Türkülerimize, şarkılarımıza, manilerimize ve masallarımıza kadar nüfuz eden yönüyle dünya, mutlak anlamda kalacak bir yer değildir. Veysel’in ifadesiyle dünya, iki kapılı bir handır; birinden girilir, bir süre kalınır ve ötekisinden çekilip gidilir. Diğer bir ifadeyle insan bir yolcudur; yolu bu iki kapılı bir han olan dünyaya uğramıştır. Şu halde, han kapısında ne kadar kalınabilir? İnsan ne kadar mesut olabilir orada? Yolcu bir an önce yapılması gereken işlerini yapıp, asıl hanesine, vatanına dönmek ister. Bu yüzden dünya, diyar-ı gurbettir, asıl vatan değildir. Bizim klasik şarkılarımızda ve türkülerimizde gurbet temasının ön planda olmasının sebebini bu düşüncede aramak gerektir. Öyle birilerinin sandığı gibi, iş, eğitim ve askerlik gibi sebeplerden dolayı yolu gurbete düşenlerin söyledikleri sözler değildir, o gurbet türküleri, gurbet şarkıları. Bunlarda daha derin ve daha zengin bir dünya görüşünün etkisi vardır. Bu yazının maksadı, ne dünya tasavvuru üzerine bir şeyler söylemek, ne de gurbet temalı türkü ve şarkıların ilham ettiği düşünceleri dile getirmektir. Keza bu cümleleri yazmama sebep olan ne dinlediğim bir türkü ne de bir şarkıdır. Bir şiir okumuş da onun etkisiyle de yazmıyorum. Bana bunları tedai ettiren bir hatıra kitabının ismidir. |
Türkoloji alanında ilk hanım akademisyenlerimizden olan Neclâ Pekolcay Hanımefendi’nin hatıraları, Geçtim Dünya Üzerinden (Haz■ Hilâl Farşa- toğlu, İstanbul, 2005) adıyla yayımlandı. Kitabın münderecatını incelemeden dünyanın üzerinden geçilecek bir zemin olduğu vurgusuna matuf bu isim, bana bunları düşündürdü. Geleneği iyi bilen isimlerden biri olarak Neclâ Pekolcay’ın irfanî perspektifini de ele veren bu başlık, kitabı, sanki bir gurbet temalı bir hüzzam şarkı veya bir hüseyni türkü dinler gibi okutmaktadır. Nitekim kitabın ilerleyen sayfalarında, dünya üzerinden geçme/geçebilmenin ne anlama geldiği de Hanımefendi’nin hatırında kaldığı kadarıyla anlattığı hikayesinde anlamını buluyor. Dünya üzerinden geçme, sadece kronolojik bir süreci ifade etmez; dünyadan geçebilen ve böylece bir üst forma ulaşabilen bir irfanî derinliği de ihtiva eder. Neclâ Pekolcay’ı dünya gözüyle görmüş değilim. Kuşkusuz hatırasını okuduğumuz herkesi tanımak zorunda değiliz. Lâkin Neclâ Pekolcay ismi benim için büyük bir anlam ifade eder. O benim de müntesibi olmakla iftihar ettiğim akademik kürsünün duayenlerindendir. Kendi alanımla ilgili ilk ders kitabını o yazmıştır. |
Benim de alanıma dair okuduğum ilk kitaplar onun ve öğrencilerinin çalışmaları olmuştur. Bu bakımdan kendisini görmesem, sohbetinde bulunmasam ve dersini dinlemesem de o, benim manevi hocalarımdan biridir. Bu yüzden kitapta ele alınan konular, sadece bir hatıra değil, ülkemizdeki yüksek din eğitimi ve bu eğitim içerisinde Türk-İslâm Edebiyatı’nın mahiyetine dair önemli tarihi tespitleri de içermektedir. Buna ilaveten, hatıra sahibinin nezdinde, otuzlu yılardan itibaren değişen bir kentin ve kültürün serencamını, ilkokuldan başlamak üzere eğitim kuruluşlarını ve eğitim anlayışını da öğrenmekteyiz. Edebiyat Fakültesi’nde devam eden yüksek tahsil hayatını ve kitap ve makalelerini hala me’haz olarak göstermek durumunda olduğumuz değerli hocalarıyla olan ilişkilerini, yine bu hocalarından yeri doldurulamamış bir dilcimiz olan Reşit Rahmeti Arat’ın delaletiyle yirmi yıla yakın bir süre çalıştığı İslâm Ansiklopedisi’ndeki mutfağa ilişkin verdiği küçük ipuçları, öğretmenlik yılları ve öğrencileriyle olan ilişkisi okuyucuyla paylaştığı önemli tecrübî bilgilerden bir kaçıdır. Hiç şüphesiz Neclâ Pekolcay ismini, bu gelip geçilen dünya zemini üzerinde taçlandırarak yarına taşıyan süreç, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Türk-İslâm Edebiyatı hocalığı ile başlar. Bunu hem Geçtim Dünya Üzerinden’de ele alınan konular çerçevesinde söylüyorum, hem de hocanın diğer eserleri ekseninde söylüyorum. Nitekim o farklı kurumlarda araştırmacı ve öğretmen olarak da hizmet etmiş olmakla birlikte, Türk-İslâm Edebiyatı alanında yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır. Onun geride bıraktığı matbu eserleri ve yetiştirdiği seçkin talebeleri de bunun tanığıdır. Bu bakımdan elimizdeki kitap, enstitüden fakülteye, MÜ İlahiyat Fakültesi’nin farklı bir tarihi olarak da okunabilir. Fakültenin bir çoğu Hakk’a yürümüş veya emekli olmuş değerli hocalarının yanında genç kuşağa ilişkin unutulmayan hatıraların kaydedildiği kitapta, öğrenci hareketlerine ve yüksek din öğretimi öğrencilerinin sosyo-kültürel durumlarına ilişkin kayda değer tahlillerde bulunmaktadır. Bilhassa satır aralarında, dinî anlayış ve bu anlayışta bariz bir şekilde gözlenen değişime ilişkin önemli noktalar tespit etmek mümkündür. Geçtim Dünya Üzerinden’i okudukça, uzaktan bakıldığında sıradan bir hayatı yaşadığı farzedilen bir hanımefendinin, aslında ne denli derin izler bırakarak bu dünya üzerinde varoluş gerçeğine ulaştığına tanık olmaktayız. Onun için biricik olan hayatı, büyük bir kitlenin tercümanı oluyor. Bu kitle bu toprağın gerçek sesidir. Her ne kadar bir kısım haricî engellemelerle zaman zaman sesi kısılmak ya da yanlış bir makam üzerinde akord edilmek istense de bu ses, milletimizin tarihiyle birlikte yoğrula gelen öz sesimizdir. Bu ses, kâh Yunus olmuş, kâh Süleyman Çelebi, kâh Eşrefoğlu Rûmî; tarih ırmağında akıp bu günlere değin gelmiştir. Bu sesi yarınlara taşıyacak olan ise, dili, dini ve kültürüyle barışık eğitim kuramlarından yetişen, kendisiyle, tarihiyle ve toplumuyla barışık nesillerdir. Hoca meslek hayatındaki bir kısım yokuşlara rağmen bu nesilleri yetiştirmiştir. Bu eseriyle de ulu bir çınar olarak yarınlara kalmayı başarmıştır. Bize düşen, kendisine geçtiği bu dünya üzerinde daha nice hayırlı ömürler dilemektir. |