Kudüs Koşusunda Daima Önde Olan Bir Çocuk

Nuri Pakdil, son dönem Türk edebiyatının önde gelen simalarından birisidir. Yazmaya daha lisede öğrenci iken 1950’li yıllarda dergicilikle başlayan Pakdil, edebiyat dünyamızda daha ziyâde denemeleriyle dikkatleri üzerine çekmiş olsa da onun, şiir, günlük, mektup ve tercüme gibi türlerde eserler verdiği de mâlumdur. Dolayısıyla o, yazar ve mütercim olmanın yanında bir şâirdir de.

Hemen belirtelim ki Pakdil’in çocuk şâirliği yönü, özellikle onun çocuk gözüyle ve diliyle Kudüs’e sevgisi üzerinde bugüne kadar pek durulmamıştır. Hâlbuki dördüncü şiir kitabı olan Anneler ve Kudüsler’e şöyle bir göz gez- dirildiğinde ilk etapta göze çarpan durumun çocukça bir tavır ve söyleyişin olduğu açıkça farkedilecektir. Fakat saf, yalın, pürüzsüz, içten, inançlı, bilinçli ve dirençli bir tavır ve söyleyiştir bu. Onun böyle bir karakter ve üslûba sahip olmasının altında başta âilesi olmak üzere yetiştiği çevrenin büyük bir etkisinin olduğu muhakkaktır. Bu sebeple Pakdil’in çocuk şâirliği yönüne geçmezden önce onun doğup büyüdüğü sosyal ve kül- türel çevre ile Kudüs sevgisi hakkında kısaca bilgi vermeyi yararlı görüyoruz.

Bu hususta ilk olarak Pakdil’in, doğup büyü- düğü ve kültürel birikimini edindiği şehrin Maraş olduğunu söylemek gerekir. Şöyle ki Maraş, 1940’lı yıllarda fiili olarak sınırlarla ayrılmış olsa da zihniyet ve ünsiyet bakı- mından hâlâ çeyrek asır öncesinin ruhunu yansıttığı söylenebilir. Bu düşünce ekseninin içinde olan Pakdil’in özellikle kendi âile efra- dı, âile dostları, zamanın hâlihazıra karşı tavır alabilen ve bunu sergileyebilen yetişkin hem- şerileri onun kültürel kimliğiyle birlikte esaslı bir duruşa sahip olmasında, ona en azami katkıyı sağlamışlardır diyebiliriz.

Pakdil’in sağlam bir millî ve mânevî kimlikle yetişmesindeki en büyük pay hiç kuşku- suz onu yetiştiren âile ve bilhassa anneye aittir. Pakdil’in annesi, “Maraş’tan Halep’e giderek bir yüksekokulda öğretmenlik yapan bir âlimin kızıdır. Halep›te okuyan  ve Arapça öğrenen anne, Müslüman bir hanımdır. Oğlunu önüne oturtur, ona Kur’an okur ve açıklar. Bu dersler, hiç çıkmayacak biçimde kazınır belleğine: Zaman zaman, bilinçlendirir onları. Kişiliğinde, ülküsel bir hüznü simgeleştiren anne, sürekli Cezayir öyküleri anlatır çocuğa. Onun düş gücünü, imge gücünü kanatlandıran bu öyküler, ileride yazdıklarının da özsuyunu oluşturacaktır.” Dolayısıyla millî ve mânevî kültür birikimine sahip olmanın yanında bilinçli bir hanımdır şâirin annesi. Bu anne aynı zamanda “Komşu kadınlara da Kur’ân okuyarak açıklamalar yapar zaman zaman, bilinçlendirir onları.” Anne ayrıca, âilenin yanında topluma karşı da sorumluluğunun bilincindedir. İyi bir İslâm kültürü almıştır ve aldıklarını yaşayan ve yaşa- tan bir kimliğe sahiptir.

