Abdürrahim Karakoç ile Söyleşi

Şiir nedir? Şiirlerinizi nasıl bir ruh haliyle yazıyorsunuz? Şairler nereden beslenmelidir?

Şiir nedir sorusu bir defa cevaplanmayacak bir sorudur. Çünkü, tarih boyunca bunu herkes sormuş herkes bir cevap vermiş. Verilen cevaplar da farklı doğrultuda olmuştur.

Bazı aklı hafiflerin kalıba falan döktüğü konuşmalardır.

Şair nereden beslenmeli ? Şair önce çevresinden, sonra ülkesinden ve sonra bütün dünyadan, insanlardan, en doğrusu insandır zaten. Hitap ettiği de şairin insan olduğuna göre oradan beslenecek, kaynak o olmalıdır. İnsana hitap ederken insani kaynaklar nedir bu tartışılır. Biri der ki siyahtır biri der ki gridir, biri der ki beyaz. Bunlar da  artık şairin dünya görüşüne, ahlak görüşüne göre seçilir. Başka türlü olmaz.Ben hangi ruh hâliyle yazdığımı bilmem. Ya çok öfkelenir yazarım ben şiiri ya çok rahat olup neşelendiğim zaman yazarım. Bir de geceleyin çok yazarım ben. Sessizlik anı bana duygu verir. Yani işte her zaman yağmur yağmadığı gibi, her zaman şiir de yazılmaz. Benim ki, ya bir şiir üzerine yoğunlaşırım ya aniden gelir. Yazmaya gayret ederim.

Şiir için üst dildir deniyor. Peki sizce şiirde alt kültürle üst kültür birleşebiliyor mu?

Vallahi  şimdi belirli bir kitleye hitap etmek gerek bence. Alt kültür- üst kültür filan değil, herkese birden. Yani şu tarlaya yağmur yağsın da şu tarlaya yağmasın demek olmuyor. Ben mesela yazıyorum, yazdıklarımı bir profesör de anlıyor, severek okuyor. Bir çoban da severek okuyor. Budur işte şiir. Bazıları yazıyor profesörler anlasın, sırf edebiyatçılar anlasın diyor. Ben bunu uygun bulmuyorum. Herkes anlamalı.

Şiir evrensel midir? Şiirin kalıcı olması neye bağlıdır?

Evrensel olabilmesi için güçlü olması lazım, imkânlar olması lazım. Millî olmadan da hiçbir şey evrensel olmaz. Şairin gücüne, zarafetine, kullandığı imajlara  bağlıdır,  neye bağlı olacak ki. Bir de içten yazılmasına samimiyetine. Yürekten yazılan bir şey kalıcı olur. Hangi ülkenin insanına okutursan okut. Bakarım mesela hiç tanımadığım bir adamın, bir yabancının memleketini de bilmiyorum Edgar Allan Poe şairdir. “Anabella” diye karısına yazar ve ölür kendisi de. Veremden ölmüş karısı. Kendisi fakir düşüyor ama müthiş bir şiir. Burada benim ülkemde de var, bunlara benzeyen. Mesela Kağızmanlı Hıfzı; iki şiiri var. İkisi de meşhur, çok yaşamamış zaten, Ermeniler öldürmüş o genç yaşta. 25 yaşında. Amcasının kızına yazdığı bir şiir var.

“Sefil baykuş ne yatarsın burada

Yok mudur vatanın ellerin hani”

diye. Çok müthiş. O da Poe’nin yazdığı şiire benzer. İkisini  de hiç ayırt etmem ben. İkisi de insanı muhatap alıyor. İkisi de aynı konuyu, sevgiyi-acıyı dile getiriyor.

Şiir tahlilinde ölçü ne olmalıdır? Tahlil yapanlarda, yapmaya meraklı olanlarda hangi alt yapı olmalıdır? Şiir yazmayan insanlar da şiir tahlili yapmalı mıdır?

Bilmiyorum da Türkiye’de şiir tahlilcisi yok denecek kadar azdır. Son zamanlarda bir Ahmet Kavaklı yapmaya kalkıştı. Daha önceden Mehmet Kaplan vardı, daha başka kişilerde var da hatırlamıyorum çoğunu. Fakat şu anda hiç yoktur şiir tahlilcisi. Herkes kendi tayfasını, kendi grubunun adamlarının şiirini tahlil ediyor. Böyle olmaz şiir, evrensel diyenler bir gruba mal ediyorlar onlarınkini. Öbürlerini görmüyorlar, görmüyorlar. Görseler de göstermek istemiyorlar. Bu da çok yanlıştır. Ha şu da var ki eleştirmenler yani şiir tahlilcileri hiçbir zaman büyük bir şair olmamışlardır. O ayrı bir konu, ayrı bir meslek, tahlil ayrı bir meslektir. Şairlik ayrı bir meslektir. Bana şiir tahlil et deseler ben edemem. Ama şiiri yazarım.

