Hikâye bezm-i elest’te şu iki kutsî ifade ile başladı:
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
“Evet, Sen bizim Rabbimizsin.”
Rahmân, insanı yarattı. Kur’an’ı öğretti ve ona düşünüp ifade etmeyi belletti.
Allah Âdem’e bütün isimleri de öğretti. Havva yaratıldı. Bir hata yüzünden insanoğlu cennetten dünyaya adımını attı. Ardından çocuklar dünyaya geldi. Hâbil ve Kâbil mücadelesi başladı.
İlâhî kitaplarda kıssa, milletlerin tarihinde destan, efsane, orta çağlarda roman, hikâye ve modern zamanlarda daha çok öykü diye tabir edildi.
Bizler kadîm bir medeniyet ve kültürün anlatan, dinleyen ve yazan çocuklarıyız. Eski zamanlarda, soğuk ve uzun kış gecelerinde köy evlerinin yün minderleri üstünde ve ahırların sekilerinde, tatlı esintili bahar aylarında ocağın, tandırın başında, sıcak meltemlerin estiği yaz aylarında bir meyve ağacının altında toplanıp hikâyeler dinlemiş dedelerimiz. Hem dinler hem anlatırlarmış. Anlatmak ve dinlemek; muhabbetin, hürmetin, bir ve beraber olmanın öteki adıymış. Kim anlatırmış dersiniz bu hikâyeleri? Âşıklar, ozanlar, meddahlar, yârenler, bilge nine ve dedeler… Anadolu topraklarının anlatıcısı, binbir surette dolanır dururmuş. Böylece hikâyeler Anadolu’nun semâlarında bulut gibi asılı kalır, oradan gönüllere, rûhlara işler, birlik duygusunu örermiş. Şifâhî olarak anlatılan bu hikâyeler, ağızdan ağıza, kulaktan kulağa binlerce yıllık yoldan geçerek, anlatanın rûhuna, kalbine dokunur, onun rengine bürünüp bir sonraki kuşağa aktarılırmış. Sonra bu hikâyeler bir bir yazıya dökülmüş. Hazret-i Ali Cenk-nâmeleri, Battal Gazi Destanları, Dede Korkut Hikâyeleri bunlardan bazılarıdır.
Daha sonraki dönemlerde anlatılan, yazılan hikâyelerin bir kısmı manzûm, bir kısmı mensûr, bir kısmı da manzûm-mensûr karışık anlatılmıştır. Tezkire-i Satuk Buğra Han, Şeyh San’an Hikâyesi, Salsalnâme, Kıssâs-ı Enbiyâ, Leylâ vü Mecnûn, Hüsrev ü Şirin, Bahtiyârnâme, Mi‘râcnâme, Tezkiretü’l-Evliyâ, Cimcime Sultân, Miftâh-ı Cennet, Hârnâme bunlardan ilk akla gelenlerdir.
Hikâyeler bizi birbirimize bağlar. Hikâyeler zor zamanlarda bize yol gösterir, yoldaş ve sırdaş olur. Hikâyeler bu evreni anlamamız ve yeni evrenler kurabilmemiz için bizlere eşlik eder. Hikâyeler varlığımızı anlamlandırmamıza yardımcı olur.
Günümüzde hikâye anlatma, dinleme geleneği yok olmaya yüz tutsa da yazma ve okuma geleneği bir şekilde devam etmektedir. Bu sayımızda, hikaye kavramından hareketle ‘Hikaye Medeniyeti’ni, İnteraktif edebiyat ekseninde öykününün yeni dönemini ve hikayesini okuyacaksınız. Öykü yazarlarından bir kısmının soruşturmamız için verdikleri cevapları, başta Üstad Necip Fazıl olmak üzere, yazarların hikâyesi ya da eserleri üzerine kaleme alınan inceleme yazılarını okuyacaksınız. Durali Yılmaz hocamız dahil, hikayeleri üzerine çalışma yapıldığı halde henüz bize ulaşmayanları da gelecek sayılarımızda, bize ulaştıklarında neşredeceğiz. Ayrıca dergimizin mutfağında yetişmiş, öyküleriyle kendilerinden bahsettiren yazarlarımızdan hikâyeler de yer almaktadır. Tabii ki şiirler de bir taraftan hikâyelerin rûhu olmaya devam edecek sayfalarımızda.
İyi okumalar.