Hayftır şah iken âlemde gedâ olmayasın
Keder-âlûde-i ümmid ü reca olmayasın
Vadi-i ye’se düşüb hiç ü heba olmayasın
Yanılıp rehrev-i sahra-yı bela olmayasın1
Şeyh Galib
Mâna… Her şeyin esası, varlık sebebi, gayesi… Kâinatta tüm varlıklarda bir mâna mündemiçtir. Her varlıkta varlığının esası gizlidir. Bir varlığı diğer varlıklardan bu esas sayesinde ayırabiliriz. Çevremizi kuşatan zerreden kürreye, bitkiden hayvana, taştan toprağa, yerden semaya kadar tüm varlıklarda bunu müşahede ederiz. Nihai olarak bütün eşya, cemadât, hayvanat bir amaca yönelik olarak programlanmıştır. Kâinattaki düzen her bir varlığın kendi amacını, gayesini gerçekleştirmesiyle mümkün olabilmektedir. Var olmak bir anlamda varlık sebebini yerine getirmektir. Amacını yerine getiremeyen bir varlık varlığını devam ettiremez, yok olur. İnsanlar kullandıkları her şeyi bir amaca yönelik olarak bulundururlar. O amaç sağlanamadığında o nesne artık anlamını kaybettiği, varlık sebebini yitirdiği için onu bulundurmaktan vaz geçerler. Bir elma ağacı elma meyvesini elde etmek için yetiştirilir. Kuşkusuz elma ağacının meyvesi dışında gölgesi, yaprağı, odunu vb. faydalanılacak başka yönleri de vardır. Ancak bütün bunlar esas amaç değildir. Esas amaç elma meyvesini elde etmektir. Elma vermeyen bir elma ağaç ya kendi halinebırakılır ya da ke-silerek odun haline getirilir.
Nasıl ki tüm varlıklarda bir amaç, gaye, hedef varsa insanın var olmasında da bir mâna, amaç, gaye ve hedef vardır. İnsan ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır. Mümkün tüm güzellikler, iyilikler, kahramanlık, merhamet, şefkat, cesaret, takva, gayret, çaba ve diğer tüm faziletler, erdemler ve bunların zıddı olan reziletler insanın varlığında içkindir. İnsan fıtratına uygun olan hasletleri yerine getirebilme kabiliyetine, becerisine sahiptir. Yaratılışının hakikatinin farkına vardığında iyi yönde hasletlerin, kendi hakikatini unuttuğunda ise reziletlerin onun davranışlarında neşvünema bulması imkân dahilindedir. Âlemde her şey insanla başlar ve yine her şey insanla biter. İnsan neyse, insan hangi niteliklerle bezenmişse meydana gelen eylemlerin rengi de ona göre olur. Bu gerçeği Galip dedemiz şöyle dile getirmiştir:
Sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende
Sendedir maden-i envâr-ı fütuvvet sende
Gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende
Ma’rifet sende hüner sende hakikat sende
Nazar etsen yer ü gök dûzah u cennet sende
Arş u kürsî ü melek sendedir elbet sende.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.2
İnsan varlığının nedeni olan ibadet şuurundan, kulluktan uzaklaştığı, fıtratında gizli esas gayesini unuttuğunda tutumları, davranışları, yöneldiği amaçlar da değişmektedir. Giderek bu artık geri dönülemez bir şekilde insanı yok oluşa götüren bir sürecin içine sokabilmektedir. Batı’daki bilimsel gelişmeler bir arayışın sonuçlarıdır. Ancak ulaşılan sonuçlar insana kendi hakikatini unutturdu ve onu fıtratın yularından kurtardı. Bunun sonucunda insan fıtrat çizgisini aşarak yarı Tanrı bir varlık haline geldi. Kapitalizmle beraber hedefinden tamamen saptı. Eşya insan için bir araçtı, amaç haline geldi. Tarih yorgunu Batı dışı toplumlar, Batı’nın bu gelişmişliğini önce çok fazla önemsemediler, küçümsediler. Bu yeni durum görülemez, dikkate alınamaz bir şey değildi. Sonunda tüm toplumlar Batı’nın yolunu, batılılaşmayı, batıllaşmayı seçmek zorunda kaldılar. Bu mecburi istikamet tüm toplumların üstüne bir kâbus gibi çöktü. Batı’nın teknolojisi kısmi olarak sosyal hayatta, toplum düzeninde ve diğer alanlarda bir iyileştirme meydana ge-tirdi. Esasen bu Batı’nın, Batı dışı toplumlarını sömürmenin bir aracıydı. Bu kısmı düzelmeyi her şeyin esası, anahtarı sanma yanılgısı özellikle İslam toplumunu kendi medeniyetlerinden uzaklaştırdı. Bir şey nasıl ki kendi hakikatinden uzaklaştığında yok olmaya mahkûm ise, kendi medeniyetinin var oluş gerçeğinden uzaklaşan İslam ümmeti de kurtulma ha-yaliyle günbegün çözülmeye devam ediyor. Batı’nın kapısının eşiğinde ömrünü tüketiyor. Dün efendiyken, padişahken bugün hizmetçi, dilenci konumunda. Denizlerde her gün can verenler, Batı’nın insan hakları sahralarında aşağılananlar hep Müslümanlar. Bu kendi hakikatinden uzaklaşmanın, mânayı kaybetmenin bir sonucudur.