Hece şiirinin ömrünü doldurduğu söyleniyor? Hece şiiri için “kalıplar içinde hapsediliyor, duygular sınırlanıyor” deniyor? Hece de iç duraklara dikkat etmek gerekir mi yoksa iç duraklarda sapmalar olabilir mi? Siz ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de şiire meraklı, muktedir olamayan insanlar haklılar. Hemi hece, hemi kafiye, hemi de maksadı nasıl yapacaksın?

Hece neden gitsin. Serbest yazanlara gitmediniz de buraya geldiniz o zaman.

O mahareti eğer o dörtlüklerle edeceği tarzda yazarsa onun da zevkini aldı mı da bırakamaz. Ama bakınız bir çok insan  şiirle başlar, heceyle falan başlar serbeste geçer. Serbest kolay ne dersen de. Şu televizyonda Şebnem Kısaparmak mektuplar okuyor. Ama şiir gibi okuyor, dinleyen şiir zanneder, değil. Bütün mektupları şiir havasında okuyor şiir zannediliyor. Bu bir çokları yazdıklarını şiir zannediyor ve bize dinletiyorlar. Şiir değil onlar şiirin belirli kuralları olacak, belirli kalıpları olacak. Hiç olmazsa kendini nesirden ayırt edecek bir unsur bulunacak içinde. Ya nasıl ayıracağım ben senin şiirini? Hiç bir şey yoktur. Eskiden bazen serbest yazan şairler vardı onlar dahi genellikle kafiye, iç kafiye, dış kafiye. Serbest ama yeri geldi mi küt küt vururdu kafiyeye. Bugünkülerde o da yoktur. Siz Arif Nihat Asya’yı okur musunuz? Serbeste benzer ama kafiyeli hep şiir, yani zor bu.

Henüz tarifi yapılmayan/yapılamayan ama günümüzde çok kullanılan “imge” sizce nedir? Şiirlerde imgenin özellikleri neler olmalıdır?

Olması lazım da sadece imgeye boğmamalı. Şiiri imgelere boğmak da doğru değil ama olacak içinde. “Latifeler şakalar nasıl olsun ya Resulallah” diyorlar, Peygamber Efendimize, “yemekteki tuz gibi olsun” diyor. Ölçüye bakın siz fazla tuzlu da rahatsız eder insanı tuzsuz da. Şiirde de öyle. Sembollere imgelere falan boğmayacaksın şiiri. Ama onsuz da olmayacak yeteri kadar. Ölçüsüyle olacak her şey. Kararında olursa güzeldir.

Hicivde ölçü ne olmalıdır? Edebi aşan bir hicve aynı tarzda cevap vermek doğru mudur?

Hiciv zor bir sanattır. Şimdilerde de yazması pek mümkün değil, işte yazamıyorlar da. Hele Türkiye’de hiciv yazan yoktu, ben başlattım onu Türkiye’de. Tarihimize baktığımızda hiciv şairleri ya kelleyi vermişler ya zindanlarda yatmışlar. Hicvi kime yazacaksın sıradan bir adama, bakkala ya da şuradaki bir komşuya değil. Hiciv yazıldı mı devlet yönetenleri hedef alacak, zirvedekilere. Zirvedekileri rahatsız edince de fincancı katırları gelip haşat eder çıkarlar. Hep öyle olursun. Yalnız bunu usulüne göre yazarsan bazıları düpedüz ismini de veriyor. Hakaret ediyor. Hakaret hiciv değildir. Ölçülü böyle mizah olacak. Hiciv demek mizahla karışık oldu muydu hem güldürür hem düşündürür hem de karşıdaki insanı yaralarsa. Hiciv budur. Bunları ne edeyim ben. Ben bazı şeyleri yazarken içine katıyorum, katmamak olmuyor. Çünkü benim yaradılışımda hiciv var. Ama hicvi bir küfürleşme, sövme değil. Benim büyükler bilir diye bir şiirim var duydunuz değil mi onu?

