Dil ve Derviş

Dil yetisi, insan düşüncesinin kelimeler yoluyla teleffuza bürünmüş halidir. İnsanın, anlam ve söylem açısından meramını ifade etmesinde dil önemli bir vasıtadır. Kişinin ve içinde bulunduğu toplumun gelişmişliği, dile yansır. Dilde bütünlüğü sağlayabilenler toplumsal yapıda da bunu kuvveden fiile taşırlar. Geçmişte Türkçe, Arapça, günü- müzde İngilizce örneklerinde olduğu gibi dil bilgisi ve bilincinde büyük insanlar/(düşünür- ler) yetiştiren toplumlar, büyük devletler de kurabilirler.

Duyguların dile dökülüşünün en görünür hali, resim, şiir ve müzikte kendini gösterir. İnsanlar, duyguya konu olan hemen bütün hallerini mezkûr unsurlara yükleyerek tari- hin hafızasına emanet eder. İnsanları bir araya getiren asıl unsur, duygu faktörü- dür. Duygudaş olanlar bir araya gelebilirler. “Gönül, Çalab’ın tahtı / Çalab, gönüle baktı” mısraları, Tanrı ile insan arasındaki bağın da belli ölçüde duygu temelli oluşuna işaret eder. Bilge Konfüçyüs’ün (ö. MÖ. 479), bir toplumun düzelmesi veya dağılmasında dil [düşünce] ile müzik [duygu] konusuna dikkat çekmesi bu açıdan anlamlıdır.

Dilin en mühim hususlarından biri, duygu üzerinden bir gönül coğrafyası kurabilmesidir. Bu konuda din dili en başta gelir. Arapçanın Hz. Peygamber sonrası dönemde Kur’an üzerinden adeta dinî bir hüviyet kazanarak Arapların birliği yanında Müslümanların birli- ğinin oluşumuna da imkan sağlamış olması, tarihî bir vakıadır. Kur’an’ın şiirimsi bir dil yapısına sahip olması, onun hâfızalarda daha sağlam zaptedilmesi yanında mesajını da rahat ve kolay sunmasına temel teşkil eder. Bu açıdan şiir dili, belli ölçüde gönle hitap etmesi ve duygudaşlık sağlaması yanında çeşitli nüanstaki mecazî anlamlamları daha rahat sunabilmeyi temin eder.

Yakın tarihte, seksen beş (85) yaşlarında öteki âleme göçen Nuri Pakdil’in, gençliğin- den itibaren edebiyat ve şiirle iştigal ettiği görülür. Kurduğu Edebiyat Dergisi adeta bir ocak görevi ifâ etmiştir. İdeali ve iddiası olan için hayat, sarp yokuşu tırmanmaya benzer.

Maraş merkezli olmak üzere yola çıkan ve ‘Yedi Güzel Adam’ olarak ünlenen isimlerin neredeyse tamamının şiirle belli ölçüde ve seviyede hemhâl oldukları görülür. Onları ‘güzel’ yapan da dil üzerinden inşa edilen ‘gönül’ insanı olmalarıdır. Onun için Pakdil, “Kuşkusuz en etkili ve kusursuz silah, keli- medir” derken sanırım bu hususa işaret eder.

Anılan isimlerin düşünceleri, imparatorluk bakiyesinin çocukları olmaları itibarıyla, ülke- mizin siyasi sınırlarını aşıp gönül coğrafyasını kuşatır. Karakoç’un, İslam’ın Şiir Anıtlarından’ı derleme düşüncesi, Cahit Zarifoğlu ile Erdem Bayazıt’ın özellikle Afganistan’ın savaş bata- ğına çekildiği 1979 sonrası yıllarda orada- ki Müslümanların sıkıntılarına dikkat çeken şiirleri, Akif İnan ile Nuri Pakdil’in Kudüs’ü şiirlerinin özel konusu yapmaları bu açıdan anlamlıdır. İnan’ın; “Mescid-i Aksâ’yı gördüm düşümde / Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu // Varıp eşiğine alnımı koydum / Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu” mısraları ile Pakdil’in; “Tur Dağı’nı yaşa / Ki bilesin nerde Kudüs / Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum / Ayarlanmadan Kudüs’e / Boşuna vakit geçi- rirsin / Buz tutar / Gözün görmez olur. // Gel, anne ol / Çünkü anne, bir çocuktan bir Kudüs yapar” mısraları aynı umut ve acının farklı dizelere yansıması halidir. “Yüreğimin yarısı Mekke’dir / Geri kalanı da Medine’dir / Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır” dizeleri de benzer anlamdadır.

