Üniversitede Okumak

Anne karnındaki karanlıktan dünya denilen olabildiğince ışıklı ve süslü eve geldiğimizde gözlerimizi şöyle birazcık açıp ağlamaya başlarız. Ailemiz ise sevince boğulur. Kat kat elbiselerle sarıp sarmalarlar üşüyüp hasta olmayalım diye. Sonra yavaş yavaş bu yeni ortama alışmaya başlar, etrafımızı adeta annemizin gözüyle görür, onunla tanımaya ve bilmeye çalışırız. Bu dönemde etrafı tanımamız, karanlıkta bir kibrit çöpü aydınlığında aradığımızı bulmak gibidir.

Günler geçer. Derken okula adım atarız. Yeni bilgilerle karşılaşırız. Yeni şeyler, yeni kavramlar, yeni konular alıp başını gider. Bu dönemde etrafı tanımamız, karanlıkta mum ışığında aradığımızı bulmak gibidir.

Büyüdükçe, öğrendikçe, kavradıkça hem bilgimiz, hem de hayallerimiz çoğalır. İşte büyüdüğümde şöyle yapacağım, şöyle olacağım gibi. Çok ama çok büyük hayaller kurulur, cumhurbaşkanı olmaktan tutun da dünyayı yönetmeye kadar. Çocukluk, ergenlik dönemi derken lise yıllarına kapı aralanır. Daha dinamik, daha güçlü, daha özgür, daha bilgili vb. hisseder kendi gen­çler. İçindeki sevgi tohumları da bir yandan filizlenmeye, duruma göre çiçek açmaya başlar. Hayallere ulaşmak için çalışmanın vaktidir aslında.

Ancak gelin görün ki uçaklardan da yük­sekte uçan aklımız ve gönlümüz, hızlı tren konumuna gelmiştir. Çünkü kurulan ha-yaller için çalışmak, ama çok çalışmak, enerji tüketmek gerekir, daha doğrusu ayakları yere basmak gerekir.

Bunun farkına varıp ya hedefimize tam kilitlenerek var gücümüzle çalışırız ya içimizde bir saman alevi parlayan aşk ale­vine kalbimizi tutarız ya da bu dünyayı biz mi kurtaracağız, herkes okumak zorunda değil, şu köyde çoban giderim, şu kahvede çay dağıtırım, şu caddede simit satarım, ayakkabı boyarım, şu inşaatta tuğla taşırım diye avunur, boş vermişlik içerisine gireriz. Sonra bir de bakmışsınız son sınıfa gelmiş, üniversiteye girmenin yollarını arıyorsunuz.

Eğer hedef belirlenip buna göre hazırlıklar yapılmışsa hiç endişe duymadan sabır ve azimle yola devam edilir. Fakat bir hazırlık yoksa har vurulup harman savrulmuşsa, vurdumduymazlığa öğrenci kendini kaptırmışsa çok fazla yapılacak bir şey yoktur aslında. Belki göstermelik bazı çalışmalar, dersanelere gitmeler olabilir. Bu durum da ölmek üzere olan kişiye ilaç vermek gibi pek yarar sağlamayacaktır. Bu dönemde etrafı tanımamız lamba ışığında çalışmak gibidir.

Gün gelir, verilen emekler boşa git­mez, çalışıp didinenler istediği bölümü kazanarak üniversite kapılarına doğru yürü­meye başlar. Tabiatıyla hayalleri ile birlikte. Falanca şehre gideceğim, şu üniversitede, şu bölümde okuyacağım, şöyle arkadaşlarım olacak, şöyle giyineceğim, gezeceğim, yiyeceğim vs. Artık kendimi daha özgür hissedeceğim, yetişkinliğe ulaştığım için belki de yuva bile kurabileceğim.

Fakat burada hemen belirtelim ki üniversi-teyi kazanmak ve bu hayallere ulaşmakla iş bitmiyor. Asıl iş bundan sonra başlıyor. Eğer bir öğrenci sırf diploma almak için, mezun olduğunda iş sahibi olmak için bu sıraları işgal ediyorsa problemler yumağı başlamış oluyor.

Çünkü üniversiteyi okuyan genç, hayatının en verimli, en kaliteli zaman dilimindedir. Bir di-limi etkili bir şekilde değerlendirip, sahasında kendisini her bakımdan iyi yetiştirip dahası millî ve mânevî değerleriyle donanarak herkese güven veren, pozitif enerji dağıtan, geleceğe umut dağıtan bir genç mezun olduktan sonra ne iş yaparsa yapsın başarıyı yakalayacaktır. Aksi takdirde en üst makam-lara dahi ulaşsa, babasını ayağına çağıran valiye, babasının verdiği cevap örneğinde olduğu gibi “oğlum vali olmuşsun ama adam olamamışsın” hikayesi tekerrür edecek, binlerce yıldır sahip olduğumuz ve onlarla dünyaya hükmettiğimiz millî, dinî, ahlâkî değerlerden yoksun olarak kendi ego­sundan başka bir şey düşünmeyen, her şeyi kendi penceresinden gören, resmi yahut özel işlerini buna göre düzenlemeye çalışan kibirli, bencil, cimri, merhametsiz, vurdumduymaz bir kişilikle yaşayıp gide­cek, gönül dünyasına kulak tıkadığı için geçmişte böyle yaşayıp unutulanlar liste­sine dahil olacaktır.

Zira gönül adamı olmak unutulmamak demektir. Mesela, Yûnus Emre’yi yediden yetmişe herkes bilirken, onun yaşadığı 13-14. asırlarda hükümdarlık yapmış, üst düzeylerde görevde bulunmuş yahut zenginliğiyle şöhret bulmuş kaç kişinin adını bilir insanlarımız. O halde gelin Yûnus gibi olalım, sabırla, azimle, cesaretle okuyalım.

Ama kendimizi bilerek, haddimizi bilerek, bizi yaratanı tanıyarak, gönülleri fethede-rek, severek ve sevilerek. Unutmayalım ki üniversitede okumak, kibrit çöpü ışığında, mum ışığında yahut lamba ışığında değil, güneş ışığında okumak, çalışmak ve hedefe ulaşmaktır.

Gün ışığında nasıl bitkiler büyüyor, gelişiyor, ürün veriyorsa, üniversiteli bir genç de gün gibi aydınlık ortamı iyi değerlendirerek geleceğine daha güvenli, daha rahat, daha umutlu bakabilecektir. Evet bu sözü unutmayalım, üniversitede okumak güneşle aydınlanmaktır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Teheccüd Ezanı / Şeref Akbaba
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -98 / Şiraze
Vaveyla / Ferhat Nitin
Virgül / Mehmet Sertpolat
Tecellî / Birol Yıldırım
Tümünü Göster