Üstadımız Nuri Pakdil’in vefatına çok üzülmüş- tüm. Gözlerimde hüzün bulutları, yüreğimde acının sızısı dinmiyordu. Dünya biraz zalim, biraz karanlık ve biraz da tuhaf. Gün geçtikçe biraz daha karanlığa gömülüyoruz. Üstadın vefat haberini aldığımda şu iki mısrayı yazabil- miştim ancak.
Bağlanma dünyalıklara demiştin Bağlanmadın gittin maveraya
Sonra üstadın cenaze namazını hatırladım. Cenaze namazı kılınacağı esnada arka saflarda bir genç adam belirdi. Gür bir sesle “Kudüs” dedi ve yürüdü. O, yürüyünce bütün cemaat yol verdi. Öndeki bütün devlet erkânı buyur etti. Ona sarılan ve ağlayan koca koca adamlar gördüm. Dik, dimdik ve kesintisiz bir yürüyüşle şiirini okudu genç adam. Genç adamın okudu- ğu şiir Nuri Pakdil’in kadim dostu şair M. Akif İnan’a aitti. Genç adam gür sesiyle:
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu diyordu. Hayatta iken Kudüs için, can atan, Kudüs için kalpleri atan “Yedi Güzel” adamdan ikisinin Kudüs ve Mescid-i Aksa şiirleri vardı. Kudüs, Filistin, Mescid-i Aksa hassasiyetleri fazla idi bu iki şairin. Bizlerin kestiremediği bir durumdu bu. Halbuki genç adam vaktiyle;
Gel Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar
şiirini de okumuştur Fakat cenaze namazında hepimizin ağlaması gerekiyordu. Bir Kudüs davasının savunucusu daha aramızdan ayrıl- mıştı. Ve Kudüs, Gazze, Filistin bir kez daha öksüz kalmıştı. Hepimiz bir çocuk gibi ağlıyor- duk, Mescid-i Aksa gibi ağlıyorduk. İşte genç adam tam da buna vesile olmuştu. Yedi Güzel Adam’ın şiiri bir bütündü. Bu, onların kendi aralarında bağlanmanın bir tezahürüydü.
Modernizmin insanı sürüleştirdiği bir dönemde sürü olmamak için sürülen, ötekileştirilen iç dünyalarını bakımlı tuttuğu sürece savrulmaya- caktır. İnsanın savunmasız bırakıldığı, ıssızlaştığı bu çağda “bağlanma”nın felsefesini yeniden oluşturmak lazım. İnsan, iç dünyasını bakımlı tuttuğu oranda algılayabiliyor yaratılıştaki bilgeliği anlamak için.
Nuri Pakdil, sadece iç dünyamızı bakımlı tutmu- yor. Onun seçkin dili, dilimizi de inceltti. Çünkü çekimli bir dili vardı onun. Emek ipi gibi, onur iğnesi gibi… Nuri Pakdil, insanı yücelten değer- leri birer birer insana duyumsatma çabası içinde sonsuza eklemliyordu.
Bağlanmak, evet bağlanmak güzel bir şey. Rol model almak, bir şeyler devşirmek. Bilgiyi kâmil hale getirmek güzel bir şey. Ham bilgilerin oluk oluk aktığı bir dönemde, çamura, boz bulanık sulara karıştığı bir dönemde sahih bilgiye bağlanmak gibi bir şeydir.
Nasıl mı? Anlatayım. Günümüz dünyasında bilgi ve kitaplar bir tık ötemizde. Bilgilerden, yoğun gündemlerden, konferanslardan, şölen- lerden, törenlerden fırsat bulamayıp hayatımızda rol model olabilecek insaları bulamıyoruz. Daha doğrusu rol model olabilecek insan sayısı onun tabiriyle “azın azıdır”.
“Bağlanma”, sahi Nuri Pakdil Usta’nın bir kitabının da adıydı. Çok sevdiği ve ağabey dediği Fethi Gemuhluoğlu için yazmıştı bu kitabı. Nuri Pakdil’in Kudüs’e bağlandığı gibi Fethi Gemuhluoğlu’na da bağlanmıştı. Her insan okunmayı bekleyen bir âyettir düsturuyla bağlanmıştı. Pakdil Usta, bu bağlılığı Allah inancı ile Peygamber bağlılığından kaynaklanan evrensel bir ısı gibi görüyordu. Gemuhluoğlu üstadı için kitabında kalın harflerle “İnsanın elinden tutuyor ve adeta insanı çağa çıkarta- rak yürüyüşe alıştırıyordu. İnsan, arttığını ve çoğaldığını duyumsuyordu onun yanında.