Pakdil ve onun gibi olanlarda ben derviş sab- rını ve hünerini görürüm. Dil, dervişin gönül iklimidir. Sevgi ve aşkları, umut ve arayışları dil köprüsü üzerinden gerçekleşir. Aslında ‘kendi’lerini, inkar edilen ‘kimlik’lerini arayış içindedirler. Pakdil’in, “İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır. Ne emek, ne ekmek. Önce kalbimiz bozuluyor çünkü” ifadeleri insanın ‘kendi’ni arayışının resmi gibidir. “İnsanı kal- bimden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gidecek elinizden” cümlesi, edebiyat ve dil unsurunun niçin bu kadar önemli olduğunu göz önüne serer. Dil ve sanat, bizi tekrar gündeme taşıyacak olan vazgeçilmez bir meseledir. Çünkü bozulma, sanat üzerinden olmuştur. Pakdil, kökleri maziye dayanan sufî ahlaka dayalı bir bilinci kuşanan ve sözü edilen bilinci bir milletin varlığının devamı açısından önemseyen kişidir kanısındayım. Şiirlerinin mısraları, kişisel kaygının sınırlarını aşıp Müslümanların dertlerini, İslam coğraf- yasını dikkate alır ve oradan gönül coğrafyası inşa etmeye yönelir.

Nihai amacı (umudu), dünya ölçeğinde ‘insanlık’ı gündeme getirmek şeklinde tebel- lür eden bu anlayış, Horasan Erenleri gele- neğinin modern Türk düşüncesine yansıması hali gibi gelir bana.

Pakdil’in, “Arap Şiiri Güldeste” ile Ortadoğu denilen Müslüman dünyanın edebiyatını önemsemesi ve çeviriler yapması dikkat çeki- cidir. Zira Pakdil’in, “Uygarlığımızın özündeki inanç, ırkçılığı kesinlikle reddeder” cümlesi, sözünü ettiğimiz bilinç dünyasıyla ilgilidir. Şiirine biçim yönünden eleştiri getirmek, ancak konunun ehlinin işidir. Ortaya koydu- ğu düşünce dünyasının derinliği, Batı’yı ne ölçüde tanıdıkları, İslam düşüncesinin kay- naklarına ne kadar vâkıf oldukları konuları da haklı olarak eleştirilebilir. Ancak Pakdil’in şiirlerinde ve yazılarında benim asıl dikkatimi çeken husus, birçok açıdan işgale uğramış Müslüman bilincini, emperyalist saldırılardan kurtarma ve koruma çabasıdır. “Boynumuz ağrıdı, Batı’ya bakmaktan!” sözü sanırım bu hususu özetler mahiyettedir.

Bu bakış açısını, bir ömür derviş hüneri   ile kelime kelime dokumaya çalışması ve bu uğurda Kudüs Şairi ünvanının kendisine verilmiş olması, Pakdil’i hayırla yâdedilmeye değer kılar.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -100 / Şiraze
Tarihsel Perspektifiyle İran Tasavvufu / Enes Güllü
Aforizmalar / Naz
Kırık Ney Taksimi II / Yunus Emre Öksüz
Gökyüzünden Dökülen Kırıntılar / Muhammed Korkmaz
Tümünü Göster