Savaşta Edebiyat Edebiyatta Savaş

Reel politiğin (siyase-i hakikat) insan ruhuna kurduğu tuzakları ortaya çıkaran araçlardan biri olan edebiyat, savaşın öldürdüğü ya da sakat bıraktığı fertlerin ve toplumların acılarını, çilelerini,  onlara yapanları şiir ve roman başta olmak üzere farklı türlerde ele alır ve işler. Edebiyatın işlevi bu olmasa da, konu olarak seçer ve aydınlanma cihetinde üstlendiği bu görevi savaşsız bir dünya özlemiyle işler.

Şiirlerden alıntılarla örnekler sunarken, yeni bir fethin arifesinde Ahmet Paşa’nın Fatih Sultan Mehmet için yazdıklarına bir göz atalım.

Geh ser-i nîzenle bozulur sevâd-ı rûy-ı mâh

Geh gubâr-ı sümm-i esbünden olur agber güneş

Bazen ay yüzündeki karanlık, senin mızrağının ucu (parlaklığı) ile bozulur, bazen de güneş, atının toynağının tozlarıyla toz duman içinde kalır.

Gûyıyâ na’l-ı semendendür hilâl-i ‘iyd-i feth

Mîhi ahterdür zafer burcında ne ahter güneş

Senin atının nalı sanki fetih bayramının hilâli; o nalın çivisi ise zafer burcundaki yıldızdır. Hayır yıldız değil, güneştir.

Ömr-ı hasmuna şebihûn itmek için her gice

Gök geyer Şâmî zırıh mehden düzer miğfer güneş

Gökyüzü senin düşmanının ömrüne gece baskısı yapmak için her gece Şam işi zırhını giyer, Güneş de başına aydan miğfer takar.

Güneş kasidesindeki beyitler, Fatih gibi bir padişahın savaşa nasıl motive edildiğini gözler önüne seriyor. Savaş, acımasız, yıkıcı, yok edici bir sese sahipken, edebiyat insanların  melekî yönünü yansıtma çabasındadır her zaman. Hal böyleyken savaşın edebiyata nasıl yansıdığını bilmek, milletlerin karakterlerine de çok değişik bir açıdan bakma imkanı sunacaktır. Güçlü olduğu zaman destan, zayıf olduğu zaman da ağıt yakan bu garip insanların dünyasında yaşıyoruz.

Yahya Kemal’den aynı duygularla beyitler.

Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,

……………………………………….

Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?

Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?

Bir sevgi şairi olarak bildiğimiz Yunus Emre’nin aşağıdaki şiiri de, bize sözün daha doğrusu edebiyatın savaş üzerindeki gücünü aksettirir.

Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı

………………………..

Çin kaynaklarında yer alan ve Hunca olduğu düşünülen bir beyit var ki Türk Edebiyatının başlangıcı sayılır. “Süka talikan bokukgı tutan ‘orduyu gönder, Bokok’u yakalat.” Şeklinde tercüme edilebilir. Bu ilk edebî metni bir başlangıç kabul edersek Türk edebiyatının ilk metinlerinde de varlığını görürüz. İslâm medeniyetine havzasına giren milletimizin edebiyatına  ilk mesajlar şu şekilde yansıtılmıştır.“Kafirler ve münafıklarla cihad et!” (Tevbe, 73; Tahrîm, 9) emri gereğince Hz. Peygamber (as), kâfirlere karşı kılıçla savaşırken, münafıklara kılıç çekmemiştir. Resulûllah Efendimiz’in (a.s.) onlara karşı cihadı, “had cezalarını uygulamak, nasihat etmek, onları ikna ve ilzama çalışmak…” şeklinde olmuştur.

“Kâfirlere itaat etme ve ‘onunla’ büyük bir cihad yap!” (Furkan, 52) âyetinde de cihad-savaş farkını görmek mümkündür. Zira ‘onunla’ ifadesiyle kastedilen, pek çok tefsirde ifade edildiği üzere Kur’an’dır. Kur’an’la yapılan cihadın, bir savaş değil, ikna veya ilzama yönelik bir mücadele olduğu aşikârdır.

