Fahri Tuna İle Söyleşi

Portre, deneme ve röportajların yanı sıra kültürel organizasyonlar ve edebiyat atölyeleri. Çok yönlü olmakla beraber, kalabilenlerdensiniz. Buradan hareketle neler söylemek istersiniz? Bu enerjinin kaynağı nedir?

Şiir hariç edebiyat türleri arasında büyük uçu­rumlar/farklılıklar olmadığını düşünüyorum. Hele de deneme ile portre yakın akraba alan­lar bana göre. Röportajlar ise edebiyat kadar merak da içeriyor. Özetle sorunuzdaki üç tür de yakın unsurlar birbirine. Organizasyon ve edebiyat atölyelerine gelince: Çocukluğumda fark edilen bir organizasyon yeteneğim var, Allah vergisi. Kültür Müdürlüğü ve daire başkanlığı, vali danışmanlığı görevlerim bu yeteneğimi daha da geliştirip olgunlaştırdı sanıyorum. Liseli veya üniversiteli gençlerle şairleri yazarları sanatçıları bir araya getir­menin ihtiyaç olduğunu görünce de, şair ve yazar dostlarımın katılım katkı ve hoşgörüleri ile uygulamaya geçtim. Rabbime şükürler olsun, on küsur yıldır, sayıları yirmiyi geçen şehirde bunları uygulama imkânı bulduk edebiyat atölyelerinde. Enerji kaynağına gelince; kahvehane bilmem, gazete oku­mam, televizyon izlemem, hele yirmi küsur yıldır haber dinlemem: Bunlar beni diri ve enerjik tutuyor. Bir de biz bin yıldır bu toprak­larda Türkçe üzerinden bir medeniyet kur­duk. Bin yıl daha kalabilmek için çalışmamız, çalışmamız, daha çok çalışmamız lâzım. Bende gördüğünüzü söylediğiniz yüksek motivasyonun asıl sebebi budur, buncadır, burasıdır.

‘Akşamın Aydınlığında Portreler’, ‘Yaşa’yan Portreler’ ve ‘Kırk Güzel İnsan’ gibi önemli porte kitaplarınız var. Tarihe not düştüğünüz, diğer bir anlamı ile izdüştüğünüz kişileri nasıl seçiyorsunuz?

Üç ayrı kitapta, ünlü ünsüz ayırmadan, portre-lerini yazdığım bu insanlar zaten hayatımızda olan kişiler. Sizin de hayatınızda var bu tür insanlar, herkesin var. Biraz dikkatlice gözlem, biraz dünyalarına aşinalık, biraz da ipucu yakaladınız mı, gerisi geliyor zaten. Seçtiğim portreler ‘ben buradayım, beni yaz artık’ diye göz kırpıyor ki, anlayana. Biz ihsan medeniyetinin çocuklarıyız. Mardin’de 55 bin ağaç dikmiş, 45 çeşmeyi günlerce yerin altında çalışarak beş kuruş almadan açmış Şeyhmus Amca’nın portresi yazılmaz mı? Bir kahvaltı sofrasında ‘Benim babamın soyadı neydi?’ diye soran dalgın iş arkadaşınız Faruk Şişman kaleme alınmaz mı? Ben portreleri yazmıyorum aslında; onlar bana kendile­rini – biraz da zorla – yazdırıyorlar. Üstüme üstüme geliyorlar ‘ben buradayım, ne zaman yazacaksın’ dercesine.

Son kitabınız ‘40 Şehir Portresi.’ Niçin kırk şehir? Otobiyografinizi yazdığınız ‘Kırkikindi’den hareketle, nedir bu kırklar.

Evet; kırk sayısına taktığımı, takıldığımı ben de fark etmeye başladım. Üçler beşler yediler kırklar…Kırklamak, kırklanmak, kırk uçur­mak. Kırk bizim medeniyetimizde olumlu bir kavram, çağrışım. Kitap hacmi açısından da çok uygun bir sayı. Bunun da etkisi var elbette. Ama ben dünyamızı kırklayan, kendileri kırklanmış insanların portrelerini yazmaya çalışıyorum en çok! Dünyamızı güzelleştiren insanları, şehirleri. Asıl sebep bu.

