Suda Şivan

Ruhum kadar ağır bir taşın üzerine oturdum. Ayaklarımı suya sokuyorum,  kafamı suda bırakırcasına üşüyorum. Düşüncelerimi suyla ezer gibi  hırpalıyor; ama yitmeden titriyorum.

Islanınca  ağırlaşarak  geri dönüyor benim olan. Düşüncelerim ıslanınca ağırlaşarak  hücum  ediyor.  Her defasına kayıtsız uğraşlar veriyorum. Deniz  kenarına, boğulmaktan kurtulup nefes almaya koştum.

Onu ve beni yalnız bırakmaya… Bir adım yalnız solumaya. Beni ve Onu… Oysa imkânsız. Ağırlaşan, ıslanan imkânsızlar…

İlle cinnet nöbetine tutulan ya da sarasıyla kıvranan illetli gibi, bu iki kişiliği taşımak zorunda kalışımdan… Kaçışım. Gün gibi,  kaçtığımı sanışım. Şimdi  ayaklarımı suya sokuyorum. Harareti basıyor, çıplak gerçeklerin, örtmeye yeltenirken kendimle yüzleşiyorum. Tam seninle, sonra kendimle… Aitsiz yüzleşiyorum.

Az önce seninleydim, seninleyken en sevinçli hâlimleydim. Oysa sen… Ruhun suskundu. Prangalarından kurtulmuş gibi özgür susmaktaydı. Suretin durmadan konuştu, zihnin yamalı kelimeler üretti anlamsız, bir dolu… Birinden diğerine bahaneler sıraladı ayrılığa…

Ayrılmaya….

Ne kolay söyleyiverdin. Benzer kelimelerin yerine oturttum, tekrar tekrar aslını  heceledin. Ne kolay heceledin. Haklılığın eğreti durdu, duruşun  dünya gibi büyük… Oysa ben çok küçüktüm.

Karaya vuran Şivan balığına,  gözyaşıyla deniz sunacak kadar, avuçları hâlâ sevdiği kokacak,  kanayan yanlarına aldırmadan yüreğiyle kaktüsleri bir bir okşayacak, kayan yıldızlara iki kişilik dilekler ısmarlayacak kadar… Yağmur kadar, hava kadar, su kadar.

Ben kadar… Ve sen içimi acıttığın kadar…

Ayaktayız.

Tam karşımdasın ya da öyle sanıyorum.Yerin üzerinde ve göğün altında, sıkışmış ayrılık kokusunun, sinmiş vicdanını duyuyorum. Alıp yüreğime koyuyorum, sığdıramıyorum. Fersiz  gözlerin yorulmadan anlatıyor, ekliyor, çıkartmadan büyütüyor. Yumağın düğüm olan genişliğinde onay bekliyor. Ezilmiş “ evet” lere muhtaç, uzakları dileniyor.

Dinledim.

Cümlelerin, ismimi yabancı gibi sonlara bıraktı. Hatıraların düzünü, tersine çevirerek yeniden giydi zihnin. Ezberinde bayat bir öfke canlandı.

Sustum.

Bulunduğum yerde hacmimi  kaybederek, eriyerek… Sen, üzerime basıp beni görmeyene dek…

Koştum.

Yüzüm güneşe vurdu, güneş gözlerime. Yosun denizin en diplerine.

Bedenim, ruhum kadar ağır bir taşın üzerine attı beni, ayaklarım suda kaldı.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yüksek Ruhlu İnsanlar / Naci Gümüş
Yeşilçam 12 Eylül’ü Sorguluyor / Gülşah Nezaket Maraşlı
Yalnızlık Bir Kıştı Dinmeyen / Naz
Tömbeki Üstüne veya “Nargilemin Dumanı, Yokt... / Reşit Güngör Kalkan
Talebe, Hafız ve Hattat / Fatma Balcı
Tümünü Göster