Bu ayetlerden ilham alan ilk Türk-İslâm edebiyatının nüvelerinin de bu bağlamda ortaya çıkması olağandır. Bir yandan gazavatnâmelerle barış durumlarında askerler, ruhen gıdalarını alırlarken fetihnâmeler ile yeni ülkelerin fethine hazırlanıyorlardı. Yalnız bu fetih hareketi yine İslâmî bir motifle desenlenmişti. Peygamber efendimizin mübarek bir hadisi var. Bazılarının işine gelmediği için hep eksik yansıtılmıştır. “Cennet kılıçların gölgesi altındadır”

Bu hadisin eksik tarafı… Bu kısmıyla hep peygamberimizi savaşı teşvik etmekle suçlayan bir kesim var. Halbuki, Hz. Peygamber’in bu hadisinin tamamı şöyledir:

“Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin. Allah’tan afiyet dileyin. Fakat şayet onlarla savaşmak zorunda kalırsanız sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Buhari, Cihad, 22)

Hz. Peygamberin savaşa değil, barışa talip olduğunun en güzel göstergelerinden biridir bu hadis. Yine onun ‘Asi’ ismini ‘Muti’, ‘Asiye’ ismini ‘Cemile’ yapması. (Asi ve Asiye ‘isyan eden’ anlamındadır. Muti ise, ‘İtaat eden’ demektir.) Ve bu meyanda ‘savaş’ anlamındaki ‘harp’ ismini, ‘barış’ anlamındaki ‘silm’e çevirmesi iyi algılanmalıdır.

Araştırmacı-Yazar Erol Köroğlu, “Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı” adlı kitabında hem art zamanlı, hem de eş zamanlı inceleme yöntemlerini devreye sokarken, çalışmasında savaş dönemi propagandası, bunun ideolojik temelleri, “vatanseverlik” nosyonu ve savaş sırasındaki edebî üretim üstünde duruyor. Kitabın birinci bölümünde İngiliz ve Alman savaş edebiyatı, propagandacılıkları açısından karşılaştırmalı olarak ele alındıktan sonra Osmanlı edebiyatının bu bakımdan başarısızlığının nedenleri tartışılıyor.

Bizce Osmanlı, “Savaş bir hiledir”  (Müslim, Cihad, 17) sözünü yorumlamada zayıf kalmıştır. Bu sözün, bazılarınca savaşta her türlü yalan, iftira gibi şeylerin mübalağalı şeklinde anlaşılmış. Halbuki, tarihen sabit olan odur ki, Resulûllah Efendimiz, asla yalana tevessül etmemiştir. Ama düşmanı aldatabilecek harb oyunlarını uygulamıştır. Başka yere sefer düzenliyormuş havası verip, sonra asıl hedefine yönelmesi, Mekke’nin fethi öncesi, gece on bin yerde ateş yaktırması gibi durumlar buna örnek olarak verilebilir. Yine, sonraki asırlarda,  savaşlarda uygulanan, bozguna uğramış gibi yapıp, düşmanı çember içine almak, soba borularını top gibi kale mazgallarına dizmek, Osmanlı’nın kurucuları Karakeçililer’in düşmana çok görünmek keçilerin başına  meşale taktıkları bütün tarihçilerce bilinmesine rağmen vb… gibi taktiklerin hepsinin, “Savaş bir hiledir” sözüne dayanarak meşru olduğu söylenebilir. Savaşta yalanın caiz sayılmasını da bu meyanda zikredebiliriz.

Dünya edebiyatına baktığımızda savaşa hile karıştığına şahit olabiliyoruz. “savaşla ilgili ilk yapıt İliada”dır. Yunanlılarla Troyalılar arasındaki savaş, Homeros’un ölümsüz diliyle günümüzde bile dehşetini korumaktadır. Troya savaşı bir zafer olarak belirir “İliada”da. Aynanın öteki yüzünü ise beş yüzyıl sonra Euripides göstermiştir. Troyalı kadınların tragedyası, savaş karşıtı en önemli oyunlardan “Troyalı Kadınlar”ın konusunu oluşturur. Burada da savaşın bir hile olduğu gerçeği yansıtılmış ve bu edebiyatta büyük akis bulmuştur.

