Rasim Özdenören; eserlerinde millîden evrensele, değişimden kendine dönüşe, duruşmadan duruşa giden göndergeler vermiştir. Onun hikâyeleri arayıştır. Varoluşsallığın temel sorunlarını “mutlak ben”in süzgecinden geçirerek bulmaya çalışır. Ontolojik sorgulayışları, psiko-sosyal sorunları, arayışın ekseninde verir. Onun eserlerinde millî bir anlatı atlasından, evrensel bir coğrafyaya açılmış kurmacalar görürüz. Kadim hikâyecilerden öğrendiği tekniği modern öyküye kadar taşımıştır.
Sosyal erklerdeki negatifleşmeyi irdeler. Bu yozlaşma, çözülme, özden kopuşu, kutsaldan kaçışı; kuşatılmışlığın sosyal mühendisliğine bağlar. Bunun içinde bir direniş, bir duruşma, bir dayanışma, ortak arketiplerle yürüme, aynı sosyal bağların denkleminde birleşme, temel dinamikleri besleyen sosyal verilere dönüşü eserlerinde işler.
Öykülenmeye değer olanı düello olarak görür, düellonun kazanını arar.
Onun hikâyesi “öz ben’in” arayışıdır. Medeniyet seyyahıdır karakterleri. Yerli ve özüne bağlı. İçindeki öz şefkatini arar karakterleri. Çözülmüşler, yozlaşmışlar ezilmişler, azınlıklar, koparmışları irdelerken” öz şefkatin” aynasında gösterir. Kendine saygısı olanın, başkasına da saygısı var.”
“Ben duruşmasında” durulanmış, çağrıştırılmış cümlelerle seslenir. Kendi medeniyet haritasının kartografıdır. Bu haritayı çizen temel dinamikler vardır: İslâm, gelenek, kültür, evrensellik, diriliş, duruşma, öz benlik gibi. Fakat hiçbir zaman öykülerinde doğrudan mesajlar vermez. Yol gösteren düşündüren, hayal geliştiren, ufuk açan bir yol dener.
Gelenek onun gıdasıdır. Bu gıdanın özü de İslâm’dır. Doğu ve Batı kültürüne de hâkimdir. İki kültür arasındaki sosyal erkleri bilir. Toplumuzun son dönemde yaşadığı değişimler ve bu değişimlerin sosyo-psikolojik derinliğini işler. Bu minvalde düşünce ve öyküler verir.
İslâmî duyarlılığın açık sesi olmuştur. Vakaları, karakterleri bu duruş ve duruşmanın eksenindedir. Ama duyarlıdır, etkindir, yetkindir karakterleri. Metafizik bir çizgide, ontolojik bağlarımızı, farklı bağlamlar, yeni bağdaştırmalarla işlemiştir. Yazar öykülerinde, “insanlar genelde çözülmüş ve çökmüş toplumun kişileridir. Kültür ve inanç temelleri inkâr edilmiş, yıkılmış bir toplum düzeninden artakalmış insanlardır.”(1)
Seküler hayat karşısında çözülmüş, değişmiş, kopuşlar yaşamış millî karakterin, kendine gelişini işler. Gerçekle yüzleşmesini işler. Bin yıllık geleneğin yolculuğunu öğretir. Yerelden, evrensele giden çözülmeleri verir. Ezilmişliğin psikolojisini işler. Çok sesli duruşlar sergiler karakterleri.
Kendisiyle buluşma mecralarında gezinir. Kendini arar. Kendini ararken, sistemin dışladığı viranelerde bulur. Viranelerdeki kuyuya düşer. Kervan beklemez. Kendi kendine, çıkış arar. Öz şefkatine sığınır. Bunu kabullenir. Seküler ve derin sistemlerin küresel mühendisliklerine karşı güçlü bağlarla o kuyudan çıkmaya çalışır. Kuyuda, Yusuf olmadığını; ancak onunla aynı kaderi yaşadığını düşünür. Uzun süre, seküler sistem onu aynı kuyuda bırakır. Orada olgunlaşır. Orada Yusuflaşır. Orada Yunus Emre hırkası giyer. Dilini Yunus’tan, duruşma yolculuğunu Yusuf’tan alıp direnişe, dirilişe çentik atar. Ve kuyudan çıktıktan sonra asıl duruş ve duruşma hikâyeleri yazar.