“Yalan dolan ile devran sürmeyi

Biz ne bilek beyim büyükler bilir

Milletin başına çorap örmeyi

Biz ne bilek beyim büyükler bilir

Rüşvet vermek rüşvet almak nasıl şey

Hazineden para çalmak nasıl şey

Terlemeden zengin olmak nasıl şey

Biz ne bilek beyim büyükler bilir

Erken palazlanıp erken ötmeyi

Değirmenler kurup baş öğütmeyi

Hele… meydan meydan adam gütmeyi

Biz ne bilek beyim büyükler bilir

Anlamayız kopya nedir, asıl ne

Perde, sahne, solo, koro, fasıl ne

Üç kağıtta erkan nedir usul ne

Biz ne bilek beyim büyükler bilir

Viski, votka çekip keyif çatmayı

Dansöz kucağında stres atmayı

Milleti bölmeyi, vatan satmayı

Biz ne bilek beyim büyükler bilir

Seyrettikçe ana-baba filmini

Hissederiz baskısını zulmünü

Lisans üstü maskaralık ilmini

Biz ne bilek beyim büyükler bilir

Adettir gerekmez malumu ilam

Taklide günaydın, asıla selam

Ne hınzırlık varsa hasıl-ı kelam

Biz ne bilek beyim büyükler bilir”

Hatta bir yerinde de,

“Milleti bölmeyi, vatan satmayı

Biz ne bilek beyim büyükler bilir”

Büyükler vatanı da satar milleti de böler ama biz yapamayız onu. Çünkü hukuk yakamıza yapışır. Ha kimse demiyor ki bana denmiştir. Dava açmıyorlar. Öyle kalıyor demek ki hiciv yerine oturuyor. Hiciv böyle yazılıyor. Ha edep, edep her yerde lazımdır. Hicivde de lazımdır da hicivde bazen o kuralların dışına çıkacağın zamanlar olur. Çünkü Karşındaki muhatabın sana o şiiri yazdıran öyle bir abesle iştigal ediyor ki zorlar seni. Bana ne söylersen söyle demiş. Küfür bile söylersin.

Günümüz Türkiye şiirini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Pek okumuyorum. Günümüzde nasıl şiirler yazılıyor, ne ediyorlar bilmiyorum. Bana çok şiir kitapları geliyor gazeteci olduğum için tanıtmam için de. 3-5 güzel parçalar görebiliyorum. Bazen var, yani hiç yok değil, gençler, onların da elinden tutan yoktur. Herkes kendine göre bir göl bulmuş orada işte büyük balıklardan istifade ediyor, onların gölgesinde dolaşıyor. Bazıları var ki hiç suyun kenarına yaklaştırılmıyor ama iyi kabiliyetler. Bu insanların verimli olabilmesi için imkânlar olacak, imkânlar da ellerinde yoktur. Günümüz şiiri de yok demiyorum çok değerli şairler de var da hangisini anlatacağım. Hep parça parça bölünmüşler. Siyasi, ideolojik, her biri bir yere hizmet edince, metanetli olmuyor birbirlerini de gölgeliyorlar maalesef.

Şair kadınlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Kadınlar şair olabilir mi?

Olur niye olmasın. Bugün kadınlar milletvekili oluyor, kasap oluyor, doktor oluyor, hekim oluyor, hakim oluyor, futbolcu oluyor da şair neden olmasın ki. Fakat size şunu da söyleyeyim, tarihimizde hiç meşhur kadın yoktur şairlerimizden onlar çok hassastır. Kadınlar çok hassastır. Her şeye şefkat ile bakınca olmuyor, şiirin tadı kaçıyor. Şefkatle olmuyor bu iş. Şefkatle baktığın ama yazarken bir de şu olsun. Ha Güzel şiir yazanlar oluyor belki de dediğim gibi kalıcı olmuyor. Demin dediniz ya kalıcılık önemli diye. Siz bana söyleyin büyük bir şair söyleyin. Osmanlı’da Türkiye’de yahut da yabancı dilde, yok sayamazsınız.

Herkesin küreselleşme diye tutturduğu bir dönemde hangi sanat anlayışını savunuyorsunuz, nasıl şiirden yanasınız?

