sı yok. Gece soğukları başladı, iki bacak, bir sol kol, bir omuzun ek­lem mafsalı, bir göğüs parçası ve farklı kurbanların kesik başları, mil­letleri tanımlanamayan beş ayrı ce­setle birlikte, çarşamba günü Man­gala Tower’ın enkazından çıkarıldı.

Depremin üzerinden beş gün geçi­yor. Artık insanlar bilime inanmak istemiyor. Herkes mucize bekliyor bir yerlerden, insanlar mantıklarından, yemeksiz, susuz ve temiz hava­sız yüz saatten fazla yaşanamayacağı fikrini silmiş. Hepsi dua ediyor. İçişleri Bakanlığı sözcüsü Dr. Shahzad Wasim şöyle diyor: “Evet, bu sa­atten sonra insanların sağ kalma olasılığı çok düşük bir ihtimal olsa da Türkiye’den bir örnek vermek is­tiyorum. Depremin üzerinden yedi gün geçmesine rağmen insanlar molozların altından sağ olarak çıka­rıldılar.”

İslâmabad polisi depremzedeler için yardım fonuna beş buçuk milyon ru­pee bağışladı.

Manzaralar…
Keşmirli küçük bir kız çocuğu Muzafferabad’daki kampta bir köşeye çökmüş. Sol gözü artık yok. Gözü çıkmış ve gözünün etrafında ve yanağında pıhtılaşmış, kurumuş kan lekeleri var. Sağ kalan tek gözüyle boşluğa ve bize anlam­sız ifadelerle bakıyor. Henüz ona muayene sırası bile gel­memiş.

Türk ekibi, Muzaffarabad harebelerine ulaşan ilk yardım ekiplerinden biriydi. Türk sivil savunma ekibi, Türkiye Sağ­lık Bakanlığı tıp ekibi, Türkiye doğal felaket müfrezesi, Pa­kistanlı otoritelerle birlikte depremin ikinci günü bir kon­voyla birlikte Muzaffarabad’a geldi.

İ.H.H. Pakistan’da çalışmaya başlayan ilk yabancı sivil yar­dım kuruluşuydu. Depremin hemen akabinde, İslâmabad’da yıkılan Margala Tower’ın önünde bir yardım çadırı kurup yaralılara, çalışanlara ve haber ekiplerine yemek ve içecek dağıtmaya başladı. Ertesi gün özel bir uçak kirala­yıp, yolları kapanan, iletişim bağlantıları kesilen Keşmir’e uçtular. İ.H.H.’nın başka bir kolu bazılarının depremin merkez üstü dedikleri Mansehra’ya gitti. Perşembe gece­si, yani dün sabah saat 1:30’larda bir daha sallandık. İ.H.H. ile birlikte Mansehra’da çalışan arkadaşım Ali iki ke­re sallandıklarını, merkez olarak kullandıkları okul binası­nın duvarlarında büyük çatlaklar olduğunu söyledi. Depre­min şiddeti 6.0…

Akut ve Kızılay’da Türk ekipler arasındaydı. Kızılay 24 saat hizmet veren bir yardım çadırı kurdu.

Beş gün sonra… Mucizeler… Göz Yaşları…
Sekiz yaşlarında güzel bir Keşmirli kız çocuğu, başında be­yaz bir bandaj, göz torbaları ve yanakları hafif şiş, gözleri ağlamaktan küçülmüş, Muzaffarabad’daki kampta bir çeşmeden şişesine su dolduruyor ve küçük kafasında, “Neler oluyor?” anlamında ve masumca ama anlamsızca kameramıza bakıyor.

İki kız çocuğunun dahil olduğu on kişi, Kaghan ve Muzaffarabad’daki enkazlardan askerî ve sivil ekipler tarafından sağ olarak kurtarılıyor. İran kurtarma ekibi 72 saat sonra Kaghan bölgesinde yıkıntıların altından altı kişiyi sağ ola­rak çıkardı. Muzaffarabad’da yüz saat sonra, beş yaşında­ki Zarabe Shah, merdiven boşluğunun altında yatarak, büzülmüş olduğu halde canlı olarak çıkarıldı.

Çarşamba günü Rus ekipleri yarı şuursuz, moloz ve toz­dan yüzü gözü görünmez hâlde olan bir genç kızı sağ olarak çıkardılar. Beş gün sonra gün ışığına çıkan genç kız şöyle fısıldadı: “Su içmek istiyorum.” Bir bardak su istedi. Ama aç olmadığını söyledi. Bir gün öncesi, komşuları genç kızın babasının ve iki kız kardeşinin cansız cesetlerini enkaz altından çıkarmışlardı. Annesi ve diğer iki kız karde­şi sağ olarak kurtarıldı. Annesi, genç kızın öldüğüne kana­at getirip, onu terk etmiş ve Muzaffarabad’daki kampa gitmişti. Genç kızı başka bir yardım kampına yolladılar.

Depremin beşinci günü Türk ekibi, 45 yaşında, üç çocuk annesi bir kadını 105 saat sonra Muzaffarabad’daki evi­nin enkazı altından çıkardılar. 48 yaşında, esnaf olan ko­cası Mahmood Farooq Marchal çok sevinçliydi. Şöyle de­di bize: “Çok mutluyum çünkü hayat arkadaşım tekrar bana döndü ve şimdi yepyeni bir yaşama yeni baştan, be­raber başlayabiliriz. Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim Türkiye…”

Yaklaşık beş yaşlarında bir kız çocuğu, günlerce yıkıntıla­rın altında sürünerek, emekleyerek karanlığın içinde hiçbir şey görmeden dolaştı ve yüz saat sonra diğer sağ kalanla­rın enkaz altından başka birisi çıkabilir düşüncesiyle açtığı karanlık delikten kendi elleriyle çıktı. Beş yaşındaki kız ço­cuğu çok yorgundu ama bilinci yerindeydi.

Depremin ilk akşamı korkunç, sağa­nak hâlinde bir yağmur yağdı. Şimşekler öyle kuvvetliydi ki her şimşek çakışında masam titriyordu. “Allah daha çok azap vermekte kararlı!” diyordum ama yanılıyordum her za­manki sınırlı aklımla. Yetmiş yaşla­rında bir adam, molozların arasından sızan yağmur suyunu emerek, içerek hayatta kalmayı başardı ve Salı günü 80 saat sonra Muzaffarabad’daki üç katlı binanın enkazından sağ olarak İngiliz ekibi tarafın­dan kurtarıldı. Adı bilinmeyen başka bir adam da enkazın altında yağmur suyu içerek hayatta kalmayı başa­ranlardandı.

On gün sonra Pakistan resmî ra­kamlar 50 .000 ölü sayısını gösteri­yor. Gayrı resmîler altmış binin üze­rinde. Şimdi gökyüzüne bakıyorum. Sivil ve askerî uçaklar, halikopterler semayı kaplıyor. Sonra paraşütler. Paraşütlere asılı erzak, yiyecek ve içecekler yeryüzüne iniyor. Yavaş… Yavaş… İnsanlar onları kapabilmek için birbirine giriyor yeryüzünde, ikinci bir deprem daha. Sarsılıyo­ruz…


Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çizgi-14 / Behice Kolçak Şark
What is The İmam? / Gülşah Nezaket Maraşlı
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -18 / Şiraze
Dost İlinden Gelen Ses / Kadriye Yılmaz
Japonya, Japonca ve Japon Şiirine Dair / Muhittin Fırıncı
Tümünü Göster