Rasim Özdenören, Mavera’nın çıkış duyurusunda edebiyat konusundaki görüşlerini şöyle ifade eder: “Biz, edebiyatı, amacı kendinden ibaret kalan bir çalışma alanı olarak görmüyoruz.
Tarihte hiçbir uygarlık, ilkin bir edebiyat hazırlığı geçirmeden, kelâm eğitimini tamamlamadan, yani düşünce söze, söz de eyleme dönüşmeden, var olma ortamına kavuşmamıştır. Her uygarlık kendi değer yargılarının, erdem anlayışının ilkin yerleşmesini, sonra da yayılmasını ve yaygınlaşmasını edebiyatın aracılığına borçludur” (2).
Hikâyeleri araçtır. Kurmacaları onu düşünce yolculuğunu verir. Onun medeniyet duruşmasını gözler önüne serer. Onun hikâyesi düşüncenin kurgusudur. Bireyin toplum içinde tutunamaması sonucu yaşadığı çözülmeleri çağrıştırır. Değişen dünyanın değiştirdiği, feleğin eleğinden geçirdiği, kayboluşları irdeler. Bu kopuşların aldanış derinliğinde bunalmışları görür. Bulantının sancısıyla ölüm döşeğindeki neslin“ Mutlak Ben”e ulaşma yolunun İslâm’la olacağını anlatır. Kahramanlarının duruşu bellidir. Bu duruşunun niyeti bellidir. Amaçları, düşünceleri, hayata bakışları, her şeyi nettir. Yaşadığı dönemin sosyolojik bağı hatta kendi yaşadığı psikoloji eserlerine sirayet etmiştir. Sosyal dönem, bilincini en çok de bilinçaltını beslemiştir.
Yazarın çoğu eseri, bilinçaltındaki yadsımalarıyla ortaya çıkmıştır. Bu yâdsılar vakaya, kahramana dönüşmüştür. Onun yazma yolculuğunda simgesel şifre “yol göstermek.” Hikâyenin diğer formu olan mekân çoğu zaman belirsizdir. Kasaba, Maraş, İstanbul, Ankara kısmen görülse de mekânlarının yokluğu farklı bir enerji katmıştır. Maraş, İstanbul, Eyüp, Ankara, yazarın bilinçaltı ajandasını verir. Onu besleyen verilerin orada birikip kelama dökülüşünü verir. Vakaları yerli, teknik ve dili moderndir. Bize son dönemin dilini, anlatımını, kurgusunu verir. Hikâye formlarıyla içerik paralel şekilde başarılı işlenmiştir.
Hastalar ve Işıklar(1967)’da toplumsal trajedi var. Psikolojik bir eser. Hasta kahramanlar var. Sistemin hastalandırdığı kahramanların kendi bulma yolculuğu var. Bireyin iç dünyasındaki kopuş dehlizlerini anlatır. Ruhsal derinlikte, özü kemiren temel sorgulayışları anlatır. “Hasta” sistemdir. Işık, İslâm’dır. Simgelerle ruhsal çözümlemeleri irdeler. “Hasta” olanla, hasta eden aynıdır. Sistemi, hastalık yapan mikrop olarak görür. “Hasta” aynı zamanda, çözülmeyi, kopuşu da simgeler. Çözülmüş bir kitle var. Bunu yapan da “seküler hasta”dır. Bu yüzden ışıkları arar. Işık, önce gelenektir, önce arınıştır, önce özdür, tümüyle İslâm’dır.
İkinci öykü kitabı “Çözülme” (1973)’de çoğullaştırıcı sosyal değişimi irdeler. Sosyo-kültürel değişimin temel erkleri nasıl ortadan kaldırdığını anlatmaya çalışır. Batılılaşmanın metodolojik olarak meydan getirdiği sosyolojik çarpıklıklar, hızlı değişim ve tüketimin getirdiği psikolojik enkazı işler. “Çözülme” tek başına derin bir psikolojiyi simgeler. Aynı zamanda, medeniyetin, kültürün değişimin sosyolojik simgesidir.
Çok Sesli Bir Ölüm’de (1974) Değişimin, psiko-sosyal enkazını ve bu enkazın sosyolojik atlasını açar. Toplumsal yozlaşmanın, toplumsal arınmadan geçeceğini irdeler. ”Çözülme”nin devamı gibi geliyor, bu eser. “Sesli Ölüm” şairane bir simge. Çok şey ifade eder. Tek başına, Batılılaşmanın, bin yıllık gelenekten kopan kahramanların, kendi değerleri arasında, kendi vatanında, sesli ölümler yaşıyor. Kırsaldan kente gelmişlerin ezilmişliği, kopuşu, kariyer, makam gibi putların seküler çizgiyle insanı özünden, dininden, kültüründen kopararak seslice ölüşlerini anlatır.