Pakdil’in duygu ve düşünce  dünyasında- ki hassasiyetleri almasında annenin tavrı- nın yanında özgün bir kişiliğe sahip olan babanın rolüne de burada değinmek gere- kir. Pakdil’in babası, “İçindeki devrimci özü, bütün duyarlılığı ile taşıyan bilge bir kişidir. Kur’ân’ı okuyup anlamlandıracak derece- de Arapça bilir. Mülkiyetin tutsağı olmayı aşmıştır. Yüzü hep önde, şıp şıp suyu dam- layan, çok alçak gönüllü bir çeşmedir baba. Cömert mi cömerttir. Sakalı da, gerilerden, çok gerilerden suya yansımış, kimsesiz bir tarlanın buğday başaklarıdır. İçindeki kutsal ateşi oğluna aktarır başarıyla. Baba, alışveriş için gittiği diğer kentlerden kitaplar getirerek, yaşanan öz değerleri tanıtarakbilinçlendirmiş, yol göstermiştir ona.” (Şahin, 2017: 69-70)

Pakdil bu durumu şöyle bir yazısında şöyle dile getirmiştir: “Elimden tutarak götürürdü babam kutsal gecelerde, bayram gecele- rinde; herkes birbirini erinçle esenlese de, o derinlerden gelen ağır, yaman bir hüzün gene de kanayıp dururdu yüzlerde; varın- ca da ayakkabılarımızı çıkarır (bayramsa, benimkisi mutlaka yeni olurdu), içeri girer ve saflarda yerimizi alırdık; bir katılmaydı bu aileye; bir devinime; cami uzar, genişler, derinleşirdi; sonsuz baba, sonsuz amca, son- suz dayı, sonsuz büyük baba, sonsuz ağabey, sonsuz kardeş eklenirdik birbirimize; her yere kuş sesleri, çiçek kokuları, hiç görülmemiş eleğimsağmalar dolardı; âdeta kanatlanır- dık; gece bile güneşi görürdük, o da isterdi aramızda olmayı; bir mucize mi oluyordu, hiç mi batmıyordu, yoksa hızla doğuveriyor muydu, gerçek bir güneşi görürdüm işte; Aaa, güneş! dediğimi çok iyi anımsıyorum arada bir babama; Yaa, yaa; güneş, derdi o da; zaman zaman tavan açılır, uçardık gök- lerde; insan/kuşlar olur, Akdeniz’in üstünde kayarak, kanatlarımızadeğen o tuzlu sularla konardık Afrika’ya!” (Özalp, 1998: 4)


Pakdil’in Kudüs sevgisine gelince, kendisi-
ne Kudüs sevgisinin nereden geldiği sorul- duğunda; “Öte yandan benim Kudüs sev- gim, çocukluğumda sevgili annem Vecihe Hanım’ın bana yoğun bir şekilde Kudüs sev- gisi aşılaması ile başlamıştır. Elbette, babam Emin Efendi Hoca da bana mütemadiyen Kudüs sevgisi aşılamıştır.” şeklinde cevap vermiştir ki bu durumu aşağıda açıkladığımız şiirlerinde de açıkça müşâhede etmekteyiz.

Ayrıca Pakdil’in Kudüs için, “Benim dün- yamda, İstanbul’un özel bir yeri, Kudüs’ün daha özel bir yeri vardır. Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul sevilmeden hayatın, yani varoluşumuzun hikmeti kavranılamaz. Bizim için özel bir konumu vardır Kudüs’ün. Ezelî ve Ebedî Ulu Önderimiz Hz. Muhammed’in Miraç’a yükselirken en son ayak  bastığı yer Kudüs’tür. Bizim eylemimizin evrenselliği oradan başlamaktadır. Kudüs’ü bunun için çok düşünmeli, çok sevmeliyiz.” şeklindeki düşünceleri, “Kudüssüz ve İstanbulsuz aşk yoktur” Kudüs’ü İstanbul gibi görüyorum / İstanbul’u Kudüs gibi görüyorum” “İstanbul güneye doğru akar, Kudüs de kuzeye doğru çekilir” mısraları ve ev değiştirmelerinde evdeki bütün eşyaları elden çıkarıp ancak sadece bir yazı makinesi, çantası ve bir  de “Havadan çekilmiş Kudüs fotoğrafı”nı yanında götürmesi onun benliğinde ve hayatında Kudüs’ün ne derece yer ve iz yaptığını göstermesi bakımından yeter, artar bile.

