Ben deri döşemeli, oturanın gövdesinden heybetli, tekerlekli makam koltuğuyum. Her zaman; avizeli, kartonpiyerli, halı döşeli, ahşap dolaplı etkileyici dizaynı ile geniş salondaki, ceviz kaplamalı büyükçe çalışma masasının arkasında dururum. Herkese ve her göreve göre bir tane bulunur benden. Bazen devlet idaresinde, bazen işyerlerinde, bazen de süs olarak kullanıldığım olur. Sahibim üzerime oturarak, şöyle yarım bir daire sağa-sola dönerek düşünüyor pozları içinde ve bacak bacak üstüne atarak veya masa üzerine ayaklarını uzatarak bir puro ya da pipo yakarak, caka satan pozlarını tamamlar. Parayı bastıran benim en cafcaflı, en havalı olanımı elde edebilir. Kim olduğu hiç önemli değildir. İster saygın bir beyefendi, hanımefendi, ister bir mafya babası, ister bir şarlatan, isterse dalavere ile işini götüren üç kağıtçı olsun fark etmez. Görüntüm ile bıraktığım izlenim, etki ve saygınlık tesiri, sahibimi de aynı kefeye koyduracak parlaklıktadır. Ben bir ihtiyaçsam ki; öyleyim. Her halükârda bir oturağa oturacak insanlar. Öyleyse bu neden ben olmayayım? |
Hem de en alâsmdan bir makam koltuğu olarak. Aslında tarih boyunca ben bir şekilde var olmuşum. Eskilerde post sermezler mi idi, makam yerlerine. Bazen bir kral, bazen bir derviş, bazen de bir çulsuz. Postunu serer işini görür, ihtiyacını giderirmiş. Her zaman şöyle veya böyle bir makam yeri olmuştur oturulacak. Çok mütevazı bir görüntü altında dahi gizli gurur ve kibirli ruh hâli taşıyan insanlar da yok değil. Her zaman göstere göstere caka satacak değiller ya. Mütevazi kılıklı, gururlu, kibirli, kinli tipler çaktırmadan maskelerini kullanarak ve tabi beni de kullanarak insanları aldatma, kandırma, bir anlık saflık ve gafletlerinden faydalanma yoluna giderler. Bir takım insanların; kendilerine manevi değerleri rehber edinmiş olanların, daha çok dikkat etmesi gereken hususlar olması gerekmez mi? Şu hikayeyi duymuşsunuzdur: Bir gün köpeğin biri yol kenarında yatıyormuş, ilerden eli bastonlu, sakallı bir adamın geldiğini görmüş, göz ucu ile bakmış ve yatmaya devam etmiş. Ancak adam yanına yaklaşınca bastonu ile köpeğe bir vurunca köpek neye uğradığını şaşırmış. |
Ve köpek şöyle söylenmiş. “Ben sana kanmazdım kanmaya ama, beni senin sakalın aldattı demiş.” Bu sakal olmaz da, başka bir maske olabilir. Yani maskelenmiş bir kimlik. Köpekten kinaye, sakalla ilgili öncelikli düşünce, dürüstlüğü ve güveni temsil etmesi. Öyle cılız öyle beceriksiz, kabiliyetsiz insanlar var ki ben onlara can simidi oluyorum. Benim görkemim, vücut dilim sayesinde iş hallediyorlar. Adam yerine konuyorlar. Esas yandığım, acı gelen kendileri gerçekten iş bilen adam, hakkıyla bir yerlere gelmiş, kendisine güvenilen, sevilen insanların da benim üzerime oturdukları andan itibaren değişmeye başlamaları. Oysa onlara, oturmaktan başka sağladığım bir şey yok aslında. Ancak ne hikmetse “koltukta keramet vardır” esprisine uygun olarak keremli davranmıyorlar da keremsizleşmeye doğru yöneliyorlar. Gerçek mütevazi, hak sahibi olanla hakikaten iş bilen, güvenilen olanlar, sevilenler de yok değil. Bunlar benim üzerimde büzülürler, adeta küçülürler. Kendilerine bir büyüklük gurur, kibir gelmesinden çok korkarlar. |
Hatta böyle bir düşüncenin dahi akıllarından geçmesi kalplerini ürpertir. Ancak pratikte sayıları oldukça azaldı böylelerinin. Pratikte dedim çünkü sözde herkes “sütten çıkmış ak kaşık.” Herhalde “dilin kemiği yoktur” atasözüne iman ediyorlar. Söylediği ile yaptığı bir olan insanlara ne kadar ihtiyacımız var değil mi? İnsanlar masanın bu tarafı ile öbür tarafı diye modern bir mesel uydurmuşlar. Muhalefette olma ve iktidarda olma hâli gibi. Yani başkalaşma hâli. Koltuğun hakkını vermek her babayiğitin hakkı değil! Şimdilerde koltuğun hakkı “el çabukluğu göz boyama marifet” anlayışı ile veriliyor. Seyredenler de “adam işini biliyor helal olsun” diyerek alkış tutuyorlar. Benim safdil, kompleksli himmet umucularım. Hani bir mesel daha var: “Aslan sürüye dadanmış, her gün bir boğa götürüyormuş ve en cılızlarından başlamış yemeye. Güçlü kuvvetli olan diğerleri de buna ses çıkartmamış ve seyretmişler. Öyle bir zaman olmuş ki, sıra kendilerine gelmiş, eyvah! demişler ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş”. Evet bir şaşırtmaca var işin içinde, hani nasıl söylesem, bazen bir elbise için “Giyene değil giyilene bak” denir. Oysa burada “Oturulana değil de oturana bakılması gerekmez mi?” Nasrettin Hoca ne güzel dile getirmiş bu tersliği “Ye kürküm ye” meselinde olduğu gibi. İnsanımız, şu aklı evvel, modern, bireyselci, uscu, özgürlükçü! insanımız nasıl da şaşkın, şaşırtılmış. Zihnî yanılgılar içinde, bir dünya oluşturmuş kendisine. Psikolojik ruhsal durumu “Aldatılmış ancak, parlatılmış” olmasına önem veriyor. Bu kadar atasözü, darbı mesel ve bu kadar yaşanmış tecrübeler var ama hepsi berheva olup gidiyor. Bir eşya olarak ben nelere kadirmişim Ya Rabb! |