Kendi hayatımızı kendimiz mi yaşıyoruz? Yaşantımızı çoğu zaman topluma göre şekillendiriyoruz. Toplum insan hareketlerini yönlendiren bir etken olabilir ama asıl etken olmamalıdır. Asıl etken insan fikri ve düşüncesi olmalıdır. İnsanın fikir ve düşüncesi de dayanaklardan bağımsız olamaz. Eğer inandığınız gibi yaşıyorsanız kendi kimliğinizi kazanmışsınızdır. Toplumumuzda büyük bir kesim kimliksiz yaşıyor. Bir kimliğe sahip olamayan insan ise sürüklenir, yönlendirilir, yönetilir. Eğer bir inancımız varsa bunun peşinden gitmeliyiz. Fikirleri için risk alan insanları, aldıkları bu riskler mutlu eder. Kendi hayatımızı yaşamamız için önemli şart kendimizi bulmamızdır. Kendimizi bulma sürecinin ilk aşaması ise kendimizi aramaktır. İnsanın kendini tanımaya başlaması ile çile süreci başlar. Mevlana’nın dediği gibi “Hamdım, piştim, yandım” çile sürecini anlatan güzel bir ifadedir. Çile pişirir, çile yakar. Bizim çile sürecimiz bizi Sonsuz’a, hakikate, yaklaştırır.
İnsanların sürüp giden hayat trafiği içinde kaçırdığı en önemli hakikat insanın varlık sebebini sorgulayamamasıdır. İnsan Rabbi’ni tanımak için vardır. Rabbi tanımanın ilk aşaması aynı zamanda bir hadis konusu olan insanın kendisi bilmesidir. Kutlu Peygamber (SAV) “Kendini bilen Rabbi’ni bilir” der. Kendini bilmek kulağa hoş gelse de çok zor bir süreçtir. Fiziksel olarak bile insanın kendisini görmesi için bir vasıtay a(örneğin ayna) ihtiyaçı vardır. Bu ihtiyaç fıtri bir ihtiyaç olsa gerek ki Batı’nın SWOT analizi dediği bir insanın kendini yakınındakilere sorarak kişilik istatistiği çıkardığı bir analiz yöntemi vardır. Kendini arama süreci doğru argümanlar ile ilerleyenler için er ya da geç cevabına ulaşacakları bir soru iken pusulasını şaşırmış kişiler için tam anlamıyla bir sorun olmuştur.
Konunun başına dönecek olursak toplumun bireyleri belli bir
düzene yönlendirdiği doğrudur. Bu yönlendirme bazen olumlu bazen olumsuz olarak
bireyleri etkileyebilir. Olumlu
olarak toplumun belli bir ahlaki düzeye sahip olması, her ne kadar bir şahsın ahlaksız olsa bile, toplumun öğretisi olarak ahlak kurallarını tümüyle reddedemez, saygı duyar. Olumsuz olarak ortaya çıkan durumlara bir örnek ise büyük bir insan kitlesinin üniversitede okuduğu bölümü meslek olarak devam ettirmemesi olabilir. Bu bireyler genel olarak toplumda saygı ve kabul gören meslekleri okur ve daha sonra gelecek planları içinde bu mesleği devam ettiremeyeceğini anlar. Eğer bir insan hayallerine, bütün sorumlulukları üstüne alarak, ilerliyorsa toplumun bu kişilere destek olması gerekir. Bu hususta önemli bir ön şart vardır. Kişinin bütün sorumluluğu üzerine almasıdır. Küçük yaşta bireylere sorumluluk verilmesi gereği de bundan dolayıdır. Günümüzde toplumumuzun büyük bölümü 20’li yaşlarına kadar sorumluluk almaması gelecek yaşamları için büyük sorunları beraberinde getiriyor.
Karar almak sorumluluk getirir. Bu yüzden insanların büyük kısmı karar almaktan korkar. Ve hayatlarını birilerinin kararlarına göre, sürük-lemesine bağlı yaşarlar. Doğru karar almanın ön şartlardan biri, bireyin kendini tanıması bir diğeri de sorumluluk bilincine sahip olmasıdır.