Şimdi yukarıda anlatılanları Anneler ve Kudüsler adlı şiir kitabından birlikte gözlemlemeye çalışalım.

Pakdil’e göre çocuk öncelikle Müslüman, helal ile beslenen, Hak ve Hz. Peygamber aşkı ile dolu anne-babadan olursa sâlih / sâliha, mücâhid/mücâhide olur: “Seni iyi bilirim Ey çocukluğumun ormanı/Babamla annem/Aya karşı/Ayla birlik/Ayda çarşı/Kurmuşlardı alış- verişleri çocuklar olan” (s. 75). Pakdil, ken- disinin de böyle bir anne babadan geldiğini şöyle dile getirmiştir: “Yıldızsız bir geceden yürüyerek çıktım/O çok sarı Halep ekmeği gibi/ay/çocukların sofrasındaydı/Halep ekmeğini/Annemden dinlemiştim” (s. 32)

Bundan dolayıdır ki o çocukların alınları secdelidir, Kur’ân’ı öğrenip okumaya başlayınca buğdaylar daha gür çıkar, boy atar, başak verir. Onlarla hânelere bereket gelir, bolluk olur. Bu durumu öğretmenlerin de bilmesi gerekir ki ona göre yetiştirsin çocukları: “Muştu sana yeni çocuk / Yüzünde secde izi”(s. 48) “Bizim şehrin buğdayı/Çocukların elham bağışıyla daha gür çıkardı/Ki o sarı sayfa sarı buğdayı savunurdu/Çocukları savunurdu/Sarı sayfa nöbetçi/Ölüm ötesine elçi/ Ben o sayfayı savunurum ey çocukluğumun /(öğretmeni/Sevgili Ahmet öğretmenim” (s. 77)

Çocuk; umut, karanlığın karşıtı ve yerinde duramayan attır: “Dondu karanlıkları /Çünkü bir çocuk doğdu mu bir umut birlikte gelir/ Çünkü çocuk karanlığın karşıtı” (s. 89) “Çocukluğum benim/Durmayan attır”(s. 77)

Bu çocuk konuşmayı ilk olarak annesinden öğrenir ve onun öğrettiği kelimelerle büyür: “Kelime anne dişleri/kiminde otuz iki kiminde otuz üç kelime/çocuk bu kelimeleri/öğrenerek yaş alır” (s. 69)

Bu çocuğun gözleri kiraza, elleri silâha ben- zer. Gözleri ile sevinç dağıtırken, zulme karşı küçücük elleriyle taş fırlatır, sapan çeker. Çünkü Kudüs, zâlimin işgalindedir. Baba, bunun farkındadır, çocuğuna her gün âdeta eve ekmek getirir gibi Kudüs dâvâsını da getirir, ondan bahseder ve onun bilincini aşılar. Baba hem anneye hem de çocuğa bu dâvâ için and içtirir: “Ki biraz kirazdır ki biraz silâhtır/çocukların/gözleri/parmakları/ Getirince baba/kudüs’ü özümleyen ekmeği/ yeniler anne andını/kirazın ve silâhın üstüne/ Deniz kabartısıyla/aynı andadır anne andı veçocuk solunumu/bilir baba/toprağı süren makinanın hüzünle kudüs’ü söylediğini (s. 72)

