Ümmet bilincinin, imanın, ibadetin, güzel ahlâkın ve İslam kardeşliğinin pekiştiği müstesna bir zaman dilimi olan Ramazan ayı, Orta Doğu’dan Amerika’ya, Afrika’dan Asya’ya, Yemen’den Rusya’ya, Filistin’den Gazze’den Arakan’dan Bosna Hersek’e tüm dünya Müslümanlarını adeta kucaklayıp gönüllerini birbirlerine perçinlemektedir.
Biz de bu Ramazan, Diyanet Vakfı ve Diyanet İşleri Başkanlığı organizasyonuyla, yardımları yerine ulaştırmak amacıyla Batı Afrika’da bulunan Müslümanların azınlıkta olduğu Benin Cumhuriyeti’ne gittik. İsmini ilk duyduğunuzda böyle bir ülke mi varmış dediğinizi duyar gibiyim. Adını bile ilk defa duyduğumuz bu mazlum coğrafyadaki Müslüman kardeşlerimiz adeta ecdadımızın, kadim medeniyetimizin bizlere emanetidir.
Ankara’dan İstanbul’a aktarmalı uçuştan sonra İstanbul’dan kalkan uçağımız akşam saatlerinde ticarî başkent Cotonou havaalanına ulaşıyor. İner inmez Benin’in sıcak ve nemli havası yüzümüze çarpıyor. Kalacağımız otele doğru ilerken ülkeyi gözlemleme fırsatı buluyorum. Havaalanı etrafında ve şehir merkezinde bir nebzede olsa şehir görünümü görmek mümkün olsa da iç kesimlere gittikçe tek katlı dört duvardan ibaret evlerle karşılaşıyoruz.
Otele yerleşiyor ve dinleniyoruz. Sahurumuzu yaptıktan sonra karayolu ile 10 saat sürecek Müslümanların yaşadığı Djougou (Çugu) şehrine doğru yola çıkıyoruz. Yolculuğumuz boyunca yol üstündeki yerleşim yerlerinde yer yer kiliselerin ve camilerin yan yana olduğunu görüyoruz.

Son nüfus sayımlarına göre halkın % 50’sini Hristiyan, %25’ini Müslüman ve diğer %25’ini de yerel inançlara mensup olanlar oluşturmaktadır. Sağlıklı bir gelir dağılımı ve kalkınma sağlanamadığı için çoğunlukla ülkenin kuzeyindeki bölgelerde yaşayan Müslümanların gelir seviyeleri oldukça düşüktür. Müslümanların başlıca geçim kaynağı hayvancılıktır. Tropikal iklime sahip olan ülke senenin yedi ayı yağış alarak adeta Karadeniz gibi bir bitki örtüsüne sahiptir. Yolculuğumuza yemyeşil ormanların sırtında açılmış mango, muz ağaçlarıyla çevrelenmiş yollardan geçerek devam ediyoruz. Her ne kadar kuraklık bu Afrika ülkesi için sorun olmasa da içilebilir temiz su kaynakları maalesef az.
Ülkede birçok hayırsever vatandaşımızın yardımlarıyla açtırdığı su kuyuları olduğunu öğreniyoruz. Bu şehirde de Kütahya Tavşanlı İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin bir okulun bahçesinde açtırmış olduğu su kuyusu ve şadırvan inşaatı olduğunu duyuyor ve görmeye gidiyoruz. Ne kadar necip bir millete sahip olduğumuzu yeniden fark ediyor ve milletimizle iftihar ediyoruz. Okul bahçesindeki çocuklar etrafımızı sarıyor. Yanımızda Türkiye’den getirdiğimiz şekerleri çocuklara dağıtıyoruz. Ufacık bir şekerin o masum yüzlerdeki mutluluğunu görmemiz içimizi ısıtıyor. Okulun dersliklerine göz gezdiriyoruz; iklimin yıl boyunca sıcak olmasından dolayı sınıfların pencereleri yok, hava akışını kesmeyen tuğlalar ile çevrili, sınıf sıraları imkânlar nispetindeki tahtalardan yapılmış, sınıf tahtası ise sıvanmış bir duvarın siyah boyayla boyanmasından ibaret. Müslümanların yaşadığı bölgede devletin eğitim imkânları maalesef yok denecek kadar az. Bundan dolayı da Müslüman çevrelerin açtığı derslikler mevcut ve buralarda ciddi İslami ilimler tedris edilmekte.
