Suya Düş Kalışlar III

Usul ve soyut bir levha üzerinde geziniyor ölüm, can çeken hâlleri her surette bekleşen.

Boyun eğdik duruyoruz neremize düşerse feda etmeye

Yokluğunda katmanlarımız boğulmuş. Yontulsun diye balçığa yakın hayatlarımızı nakkaşlara vermeyi, beslenen yanlarımızdan senin yazgınla aynılaşmayı, sen öylece kal ki içimizdeki azıcık heyecanı söndürme demeyi, kendimizden boşalmış yavaşça sana doğru sızmayı bilmezken; sonrasının ne tadı kalıyor öpmeye ne de ezgisi. Kendinden geçmeye yetmiyor arınmamış gözlerimizle. Ama sen bedenlerimize çarpa çarpa ilerlerken bizleri hâlâ umursa. Çabucak bulaşan, her an göz göze gelinen dönüşlerde bekle. Bana da hükümler bırak, bırak ki gelip geçecek olanlar gitsin artık. Yetişkin duruşun sinsin yüzümüze. Her bir yanımızı alışık yanlarından kuşat. Şöhretinin karşısında bizi hep alıkoy.

De ki:

Zıttın ateş mi ki yokluğun beni yakıyor

Ya yarala dizginle beni, ya da tekrarla

Kusurumla okşamış olduğun her defayı ver bana

Öyle olduğu gibi hava bulutluyken, sokaklar bomboşken

Kalbime tutkulu sıfatla yerleş

Sanatınla çamurdan aynen doğur beni

Berika Su’yun peşi sıra gitmek adına özüne dönmeyi çoktan seçti. Sıcak kum tanelerinin üzerinde süzülerek yüzünün yanışlarını hafifletmeye çalıştı. Her defasında üzerinden uçan leş kargalarının uçuşuna bile özendi. Onlar gibi keskin bakabilen olmak istedi. İstediğinde bir damlayı alıp içindeki ıstırabı söndürebilmenin hafifliğini hatırladı. Fakat disiplinli yetiştirilmiş tayların yeteneklerini kuşanmaktan başka çaresi yok. İlerlemenin birikimlerini feda etmek olduğunu düşünüyor, zafer kazanmak ve ödülünü almaya gider gibi kendini kendine savunarak melekel aklıyla geçmişi tatlandırmaya ilerliyor. Su onun hâline duyarsızlık göstermiş gibi, kendini ispatlaması gerektiğini yakıcılıkla tembihlemiş. İnsan ancak bu kadar çelişkisiz, sürprizlere açık, tehlikeyi gördüğünde evine dönüp kapanmayan olabiliyordu. Çünkü Su suretini en yeni portresinden parça parça sunuyor, kendini hatırlatıyor, çekiliyor. Geride sabahına sarhoş giren bir armağan bırakıyor. Berika ise şaibeli ölüm istemiyor, alkışı olmayan tabiilikle kendisine hoş geldin denilmesini istiyor.

Her şey bir bir kendi yerine geçiyor. Birbirlerinin şahitliğinde kalabalıklar susuyor, her şey yine gizli duruyor. Oysa öğüdü kavga olan, tumturaklı sözler söyleyen ağızlar hep iki kişilik konuşuyor. Sense Berika’m hırsları kamçılanmış yeryüzünün en sade yerinin ortasında küçücük kalabalık kalıveriyor , kendi yaşında bir yetkiyle Su’yu istiyorsun. Her varlığın acılığını ve tatlılığını yargılayıp Su’yun türdeşlerinden yardım istiyorsun. Söz dinlemeyen, üzerinde hiç etki bırakılmayacak görünenlerden şaşırtıcı birliktelik umuyorsun. Yukarıya baktığında yıldızların görünmesinden korkuyor, yürüdüğün yollarda canının yanmasıyla zorluklardan ürküyorsun. Bir keşişin sadakatini hatırlayıp bin gününü bir yıl sayıyorsun.

Şimdi insan nasıl konuşur Berika’m? Sözleri yangına düşmüş cümleler düşer aklımıza. Nerede seni anlatmaya kalksam tutuşuyorum, sanki aynalar peşimizden koşar da seni gizler. Hep önden gidiyor mermer, parlaklığını silmiş dayanılmaz sertlik duruyor. Yumruğumuzun en sert yeri ise incinmiş nasılda küçücük. Mekânlarsa dar ve karanlık, üstelik devamlı Güneş’e bakılmıyor. Her şey aramıza karışıyor uçuştuğumuzu gördüğünde. Adeta üzerimize üşüşen düşünceler yüzlerimizi pençeliyor.

Sanmam mı iki gözüm sende de bir sevdanın tesiri var

Ateşli bir kıskaçtır seninki, heyecanıyla tutulduğunda elleri yakan

Demir alevi kalıbına düşse gül nazını bırakır

Kaygısı özlemekle dolanır dizelere

Şimdilerde yaşamı rüyada mümkün yerdesin

Yalnızlığın yapayalnız ikinci kişisi eksik

Sanmam mı iki gözüm sende de  aşkın soylu dokunuşları var

Garip gölgeler kuytulara çömelmiş aydınlığı bekleşiyor. Berika kendine yer arayan kol düğmesi. Gökyüzü görkemini yitirmiş, tabaka tabaka siyahını örtmüş sökülmesi imkânsızdır. Her şey ne kadar da kırılgan ve bir an önce parçalanası. Tüm sessizlikler Berik’da toplanmış parça parça onu paylaşası duruyor. Kuşların üzerine konmaya kıyamadığı bu varlığa böyle mi yalvarılır ki?

“Bendedir  içine girdiğim dünyada suç bendedir.”

Evet suç bendedir. Çünkü her şey kendi içiyle dönüyor. Uzaktan izlemekle yetinmek, bir an önce bir hayata sahip olmaktan uzaktır. Ben  bekledim zengin manalara kavuşan üç boyutlu gerçekleri öyle büyüleyici olmasına rağmen ben bekledim. Ruhuma kadar sinmiş, kılıfından sökülmeyecek kadar kurguladığım hayatımdaki rastlantılarımda sen hiç olmadın. Nedense garip şekilde anneme gösteremediğim yalnızlığım vardı. Öyle ulu orta olamadan savunduğum kimliğimle kendimi sürekli rahatsız edip uyanık kaldım. Örneğin komik hikâyelere düşlediğim hiç sahte isimlerim olmadı. Geriye dönük  sorgulamalarım vardı; bilinmemesi gereken, bilinmedik bir yerlere dökülmesi gereken… Tüm bunlar unutma isteğimin haykırma yankısıydı. Çünkü hep tekrarlarda yüzüme dönüp çarpanlardı, vakit kalmadığını hatırlatan pasiflik, ruhuma karmaşık dokunuşlardı. Üstelik senin yerini başkasıyla doldurabilme becerim de yoktu.

Sana o kadar ürkeğim ki her aydınlıkta içimden çıkıp bir yenisiyle değişiyorum.

Gördüklerimle koyma beni ki sana her bakışımda su gözlerinden renkler getireyim.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yüksek Ruhlu İnsanlar / Naci Gümüş
Yeşilçam 12 Eylül’ü Sorguluyor / Gülşah Nezaket Maraşlı
Yalnızlık Bir Kıştı Dinmeyen / Naz
Tömbeki Üstüne veya “Nargilemin Dumanı, Yokt... / Reşit Güngör Kalkan
Talebe, Hafız ve Hattat / Fatma Balcı
Tümünü Göster