İnsan kendi hakikatinden uzaklaştığında mânasını da yitirir. Eşya ve bu dünya âleminde sahip olunan her şey esasında bir araçtır, bir amaca erişmek için kullanılan araçlardır. Ancak insan araçları amaçlaştırdı. Müslümanın tüm eylemlerindeki hedefi rıza-yı Bari’dir, olmalıdır. Buna vesile olan tüm şeyler ona ulaştıran araçlardır. Batılılaşma sürecinde önceleri İslam hakikati görmezden gelindi, küçümsendi, bilim dışı ilan edildi. İslam’ın hakikat nuru söndürü-lemeyince bu kez bilinçli ya da bilinçsiz kişilerce anlamsızlaştırıldı. Görüntü İslam’ın rengini andırıyor. Ancak içeriğine baktığınızda ortaya konanlar İslam’ın ruhuyla, medeniyetiyle hiç alakası yok. Bu anlamsızlaştırma süreci özellikle gençler üzerinde bir travma meydana getirmiş durumdadır. İçselleştirilemeyen davranışlar sürekliliğini devam ettiremezler. İnanç insanın varlık nedenidir. Metafizik gerçeklilikler insana kazandırılamazsa insan mânasını yitirir. Bugün var olan keşmekeşin sebebi de budur. Bu keşmekeş genç nesilleri anlamsızlık girdabının içine çekmiş durumdadır. Dün için üretilenin kullanma ömrü dün dolmuştur. Bugün için yeni şeyler söylemek gerekir. Bundan dolayı insan amacından sapmamalıdır. Mevlana Celaeddin-i Rumi insanın gerçeğinden sapmasını çeşitli örneklerle çarpıcı bir şekilde şöyle dile getirmiştir:
“Biri: Burada bir şey unutmuşum” dedi. Mevlana buyurdu ki: Dünyada bir şey vardır. O da unutulmaz. Eğer bütün şeyleri unutup da onu unutmazsan bundan korkulmaz. Bunun aksine, hepsini yerine getirip, hatırlayıp, unutmayıp da onu unutursan, hiçbir şey yapmamış olursun. Mesela bir padişah seni muayyen bir iş için bir köye gönderdi. Sen gittin ve o iş için gitmiş olduğun halde, onu yapmayarak daha başka yüz iş yaparsan hiçbir şey yapmış olmazsın. Bununla beraber insan, bu dünyaya bir iş için gelmiştir, gaye odur. Eğer onu yapmazsa hiçbir şey yapmamış olur. … Gece gündüz vücudunu maddi besinle besliyorsun. Olsa olsa bu vücut senin atındır ve bu dünya o atın ahırıdır. Atın yemi, binicinin yiyeceği olamaz. Onun kendine göre uykusu, yiyeceği ve nimetleri vardır. Fakat hayvanlık duygusu seni yenmiş olduğundan ve atların ahırında, atların başucunda kalmış bulunduğundan, beka âleminin emirleri ve şahlarının sırasında yerin yoktur. Kalbin burada, fakat vücudun seni yenmiş olduğu için onun hükmü altına girmiş ve onun esiri olarak kalmışsın…”3

İnsan hakikatini unutmaya görsün, mânasından uzaklaşmaya görsün, işte o zaman kendisinin yok oluşuna giden süreci de başlatmış olur. Çare hatırlamak, kendi kimliği ve kişiliğine, medeniyetine, ab-i hayat gönül ırmaklarına yeniden dönmektir. Tarih tanıdığı en büyük sultanlardan biri olan Fatih Sultan Mehmed Han gibi düşünülebilmektedir:
İmtisal-i cahidu- fillah olubtur niyetim;
Dini islâm’ın mücerret gayretidür gayretim
Fazl-ı hakk-ı himmet-i cünd-i ricalüllah ile;
Ehli küfrü serteser kahreylemektir niyyetüm.
1 Yazıktır padişahken âlemde dilenci olmayasın/ Umut ve yalvarışla boz bulanık bir hale gelmeyesin/ Ümitsizlik vadisine düşüp bir hiç olarak yok olmayasın/ Yolunu yitirip bela sahrasının yolunu tutmayasın.
2 Sendedir muhabbet sırlarının mahzeni sende/ Sendedir yiğitlik nurlarının madeni sende/ Gizli gizli daha nice haller vardır sende/ Marifet sende, hüner sende, hakikat sende / bakarsan görürsün yer ve gök, cehennem ve cennet sende / Yüce ve ilahi makamlar ve melekler sendedir elbet sende/ Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün sen/ varlıkların göz bebeği olan insansın sen.
3 Fîhi Ma Fih, s. 23, 27, Çev. Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974.