Bu çocuk öyle bir çocuktur ki hiç ağlamaz, ağıt yakmaz. Çünkü çocuğa ağıt yakışmaz. Aslında çocuğun kendisi gözyaşıdır. Çocuğun yüzü bağımsızlığın sembolüdür. Onun yüzü bağımsızlığın gereğini getirir. Hele o çocuk güldü mü Mescid-i Aksâ ışımaya başlar. Aksâ’yı kurtaracak olan da o çocuktur. Bu sebeple Kudüs koşusunda en önde dâima çocuklar vardır: “Ağıt yakışmaz/şiire ve çocuk yüzlerine/ki çocuk yüzleridir getirir bizlere/ gereğini bağımsızlığın/İlerler zaman/kudüs koşusunda/ancak anlar/çocukların dâim önde olduklarını” (s. 73) “Ve çocuk gülün- ce/ışır el-aksâ/el-aksâ bilir ki/çocuk koyacak o taşı” (s. 71) “Tüm çocuklar gözyaşı/Akıp dururlar sana” (Sükut Sûretinde, s. 43)

O çocuğun gözlerinden yaş akmaz ama cep- lerinde ırmaklar saklıdır. Belli etmezler ağla- dıklarını, dağların altından usul usul, sessiz sessiz akan sular gibi. Onlar konuşunca katı kalpler bile yumuşar. Çünkü onların dili saftır, temizdir. Kötü kelimeler, yalanlar-dolanlar barınamaz ağzında. Ama dinine, inancına, bayrağına, vatanına göz dikildi mi, bir mit- ralyöz (makinalı tüfek) kesilir, at gibi şahlanır düşmana karşı: “ırmak yatağıdır/çocukların cepleri/bilmeyiz bütün ırmaklar sabahları/ akşamları çocuk ceplerindedir/erişince kelime beyi/çocuğun etine/pamuk gibi yumuşak olur o dağ/anneler her yerde o dağı arar/dener çocuk/öndeki çocuk boynu mitralyözdür/toz kalktı mı ayaklardan/Attaki çocukla birlikte ikisi de attır” (s. 64)

Kudüs koşusuna çıkan çocuklar asla umut- suzluğa kapılmasınlar. Bilsinler ki kendileri koştukça Kudüs de peşleri sıra koşacak. Yani Hakk’ın lütuf ve inayeti hep Kudüs için koşanlarladır: Çocuk koşar/ardından K da/ insanın yüreğinde bir parça Kudüs vardır yani K/anne şimdi eline aldığı yüreğini yerine bırakır” (s. 63)

Kudüs’e yürüyen ve burayı kurtaracak çocuk, Doğu’dan çıkmış ve Akdeniz’i görmüştür. O, her ülkede bulunan bir Kudüs çocuğu- dur. Bütün anneler onu arar. Onun yumuk eli bir bomba gibi zâlimin başına düşer. Bu uğurda çocuk ölebilir ki aykırı görülmemeli- dir. Çünkü ölüm, haktır, er veya geç herkes tadacaktır. Ama çocuğun ölümü Kudüs’ü büyütür, annelerini cennete götürür ve ina- nanlara önder yapar: “Doğudan mı batıdan mı/yürüyen bir çocuk göreceğiz Kudüs’e/ben önce çıktım doğu’dan/ anneler her yerde arar beni” (s. 65) “Çocuk akdeniz görmüş/ her ülkede bulunan/bir/K’dır/Büyüyor/bom- banın gerçeği yumuk çocuk eli/ama çocuk/ aykırı görülür ölüme/Ölüm de yasadır/artar K/ annelere sunu günaydın/çocuk önder” (s. 66)