Ortaçağ destan devridir. Batı ile Doğunun güç savaşıdır. Tam anlamıyla bir savaş edebiyatıdır. Almanların “Nihelungenlied”i ile İskandinavların “Grettir”, “Laxdaela”, “Volsunga” destanları savaşlarla, kanla örülmüştür. Şairi bilinmeyen “Nibelungenlied” çağlara direnmiş, yazılışından yedi yüzyıl sonra Hitler Almanya’sının başucu yapıtlarından biri olarak belirmiştir. Battal nâmeler, Köroğlu destanları bu savaş gücümüzü artıran destanlardı.

Kurtuluş savaşına  gelindiğinde yine savaş yapılacak ve propaganda yine edebiyat olacaktı. Ve edebiyat ilhamını başta belirttiğimiz İslâmî mesajlardan, şehitlik, gazilik, ila-yı kelimetullah, kızıl elma döngüsünden alacaktır. Mesala Harp Mecmuası’nda Kurtuluş Savaşı’nı yücelten yazılar yazılması için bir edebiyat topluluğu oluşturulmuştur. Ömer Seyfettin, meşhur “Başını vermeyen Şehit” hikâyesini bu kurulda iken ve bu dergide yayımlamıştır.

“Bu nara o kadar müthiş, o kadar tesirli, o kadar yanıktı ki… Kuru Kadı: ‘Vah Deli Mehmet’miş!’ diye olduğu yerde dikildi kaldı. Durur durmaz, o an, kırk adım kadar yaklaştığı kesik başlı şehidin yerden fırladığını gördü. Nefesi tutuldu. Şaşırdı. Bu başsız vücut uçar gibi koşuyordu. Kendi kellesini götüren zırhlı şövalyeye yetişti. Eliyle öyle bir vuruş vurdu ki… Lanetli hemen yüksek atından tepesi üstü yuvarlandı. Götürmek istediği baş elinden yere düştü. Deli Mehmet’in başsız vücudu canlıymış gibi eğildi. Yerden kendi kesik başını aldı. Hemen oracığa yorgun bir kahraman gibi, uzanıverdi. Bunu Kuru Kadı’dan başka kimse görmemişti. Herkes kaçan düşmanı kovalıyordu. Yalnız Deli Hüsrev, -Yüzün ak olsun, ey yiğit! diye bağırdı. Sonra Kuru Kadı’ya doğru koşarak sordu. – Nasıl, gördün mü bu civanı? – Görmedin mi? Kuru kadı sesini çıkaramadı. Gördüğü harika onu dondurmuştu.”

Peçevî tarihinden alınan bu hikâye, o dönem Birinci Dünya Savaşı sırasında askerlerimize moral vermek için kaleme alınmıştır. Yine Ömer Seyfettin gibi düşmana kalemleriyle muakavemet eden edebiyatçılarımızdan diğerleri şunlardır. Mehmet Akif Ersoy, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, Abdülhak Hâmit Tahran, Rıza Tevfik, Süleyman Nazif, Halide Edip Adıvar. Tarihin her döneminde savaş öncesi ve savaş sonrası yazılanlar olmuştur. Bugün de çok okunan kitaplar ya da şiirler arasında kahramanlık veya savaş içerikli eserler listelerin ön sıralarında yer almaktadır. İnsanlar yaşadıkça arzu edilmese de savaşlar olacak ve edebiyatta doğal olarak buradan beslenecektir.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yüreğim Tetik ve Kavi / Taner Taştekin
Yirmi Beş Issız Gece-1 / Mazlum Civan
Yenildim Sana Hüzün / İsmail Bingöl
Yâre, Yâre / Alâaddin Soykan
Taze Mezar / Kamuran Bate
Tümünü Göster