“Çarpılmışlar “(1977,burada diğer eserlerden farklı kurgu, farklı psikolojik ajanda var. Yazar, iç çatışmalarla, dış çatışmalar arasında kalan kahramanların yolculuğunu verir. Kahramanlar, günah merkezindedir. “Günah” eserin aynasıdır. Günahın normalleşmesiyle ortaya çıkan içsel çatışmaların ruh dengesini nasıl etkilediğini verir. Bu yüzden trajik sonları bir derstir. Yanlışların oluşturduğu kopuş ve kopuşa kapılmışların trajik sonlarını işler. Yanlış hayatlar, toplumsal uçurumlar oluşturmuş. Ve kahramanlar, sistemin mühendislerince, ya da bilinçsizce bu uçurumdan düşmektedir. Bu eser, modern hikâye kapı aralar. Bilinç akışı tekniğini kullanması, tam olarak başarılı da olmasa da modern hikâyeye geçişi verir.
Kuyu(1999), Hz. Yusuf Kıssası imgesi etrafında dönen uzun bir hikâyedir. Tasavvufi bir arınmadır. Günah ile arınma, arınma ile kâmil olma arasındaki mistik çizgiyi irdeler. Yazarın hayal ettiği, kahramandır. Seküler hayatın içinde çığ gibi günahın içinden bir tarikata sığınış. Orada arınış. Orada, kendini bulup sosyal ve kâmil bir ben’i simgeler. Biraz kendisidir, en sevdiği kendisidir, bu hikâye. Arınmış kendini bulmuş, duruşu ve dirilişi olan mistik bir kahramandır Yusuf. Biraz, kendisidir, biraz istediği biz…
Rasim Özdenören’in hikâyeleri düşündürür. Bir düşünce adamının yolculuğunu verir. Niyetlilik ilkesindeki aydınlığı görürüz. Eserlerinde farklı bakış açıları görür. Bütüncül yapı ve onun alt birimlerini kurgulayan hikâyeleri var. Estetize edilmiş metinlerden oluşuyor. Öykünün formlarıyla ilgili zayıflık görülmez. Fakat tüm formlara hâkim değildir. “Hâkim bakış açısını” sıklıkla kullanmıştır. Bu tekniği kullanırken mecburen “anlatma” tekniğine başvurmuştur.
Görülen ve görülmeyen yaşantı birlikteliği, “özetleme “tekniğine çok rastlamıyoruz. Zaman özetlemesi birçok hikâyesinde görülse de başarılı bir teknik olarak göremiyoruz. “Gösterme “ tekniğini “Çarpılmışlar “ da kullanmıştır. Çok başarılı olmasa da” bilinç akışını “kullanarak hikâyemize bir soluk getirmiştir. Hikâyeleri teknik formlar açısından ayrıca irdelemek gerekse de başarılıdır. Yazarımızın diliyle ayrı bir parantez açmalıyız. Hikâyeleri; konusu, işleyişi, sanatsal formları açısından kendini hep yenilemiştir. Kısmen görülen teknik kusurları da güzel vakalarla kapatmıştır. Ama diliyle ilgili ayrı bir yazı yazmak lazımdır. Dilindeki temel sorunlardan arınmış Özdenören, Türk hikâyeciliğinde kalburüstülüğü daha pekişirdi.
Kaynakça:
1. Türk Edebiyatı Tarihi (Kabaklı, 2006: 722) (2)
2. Yedi İklim Dergisi 1999 – 24
3.ÖZDENÖREN, Rasim (1998b). Çarpılmışlar, İstanbul: İz Yayıncılık
4.ÖZDENÖREN, Rasim (1998c). Çok Sesli Bir Ölüm, İstanbul: İz Yayıncılık.
5.ÖZDENÖREN, Rasim (1998ç). Çözülme, İstanbul: İz Yayıncılık
6.ÖZDENÖREN, Rasim (1998e). Hastalar ve Işıklar, İstanbul: İz Yayıncılık.
7.ÖZDENÖREN, Rasim (2000b) Kuyu, İstanbul: İz Yayıncılık.