Cesaret..
Neden cesur olmaktan korkarız? Sorudan da anlaşıldığı gibi bu bir kısır döngüdür aslında. İlk cesareti gösterene kadar korkağızdır. Ancak ilk cesareti gösterme süreçi , bir yola başlama süreci, peşinden tahmin edemediğimiz kolaylıkları getiriyor. Bir yola çıkmadan o yolun engebesi ve çetin oluşu gözümüzü korkutur. Fakat yürümeye başlamak belki de bu sorunların tek çözümüdür . Bununla ilgili bir fıkra anlatılır. Zamanın birinde bir adam hiç olmayacak bir iş için gerçekleşirse bir fil yiyeceğine yemin etmiş. Olacağı var ya olay gerçekleşmiş. Adam bir fili yemenin imkansız olduğu düşüncesiyle o din adamı senin bu benim herkese sormuş. En son biri bu işi en büyük ‘gurunun halledebileceğini söylemiş.
Adam gurunun yanına gitmiş. Olayı anlatmış. Gurunun verdiği cevap çok manidardır. “Evladım bir yerinden başla yemeye” Bu fıkra, bize bir işi gerçekleştirmenin ön şartının başlamak olduğunu anlatan güzel bir örnektir.
Arayışa Olan İhtiyaç..
İnsanın en büyük iç dinamiklerinden birisi bulmaya karşı olan ihtiyaçıdır. Bir insan ihtiyacı kadar arar. Aradığı kadar bulabilir. Tarihte en büyük icatların ortaya çıkışı nihayetsiz ihtiyaç-tan hasıl olmuştur. Kişi içindeki fıtri ihtiyaçları fark ettiği kadar kendini tanıyabilir. Bir insanın istekleri kendisini oluşturan temel etkenlerdendir. İnsan ihtiyaçları, zaafları ve güçlü yönleriyle bir kimlik inşa eder. Kendini bulma sürecinde fıtri ihtiyaçları belirlemenin önemli bir yeri vardır.
Arama Sürecinde Bulma Endişesi..
Günümüz dünyası sonuç odaklı olduğu için genel bir sorumuz vardır.”Sonunda ne olmuş?” Hoca derste konunun gereği bir olay anlatır burada hocanın amacı konuyu öğrencilerin zihnine daha iyi yerleşmesini sağlamaktır. Fakat öğrenci hocanın yarım bıraktığı hikayenin sonunu merak eder. Bu örnekteki gibi genelde sonuç bizi esir almış durumdadır.
Sürekli başarıyı ölçü alırız. Günümüz insanları olarak maalesef başarıyı putlaştırmışızdır. Bazen başarı için o kadar yaşarız ki sadece bir lafı söylemek için bütün mesaimizi harcarız. O laf “başardım”dır. Ne tehlikeli ne benlik kokan bir laf. Moğollar’ı ilk yenen ordunun komutanı Celaleddin Harzemşah’a yardımcıları galip geleceğini söylediğinde büyük komutan tarihe geçen şu sözü söylemiştir: “Sefer benim vazifemdir, sonuç Allah’ın”.
Bu sözün hakikati şu zamanımızın en büyük ilaçlarından biridir. Kişi aramak zorundadır, bulmak zorunda değil. Mücadele etmek zorundadır, zafer kazanmak değil. Tarih mücadelesine rağmen ancak bir avuç inanan mü’min kazanabilen Peygamber örnekleriyle doludur. Bu örneklerden anlaşıldığı gibi sonu düşünmek, yola çıkmamıza engel olur. Çıkılacak yolun gerektirdiklerini bilmek sonu düşünmek değildir. Kişi çıkacağı yolu az çok bilmeli fakat başarmak gayesi ile yola çıkmamalıdır. Yola yolda olmak için çıkılır. Hz. İbrahim’in ateşine su götüren karınca gibi, “Belki suyum ateşi söndürmez ama en azından tarafım belli olur.” demesi sonuç odaklı olmamanın, vazife odaklı olmanın en güzel örneklerindendir.