Aslında Kudüs’u kurtaracak çocuğun anne- sini de biraz tanımak lazım. Zira çocuğa Kudüs’ü ilk öğreten, aşılayan, gömleğinde mavi ışık, bal arısı, deniz suyu bulunan bir annedir. O anne, Kudüs’ü bir gömleği diker gibi çocuğun yüreğine dikmiştir. Onun dikiş ipinin konumu hep Kudüs’ü gösterir. Bu yüz- den annenin öpücüğünün çocuğunun yana- ğındaki izi de Kudüs’ün geometrisi şeklin- dedir: “Mavi ışın dolanır anne gömleğinde/ bal arısı deniz suyu/tayfı çocukların/gözetir Kudüsleri” “Kar yağmaz uçar anne gözlerin- den/anne eli ovadır/oynayınca çocuk/daha genişler” (s. 67) “Kudüs’e şiir gömlek dikişi annenin/gösterir yönümüzü iğneden çıkan ipliğin konumu/kare ya dikdörtgen/annenin çocuk yanağındaki izi” (s. 68) O yüzden anne olmak güzeldir. Çünkü anneler çocuklardan Kudüs yapar: “Gel/Anne ol

Çünkü anne/Bir çocuktan bir Kudüs yapar” (s. 60)

Peki babalar çocuklardan bir Kudüs yapa- maz mı? Onların bu hususta katkısı farklıdır Pakdil’e göre. Adam baba olunca zaten içinde Kudüs vardır. Yani onlar Kudüs aşkı ile büyümüşlerdir, kalpleri Kudüs, Kudüs diye çarpmaktadır. Bu sebeple babaların görevi Kudüs’ü alacak çocuklara ekmek getirmektir: “Adam baba olunca/İçinde bir Kudüs canla- nır” (s. 60) “Anne gel büyüt bu çocukları/ Baba bir sülüs ekmek getir” (s. 53)

Anne ve babadan sonra konuşma sırası çocu- ğa gelmiştir. Çocuk söz ister şöyle seslenir: “Konuşma sırası geldi mi bana anne/ortado- ğu çocuğu değil miyim anne/düşünüyorum o halde savaşacağım anne” (s. 20). Evet bu çocuk Ortadoğu çocuğudur. Zulme başkal- dırmalı, savaşmalıdır. Çünkü savaş onun en yakın arkadaşıdır. Bu yüzden Ortadoğu’nun her santimetre karesine direniş anıtı dikmek- tedir. Çocuklar bir tane değil pek çoktur ve her biri âdeta birer komutan gibi donanımlı- dır: “Savaş benim arkadaşım anne/durmadan direniş anıtları dikiyoruz her/santimetre kare- sine ortadoğu’nun” (s. 21) “Çoğuz/biz/anne/

Çevremde/muştu dağıtan/kesiksiz artan/her çocuk/bir komutan” (s. 23)

Netice olarak söylemek gerekirse Pakdil, Anneler ve Kudüsler adlı şiir kitabında Kudüs’e olan bağlılığını, muhabbetini, aşkını ve bunun için ne yapılması, nasıl hareket edilmesi gerektiğini ortaya koyduğu kadar iyi bir çocuk şâiri olduğunu da göstermiştir. Onun bu son söylediğimiz yönü müstakil bir araştırmaya konu olacak derecede geniştir. Dolayısıyla çocuk edebiyatıyla ilgilenenlerin onun bu yönüne de eğilmelerinin yerinde olacağı kanaatindeyiz.

Kaynakça

Özalp, N. Ahmet, (Bir Biyografi Denemesi) Anayol Göstericisi Bir Usta ve -Süren- Uzun Yürüyüşü, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara 1998.

Pakdil, Nuri, Anneler ve Kudüsler, Edebiyat Dergisi Yay., Ankara 2017, 5. Bsk.

Pakdil, Nuri, Sükût Sûretinde, Edebiyat Dergisi Yay., Ankara 2012, 2. Bsk.

Şahin, Emir Ali, “Nuri Pakdilin Şiir Coğrafyasında Kudüs”, Akademik Platform, 2-1 (2018) 69-78.


Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -100 / Şiraze
Tarihsel Perspektifiyle İran Tasavvufu / Enes Güllü
Aforizmalar / Naz
Kırık Ney Taksimi II / Yunus Emre Öksüz
Gökyüzünden Dökülen Kırıntılar / Muhammed Korkmaz
Tümünü Göster