Pakdil Usta’nın, Gemuhluoğlu ağabey ile ilk tanışması daha doğrusu tanışmak istemesi de çok maceralı geçmişti. Kaç defa Gemuhluoğlu’nun çalıştığı yere gitmiş, oranın penceresinden bakıvermiş, içeride misafirlerin çok olduğunu görünce girememişti. Tanışma denemeleri bir yaz akşamına dek sürmüştü. Kendi deyimiyle bir silah gibi kuşanarak giriverdim Gemuhluoğlu’nun yanına, demişti.
Gemuhluoğlu ağabey, Nuri Pakdil için gizemli bir kuşatma sağlamıştı. Fakat bu gizemli kuşatıcılığı bir müridin iradesini teslim etmek, özgürlüğü terk etmek gibi değil, tersine özgürlüğün şuuruna varıyordu. Pakdil Usta, Gemuhluoğlu ağabey ile uzun yürüyüşler, uzun yolculuklar ve sonrasında uzun ayrılıklar yaşadı. Bu uzun ayrılıklarda onu ağabeyine yaklaştıran mektuplarıydı. Pakdil Usta, yazmadığı zamanlar Gemuhluoğlu ağabey ona yazardı. Her yazdığında da edebiyat dünyasından meseleleri yazıyordu. Dergi çıkarmasını istiyordu Pakdil Usta’dan. Belki diyor Pakdil Usta, Edebiyat Dergisi’nin tohumları bu mektuplarla oluşmuştu.
Sonra birkaç güzel adama, sırların sırrında sır bulduğu kadim dostlarına da bağlanıyor- du… Çoğu arkadaşıyla Maraş’tan tanışıp aynı üniversiteye okumaya gelmişti. O, Yedi Güzel Adam’a düşünce ve sanat üreten bir motor görevi de görmüştür. Önce Edebiyat sona Mavera Dergileri ile karşı konulmaz bir sev- daya tutulmuşlardı. Asya’dan Afrika’dan ve hatta Avrupa’dan bütün ezilmişlerin, bilhassa zulme uğrayan Müslümanların sesi olup dergi- lerinde haykırdılar. İnsan onurunun kurtuluşu için çabaladılar. Ve öylece Yedi Güzel Adam oluvermiştiler. Bazen Ankara’ya Necip Fazıl Kısakürek gelmekte, onların evlerinde kalmakta ve edebiyatın coşkunluğuna bu evlerde bağlan mışlardı. Edebiyatın coşkunluğu onları da birbi- rine bağlamışlardı. O, biliyordu ki bağlanmasa tutunamayacaktı. Bağlanmasa tutunamayacak- lardı. Çünkü o, tutunamayanların, erezyona uğrayıp kökünden sökülenlerin hâlet-i rûhiyesi- ni görmüştü. Sezai Karakoç, “Diriliş” derken o “Bağlanma” diyordu.
Nuri Pakdil, dostlarına, üstadına, ağabeyine bağlandığı gibi Kudüs’e, Mekke’ye, Medine’ye ve İstanbul’a da bağlanmıştı. Bağlanma Nuri Pakdil’de modern bir çağa karşı tutunma mecâlidir. Nuri Pakdil demek, Kudüs, Filistin, İslâm kardeşliği demekti. Onun yüreğinin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir ve üstün- de bir tül gibi Kudüs vardır.
Nuri Pakdil Usta’nın not defterinin son say- fasında şu notlar yazılası gerek: “Ortadoğu coğrafyasında, Müslümanların yaşadığı coğ- rafyada hatta dünyanın zülme uğrayan bütün coğrafyalarında duyabilen insanların, görebilen insanların umut kelimesi yerine Türkiye adını yazdığını hissediyorum.”
Nuri Pakdil demek, ağabey demek, bağlanmak demek. Nuri Pakdil demek, Kudüs, Filistin, İslam kardeşliği demekti. Bir de Nuri Pakdil demek dostları hatırlamak demekti.
Ruhun şâd olsun usta.