Bu ziyaretten hemen sonra 750 aileye içinde temel gıda maddelerinin bulunduğu Ramazan yardım paketi (pirinç, un, makarna, tuz, yağ, hurma) dağıtımı gerçekleştireceğimiz bölgeye gidiyoruz. Yardım almaya gelen kalabalığa, Türk halkının selamlarını ve muhabbetlerini iletiyoruz. Tüm Müslümanların kardeş olduğunu, bir binanın tuğlaları, bir vücudun uzuvları gibi onların bizim, bizim de onların bir parçası olduğumuzu söylediğimizde gözlerinin dolu dolu olduğunu görüyoruz. Türkiye ve Türk halkı için dualar ediyorlar. Ramazan yardım paketlerinin dağıtımına başlıyoruz. Dağıtım esnasında gördüğümüz manzaralar duygulandırıyor bizi. 40 dereceye varan hava sıcaklığında kadınların sırtlarına bez yardımıyla bağladıkları ve bazılarının da kucaklarında taşıdıkları bebekleri olmasına rağmen 20 kiloyu bulan yardım paketlerini başlarının üzerinde taşıyarak alandan uzaklaşıyorlar.
Çugu’ya yakın bir köy mescidinde 400 kişilik iftar sofrası kurmak için yola çıkıyoruz. Akşam ezanı okunduktan, dualar edildikten sonra kimse yemeklerine başlamadı. Herkes aynı anda yemeklerini aldı ve mescitten çıkmak için hareketlendi. Bu duruma çok şaşırdım ve mihmandar kardeşimize neden yemeklerini yemediklerini, nereye gittiklerini soruyorum. Verdiği cevap beni derinden sarsıyor: “Bu yiyecekleri evlerine götürüyorlar ve ailecek evlerinde iftar edecekler!” Bir tabak pilav, üzerinde tavuk budu, haşlanmış yumurta, meşrubat ve portakaldan müteşekkil olan bize göre 1 kişilik iftar menüsü, onlar için çocuklarıyla birlikte 10 kişilik bir ailenin yemeği idi. Gündeminde bugün hangi yemeği yemeliyim sorusu olmayan bir toplumu, her türlü sayısız nimete gark olan bizler nasıl okumalı ve nasıl anlamlıyız! Gördük ki, onların bize aslında ihtiyacı yok çünkü kendi imkânsızlıkları içinde yaşamayı öğrenmişler ve mücadele ediyorlar fakat esas ihtiyaç sahibi olanlar bizleriz, o masum ve mazlum coğrafya insanlarının dualarına muhtacız.
Ertesi gün yine insani yardım faaliyetlerimizi gerçekleştirdik. Toplamda 1000 aileye Ramazan paketi dağıttık. 1000 kişilik iftar sofrası kurduk.
Zihnimizde ve gönlümüzde sayısız cevabı olmayan sorularla Türkiye’ye dönüş yoluna revan oluyoruz. Bir haftada tanıdığımız sanki yıllardır tanışıyormuşuz hissi uyandıran belki hayatımızda bir daha görme imkânı bulamayacağımız kişilerle tanıştık. Bir haftalığına onların hayatlarına dokunduk. Aziz milletimizin zekât, fitre ve sadaka emanetlerini onlara ulaştırmada köprü olduk. Biz evlerimize, memleketimize döndük, yine rahat ve konforlu hayatımıza devam ediyoruz. Yine markete gittiğimizde nasıl öderim kaygısı olmaksızın istediğimizi istediğimiz kadar alışveriş arabasına dolduruyoruz. Onlar ise imkânsızlıklarla dolu hayatlarına yine devam ediyorlar. Bir garîb Müslüman diyarı Benin.