Ver Bana Gözlerini Bu Akşam Yolum Irak

Kaf dağında dükkân açan şairin konuğu olalım.

Patika yollardan geçerek, korku saçan mağaralarda konaklayıp, ne eşkıya ne de başka engeller tanımadan gidelim. Vuslat değirmeni dönecekse, vird-i âzam zuhur edecekse gidelim. Soğuk, buzullar, eskimo nöbetleri olabilir. Sesini duyunca, yüzünü fotoğraf ya da televizyonlarda görünce korktuğumuz vahşi hayvanlar görünebilir, bizleri parçalamak isteyebilir. Dış âleme dair daha neler neler olabilir ama, yılmadan ve hiçbir şeye aldırmadan gidelim. Zuhûratın önündeki iç engelleri aşmak da kolay  olmayabilir. İç zeminde volkanlar, hafakanlar, daha nice med-cezirler bizi zorlayabilir. Zor olan korkulanı öne almamaktır, korkuları geride bırakarak ve korkulmayacak kisbete sokmaktır.

Hep korkular olacak değil ya, gidişin farklı albenileri de olabilir… Korkulan şeyler durdurmaz, korkulan şeyler bu yolda çoğu zamanda engel olmaz, sevilen ve gökkuşağı mesabesinde albeniler  yol keser. Bu yol kesiş nice güzelliklerin, nice varoluşların, nice bulguların, nice kabiliyetlerin sırtını sıvazlar ve sevimli hâle getirdiği her ne varsa onlarla oyalayıp yürümesine engel olur. Bu gitmeyiştir tüketen, bu gitmeyiştir engel olan, bu gitmeyiştir kulvar dışına çıktıktan sonra alaycılık zırhına büründüren, bu gitmeyiştir yarım bırakan ve hatârat merdivenini görmemize engel olan. Korku ile tükenen şeyler olduğu gibi, sevgi ile tüketilen şeyler de vardır. Ve ey gidelim serzenişinde bulunduğum, yolda mola verip, bulunduğu yeri mûkim, yüreğini sukûta erdiren. Kaf dağına çıkmadan bu yolun müdavimleri için olmak ve olgunlaşmak diye bir şey yok. Kendimizi büyütmekle büyümek olmadığı gibi, kendimizi anlatmakla da büyümek olmuyor. Ah yolda kalmışlığımız, ah yarım bırakılmışlığımız, ah olgunlaşmadan piyasaya çıkarılmışlığımız. Misli misline bir alışverişin kabulüne imza attığımız hâlde, kendi tarafımızdan eksik tartılmışlığımız. Sevimli yol kesişin kurbanı oluşumuz ve kaf dağına tırmanmak yerine, çıktığımız tepenin zirve olduğunu haykırışımız. Budanacak dallarımıza el sürülmesi ormanımızı yok eder diye bücür kalmaya razı oluşumuz. Yaramıza neşter vuracak doktorun alet-edavatını kırıp dağıtışımız. Farklı üstünlükler, farklı cakalar satılan mahalde kendimize ait değerleri piyasaya çıkarışımız. Ah olmayışımız, ya da olmak istemeyişimiz.

Kaf dağında dükkân açan şairin konuğu olalım.

Ülkeler yakılıyor, insanlar öldürülüyor, ciğerler paramparça oluyor. İşgal ve zulüm çağın ana sermayesi. Ve şair susuyor. Acının fotoğrafını çekmek istemiyor, acı tarlasında can veren çocukların şiirini yazmak, ağıtlar yakan annenin duygularına tercüman olmak istemiyor… Utanç duyuyor yaşadıklarından ve yapamadıklarından. Fakat bir şeyi unutuyor, bir şeyi ihmal ediyor, bir şeyi onun dışında kim yerine getirecek sorusunu cevapsız bırakıyor.

Yarın bu zulüm ve işgalleri yapanları sorgulamak, haksızlığı ortadan kaldırmak için senin de dizelerine, tanıklığına ihtiyaç var. Bu noktada susma hakkını kullanamazsın. Okuduklarından hareketle değil, yaşadığın çağa dair notlar düşmelisin…

Kaf dağında dükkân açan şairin konuğu olalım.

Bu akşam yolum ırak.

Şurada.

Sen olmaya, ben olmaya değil…adam olmaya.

Ve yürüyüşe devam etmeye…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yamalı Bohça / Ay Vakti
Zamanla Yarış Olur mu! / Naz
Yüz Yüze, Güz Güze… / Reşit Güngör Kalkan
Yalnızlığın Göğünde Çoğalır Issız Çığlıklar... / Necmettin Evci
Ver Bana Gözlerini Bu Akşam Yolum Irak / Şeref Akbaba
Tümünü Göster