Kitabınızda yer alan şehirler bir medeni­yetin izini sürmek midir? Sizi dinleyelim.

Son kitabım ’40 Şehir Portresi’nin adını ben değil yayıncım Hayy Kitap seçti. Bendeki adı ‘Kalbim Sizde Kaldı’ydı. Şehir ve Kültür Dergisi’nde beş senedir yayımlanan 60 şehir portresi içerisinden ‘Osmanlı medeniyetinin izinde’ teması çerçevesinde seçtiler bu kırk şehri. Benim kalbime dokunan, okurun da kalbine dokunacak, Mardin’den Mostar’a, Gaziantep’ten Gagauz Yeri’ne, beste beste, dize dize, eser eser kırk şehir… Hüzün, hicran hasret. Yaşayan, yaşanan, yaşadığım şehirleri yazdım. Okura bir ödev de yükleyecek bu kitap: Bu 40 kadim şehri yaşatmak gibi!

Hocanız Özdeyiş Yazarı Selahaddin Şimşek, sizi hangi yönüyle etkiledi. Onu bir idol olarak görüyorsunuz. Gençlere örnek olmak açısından, onunla beraberliğinizden bahseder misiniz?

Merhum Selahaddin Şimşek, tek kişilik bir üniversiteydi. Fıkıhtan sosyolojiye, romandan şiire, tiyatrodan sinemaya, kelamdan biyog-rafiye… her alanda saatlerce konuşabilen, sadece bilgi veren değil, çağdaş bir Müslüman olarak dine, siyasete, dünyaya, hayata, edebi­yata nasıl bakılacağını yaşayarak gösteren bir ağbi. Gazali kadar Dostoyevski’yi, Sait Halim Paşa kadar Voltaire’i, Itri kadar Mozart’ı da iyi tanıyordu.

Ebu Hanife’ye hayrandı en çok. Mesela 35 sene önceleri yazdığı özdeyişleri, son zamanların en moda ürünü 140 karakterlik twitter’ın öncüsüdür bir bakıma. Malum bizim Doğu medeniyeti usta-çırak usulüyle insan yetiştiren bir medeniyettir. Selahaddin Ağbi merhum, türünün son örneklerinden biriydi. Aydınlık modern yepyeni bir İslâmî zihin.

Adapazarı’nda ‘Asmaaltı Akademisi’ diye tanımladığımız bir kahvehanede – yeteneğine göre – birçok genç yetiştirdi. En başta Cihat Zafer. Ben de o şanslı gençlerden biriyim. Gerçek bir teknik direktördü aynı zamanda. Yetenek ve ilgilerimize göre bir alana yön­lendiriyordu bizleri. Yedi İklim, Türk Edebiyatı, İzlenim, Ülke’de denemeler yazıyorken beni portreye yönlendiren odur mesela. Son on beş senedir ben de birçok şehirde, birçok edebiyat atölyesinde, birçok söyleşide onun bize yaptığını gençlere uygulamaya çalışıyorum.

Anadolu ve Rumeli coğrafyasında, bu zarif ve güzel medeniyetimiz en az bin yıl daha yaşayacaksa, gençlerin önünü açan ve onlara doğru istikametler gösteren Selahaddin Şimşek, Mustafa Kutlu, Şeref Akbaba, Ali Haydar Haksal, Nurullah Genç, Arif Ay, Hüseyin Su gibiler sayesinde yaşayacak.

Onlara bin teşekkür ve minnet borçluyuz. Ben de ustasına ve medeniyetine borcunu ödemek için nereye çağrılırsa hiçbir şart koşmadan giden, dağarcığındakileri onlara sunmaya çalışan acizlerden biriyim. Şu solan kubbede hoş bir sada bırakabilirsek ne mutlu bize…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

İnsan / Şeref Akbaba
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -99 / Şiraze
Rüzgâr Bizi Sürükleyecek / Abdullah Ömer Yavuz
Benin / Bir Garip Müslüman Diyarı / Ahmet Mahmut Şen
Hikmet Burcu Peşinde / Erdoğan Muratoğlu
Tümünü Göster