Rahman ve rahim esmaları birer kandil olmuş besmele çeken dudakları nurlandırıyordu. Yüreklere sevgi ve aşk tohumları ekerek Rabbi’ne giden yolu buluyor, yolcu olmanın şerefini taşıyordu. Zamanı silen anda yaşayan yüreklerin ülkesine, Mekke’ye giden yollar kısalıyordu her namazdan sonra.
Açılan eller birer ateş topu, nar ve nur arasında terennümlerdeydi. Dua bittikten sonra yüreğine nuru süren eller, papatya olmuş beyaz ve sarı ihramlardaydı. Kurban Bayramı’nın ikinci günüydü ve hafif hafif yağmur atıştırıyordu. İstanbul penceresinden izlediği Kabe manzarasından sonra derviş, başını ağır ağır kaldırdı. Gördüklerini kelimelere şöyle döktü:
-Mürekkebi dağılmış gökyüzü kağıdının. Bir ay parlıyor, gerisi uçsuz bucaksız aşk. Ay da meraklı, aşka dönüşüyor yavaş yavaş.
Derviş bu gördüklerini sadece bir talebesine anlattı. Talebeye sordu:
-Bütün bu olanlara anlam ver.
Talebe gözlerini kısarak gökyüzüne baktı. Derin bir nefes aldı. Üzüntülü bir çehreyle cevap verdi:
-Efendim, bunların anlamı aşktır. Önce sevgiyle ve şefkatle aydınlanır insan. O kadar aydınlanır ki kararır, kemale erer. Nasıl güneşe bir süre baktıktan sonra gözler kararırsa bu da böyledir. Ay utanıyor parlaklığından. Sonsuz nur karşısında sönüyor. Gecede fena buluyor. Benim sizde aslımı bulacağım manalarına da gelir. Damla, denizde gark oluyor.
Yaşlı gözlerle talebesini dinleyen Derviş:
-Miracın oluyor senin. Sen şeyh oluyorsun ben de ayrılıyorum buralardan. Andayım oğlum. Ben de fena buluyorum gecenin gecesinde. Ben de miracıma ulaşıyorum.
Dervişin her hücresi kelimeyi şehadet getirirken La’nın sırrını son kez içinde hissediyordu. “Allah’tan başka bir şey yoktur.” diyordu. Azrail’in kanadındaki ruhu.
Talebe, yeni derviş, gözleri nemli, göklerdeydi.
‘Aşk’ diyordu İsrafil’den ödünç aldığı nefesiyle… O nefes göğsüne doluyordu, surlar çalınıyordu yürek kıyametlerinde. Talebe susuyordu. Sıratı kuruluyordu yüreğinden şeyhinin yüreğine. Talebe dağdaydı, dağda geceleri tarif edilmez ışıklar, ateşler görmekteydi. Gökyüzünde ayın gölgesi vardı.
***
Nice hikâyeler yazılır kalemin mürekkebi geceyi kararttıysa. Nice hilaller, nice güneşler batar derinlere. Kim talebe, kim şeyh? Bizim dağımıza da ayın gölgesi vurur mu? Bütün bu olanlara bir anlam ver!
İkindi gülkurusu hüznüyle batmaktaydı gönüllerde…
İnceden inceye meltem sayfaları okşuyordu ve harfler seslerini buluyordu Hafız’ın hançeresinde. Elif der Hafız, durur, ağlardı. Lam der yine durur, hıçkıra hıçkıra ağlardı. Mim der bağıra bağıra uzun uzun ağlardı. ‘Elif lam Mim’in sırlarını düşünerek devam ediyordu iç çekişlerine.
Gecedir, rahle açıktır. Hafız’ın dudaklarından Hadid Sûresi’nin ilk ayetleri henüz çıkmıştı ki yıldızlar alt alta geldi, demir indirildi. Hafız’ın görebildiği ve sesinin ulaştığı yerlerdeki demirler de erimeye başladı. Hafız, davudi sesiyle tilavete devam etseydi değil demirler, yürekler bile eriyecekti. Hafız, siyah iplikle beyaz ipliğin ayrıldığı demlerdeydi. Rahle önünde, yakazadadır Hafız.
“Kendi kitabını oku. Bugün sana hesap sorucu olarak nefsin yeter.” nidasıyla irkildi Hafız.
***
Hafıza ne mi olmuş? Bilmem. Bundan sonrasına akıl ermezmiş, kalem yetmezmiş. Bana şu kadarını söylediler; rahlenin üstünde iki el varmış. Parmaklarının her birine bir harf konmuş. Ellerinde küçük küçük ayetler yazılıymış. Bir neyi tutar gibiymiş. Kimse bir anlam verememiş. Sen anladın ve ürperdin değil mi?
***
Tekne hazırdır. Öd de koymuştur. Fırçada boya vardır ve vuruşlarla dağıtır boyayı. Ne kadar boya katarsa katsın teknede hiçbiri gözükmez. Defalarca yapar. Yok, boyalar, fırçayı vurduktan sonra kaybolur. Aynaya bakınca işin aslını anlar. Yüzündedir bütün boyalar. Ama tek bir renk olarak sadece mavi.
Hattat anladı bir oğlunun olduğunu. Adını ne koymalı? Çocuğun yüzüne bakar eve gelince. Oğlunun yüzünde bütün kullandığı boyalar vardır. Düşünceli düşünceli atölyesine giden Nakkaş, divitini, hokkasını alır, beyaz kağıda besmele çekmek ister ama dili tutulur, bir türlü hattını çekemez. Bu durumları şeyhe anlatır. Şeyh sorar:
-Ödü kendi kestiğin hayvandan mı aldın?
Hattat:
-Hayır, mahalle kasabımızdan. Şeyh:
-Murdar bir hayvandan alınmış bu öd. Onun için renkleri tutmuyor. Çocuğun yüzünde boyaların olması da onun da senin gibi bu meslekle uğraşacağı anlamına gelir. Ona ilk çektiğin harfi isim olarak koyacaksın. Senin yüzündeki boyalar ve teknede boya olmaması, eşinin senin işinden hoşlanmadığı ve tekneye hayvan pisliği karıştırdığı için Allah böyle bir şeye izin vermedi. Besmele çekememen ise Tevbe Sûresi’nin ilk ayetini yazacağın içindir.
***
İçimdedir talebe, hafız ve hattat. Ama ben ne talebe, ne hattat, ne de hafızım. Hikâyelerce istila edilmiş gönlümden üç hikâye sundum sana…
Seninle bir cami serinliğinde yazılmamış hikâyeleri paylaşmak vardı, kimsesiz camilerde herkes olmanın hikâyesini anlatmalıydım mesela sana. Şimdi sana bunları loş bir odadan yazıyorum.
Belki sen şimdi ayetleri düşünüyorsundur uzun uzun. Belki bir güvercine anlatıyorsundur derdini. Selamını uçur güvercinle bana. Bir ayeti yaşa ve yolla. Gül kokan sayfalarda nice harfler arasında benim harfimi de oku.
Nice esmaları kondur sesine, oku sana iner gibi her ayeti. Oku Cebrail’in kanat seslerinin eşliğinde.
Gece pencereden bak dışarıya ve oku parlayan ayetleri.
Bir gülüşle gönder mecazlarını.