Günler geçiyor. Takvimler 4 Ocak 2007’i gösteriyor. Ocak ayı bizi bırakıp gidince bir de baktık ki arkasında ne karlı günler bıraktı ne de okulun bahçesinde çocuklar kardan adam yaptılar. Evimin penceresi Beylerbeyi İlköğretim Okulu’na bakıyor. Önüme düşüyor çocukların bahçede koşarken ki gülüşleri, çınlayıp pencereden içeri giriyor ve hayat ışıltısının devam ettiğini vurguluyor adeta. Şiirime bir koşu giriyor ve öylece bütünlüyor mısralarımı. Ama bu kış kar yok okulun bahçesinde. Kardan adam yok. Bilhassa çocukların koşarken de bir taraftan birbirlerine attıkları kar topları da yok bu sene.
Bu sene gökyüzüne vede yeryüzüne bir hâller oldu. Ne olduysa oldu bilhassa İstanbul’a ne kar ne de yağmur yağdı. Şöyle çok az bir iki defa yokladı ise de keyfe keder bir şey inmedi gökyüzünden. Hâlbuki toprak bekliyor, insanlar bekliyor, aman suyumuz bitecek, susuzluktan kırılacağız diye düşünen devlet ricali bekliyor. Velhasıl kuşu kurdu, börtü böceği bekliyor ama bir türlü gelmiyor gelmesi dört gözle beklenen rahmet. Öyle ki rahmet bulutları da uğramıyor bu sene İstanbul’umuza.
Bilhassa İstanbul ahalisi bir korkuyu yaşıyor adeta. İnsanın hayretine gidecek kadar bir bekleyişi sürdürüyor ahali. Aman kar geliyor, aman yağmur var diye anonslarını yaparken televizyonların hava raporlarını sunanlar o zaman anında insanların içi de cız ediyor. Bir taraftan trafik yoğunlaşacak, işlerine gidemeyecekler diye hayıflara yatmaya hazırlanırken bir taraftan da aman bir an önce yağsın da gelip geçsin ve de bizi de ziyadesiyle üzmesin tripleri seziliyor insanların gözlerinde. Hava işte bir türlü düzen tutturamıyor. Var mı çaresi?…
1968 yılından beri Beylerbeyi’nde ikâmet eden biri olarak doğrusu böyle bir kışı ne gördüm ne de yaşadım. Acayip bir mevsim alegorisi de diyebiliriz bu yılki kışlık hâlimize. Gerçi zaman zaman arada bir güzel ve açık ve güneşli kış günlerimiz olmuştur bunca yıl içinde ama böylesini bu yıllar arasında yaşamış biri değilim doğrusu… Yağmur yağar, kar yağar. Hatta öyle ki Çamlıca Caddesi’nden Küplüce’ye çıkan yokuşu çıkamaz olurdu belediye otobüsleri. Hatta taksiler, özel otolar dahi çıkamazlardı da mecburen araçlarını bırakır yaya çıkarlardı Küplüce’den yukarı. Hatta 80’li yıllarda o malum kış olduğunda günlerce dükkânlarını dahi açamamıştı çarşı esnafı. Fırınlarda ekmek kuyrukları oluşmuştu.
Gerçi İstanbul’un bu ekmek kuyrukları ile gaz yağı kuyrukları meşhurdur. Bir de sana yağı kuyrukları anlatılır zaman zaman. Gerçi ben fakir yazarınız her ne kadar üç ihtilal görmüş isem de gene de bazı şeylerin gülünesi taraflarının tarih sayfalarında yazılıyor olması önemlidir. Bu gaz yağı, sana yağı, ekmek kuyruğunda beklemek basit ama zorunlu birer ihtiyaç olduklarını da o çileli zamanlarda kendilerini size adeta bilerek isteyerek ve dahi belki de zevk alarak göstermiş oluyorlar. Burada Allah’ın verdiği nimete şükretmek şiarı da kendini ele veriyor…
Ne diyordum.
Evet, malesef bu kış kış gibi gitmeyeceğe benziyor.
Yani kış kışlığını yapmamış oluyor böylece.
Hâlbuki benim çocukluğumun geçtiği Bingöl’de ne kışlar olurdu, ne karlar yağardı.
Geçende şair Dr. Alper Gencer ile telefonda biraz hasbihal ederken ona bunları söylediğimde evet dedi, şimdi iki metre kadar kar var bulunduğum yerde. Bulunduğu yer neresi diye merak edip sual edecek olursanız Dr. Alper Gencer’in bulunduğu yerin Bingöl’ün Yedisu İlçesi olduğunu söylemiş olayım. Yani oralarda olan buralarda bulunmuyor. İstanbul ne ki Erzurum yayla misali bekleşip duruyor korkularıyla birlikte İstanbul ahalisi. Tabii şehir ağır bir kirlilik sendromu içinde giderek ne duruma düşer onu şimdiden kestirmek zor. Lakin şimdi bu yazı yazıldığı Şubat ayının dördü olmasına rağmen bir hareket yok gökyüzündeki mübarek bulutlarda. Belki diyorum bulutlarda küstü bize. Kayıtsızlığımıza küstü, vurdum duymazlığımıza küstü, ne bileyim belki de hani neredeyse kendimizden bile kaçtığımız bu acayip halimize küsmüş olabilir…
Bu gün 4 Şubat 2007 günlerden Pazar.
Gazetede uyarı gibi bir haber var:
“İstanbul – Meteoroloji Bölge Müdürlüğü’nün dün yaptığı açıklamaya göre Marmara Bölgesi bugünden itibaren Balkanlardan gelen yağışlı havanın etkisine giriyor. Kar şeklinde görülecek yağışların salıya kadar devam etmesi bekleniyor. Yağışlı hava İstanbul, Edirne….”
diyerek devam ediyor. Haydi hayırlısı.
Daha görünürde bir şey yok Beylerbeyi’nde. Eğer olursa zaten tarihler yazacak. Bu kış aylarının bu güne kadar ki havasını böyle teneffüs ettiğimin açıklamasıdır bu yazdıklarım.
Sevgili dostum Şeref Akbaba bana yaz dedi bir kış yazısı.
Gece saat dört otuz beş olmuş ne güzel
Kış yok ki yazılsın. Yazılan da zaten kış değil. Geçen yıl okulların tatil günlerinde her pencereden dışarıya baktığımda okulun bahçesindeki kardan adamı yan yan bakarken görüyordum. Bu sene ne kar var bahçede ne de kardan adam var. Çocuklar bile çekip evlerine gittiler. Ama bir yağsa diyorum. Şöyle beni eve kapatacak kadar yağsa. Şöyle bir camdan baksam karın o harikulade bir düzen içinde salına salına yere doğru inişine. Elimde bir çay bardağı mı olur, yoksa elimde sayfalarının arasına koyduğum işaretle Mesnevi mi olur, yoksa bana bakıp küsme derecesine gelmiş bulunan diğer kitaplar mı olur onu bilemem. Geçen yıl bir kar şiiri yazmıştım. Bir teselli olarak birlikte okumayı teklif ediyorum. 25 Ocak 2006- Saat: 16:51’de yazmış bulunduğum bir şiirimdir.
KAR
Kar yağınca kuşlar
Bilirler nasıl olduğunu
Uçuk bir beyazlığın
Yeryüzüne konduğunu.
Kar yağınca kuşlar
Amanın kuşlar
Ne çok sığınırlar
Selvilerin, çam ağaçlarının
Kar kokulu dallarına
…………..
4 Şubat 2007 – Pazar