Şimdi küreselleşme falan filan bunlar nedir bilmiyorum ki? Her zaman diyorlar işte küreselleşmeden bahsederler, evrenselleşmeden falan da. Herkes önce millî olacak. Ben önce şuradan başladım kendimi tanıtmaya, sonra komşulardan, sonra Sincan’daki çevreden, sonra Türkiye’den başladım, sonra dışarı taşabildim. Benim komşum değildi Geote ama, ben severek okurum ama Şekspir de öyleydi. Tanıdığım birisi değildi. Ama onlar birisi Almanya’nın, birisi İngiltere’nin medarı iftiharıdır görüyorsunuz. Bizim de Fuzuli’lerimiz, işte Yunus Emre’lerimiz hatta Karacaoğlan’larımız falan bizim medarı iftiharımızdır. Bunlar küreselleşelim diye yazmadılar ama vurguları güçleri fevkaladeyi aştığı zaman onlar da kabulleniyorlar. Mevlana Avrupa beni beğensin diye yazmadı yani Mevlana’nın Mesnevisi Avrupa’ya hitap etmiyordu bulunduğu Selçuklu Devleti’ne hitap ediyordu. Fakat yayıldı İslâm ülkelerinde sonra Avrupa’ya da taştı bu senin gücün varsa taşar dışarıya. Bu mimarî de böyledir. Her sanat öyledir. Bugün Mimar Sinan bambaşkadır. Onlarınki ayrıdır bizimki ayrıdır. Hiçbir Batılı mimar hiçbir cami yapmamıştır. Neden yapsın ki onlar katedral yapmış bizimkiler de cami yapmış ama yapılan köprüler de var onlarınkiyle bizimkiler birbirine benzer orada inançların dışına çıkıyor onlar heykeli çok yapmış bizimkiler heykel yapmamıştır. Heykel meselesi Batı’da çoktur Hristiyanlıkta çoktur. Zaten Hristiyanların yapısı heykelciliktir. Bir dinde üç şey olmaz. Allah, Meryem, İsa diye üçleme olmaz. Bizde tek olduğu için, bizde olmaz onlar üçleyince istavroz çıkarırlar haç döşlerinde. Haçı da kilisede takındıkları bir şey olarak görüyorlar, dolayısıyla yani bizden farklılar. Onların kültürü öyle gösteriyor bizim kültürümüz başka türlü gösteriyor.

Edebiyat öğretmenlerini şiiri çok iyi bilenler olarak kabul etmeli miyiz? Ve şiir adına ahkam kesmelerini nasıl buluyorsunuz?

Şimdi ahkam kesmezler de,  elbette edebiyat öğretmenleri de edebiyatı çocuklara anlatacaklar. Kendi bilgi birikimlerine göre. Söz ve kabiliyetlerine göre. Anlatmaları lazım başka kim anlatacak çocuklara edebiyatı. Onlar da öğreniyorlar. Edebiyat öğrenirler, şiir de anlatılır onlara üniversitede, lisede falan. Bir takım onların da birikimi vardır. Ancak herkes aynı şeyi aynı üslupla aynı başarıyla götüremez elbetteki. Çok benim tanıdığım güzel öğretmenler var. Üniversitedeki hocalardan daha ağır lise öğretmenleri var.

Hissederek yazmak ile yazmış olma arasında fark var dediniz? Mihriban şiiri hissedilerek yazılan bir şiir midir?

Vallahi hissetmek ve bizzat olması lazım gelen bir şeyin üzerine. Yani karşıdaki birisi var mı ona bakmaya kalk. Öyle hayali hissederek yazsaydım o kadar tutmazdı. Mümkünü yoktu. Karşısında o gün bir muhatap vardı. Ha..! Kim diyeceksiniz? Valla ben onu sakladım kimseye de demedim.

Şiir yazmaya başladığınızda bugünkü geldiğiniz yeri düşünmüş müydünüz?

Şimdi ben çocukken yazmaya merak ettim. Gençliğimde yazdım, bana derlerdi; “ya bir köy yerdesin burada yaşıyorsun, ne olacak, yazsan ne olacak.” “Ne olacak” derdim. “Türkiye’nin hepsine duyuracağım.” “Hatta Türkiye’nin dışına gidecek benim ismim.” “Git canım olur mu Ankara’yı, İstanbul’u bütün parsellemişler heriflerin elinde matbaaları var işte şunları var bunarı var.” “Olsun ya ben başarılı olursam ben köprüleri yıka yıka geçerim oraya” dedim inanmadılar fakat ben inanıyordum. Ben inanarak başladım eğer azim olmasa idi ben yolda kalırdım. Sonuna kadar çıkacağım zirveye kadar çıkacağım diyerek yola çıkmayan bir dağcı zirveye ulaşamaz. Şiirde de öyle hangi sanatta olursa olsun en ilerde ben olacağım. Bir çocuğu seviyorum. İnternette devamlı bana yazıyor. “Hocam seni geçeceğim ben” diyor. Gökhan Öztürk bir tek o çıkıyor “hocam ben seni geçeceğim” diyor. Doğrusu budur. Yok adam şu, şunu yazmış, ben onu geçemem, bu bunu yazmış, ben onu geçemem demek olmaz. İlla şunu geçeceğim desin elinden alan mı var canım?

Hasan Sağındık ve Musa Eroğlu iki ayrı uçta iki sanatçı sizin şiirlerinizde buluşuyor ne düşünüyorsunuz?

Ben şiirlerimi  bestelenip okunacak şarkı sözü olarak yazmadım, şiir olarak yazdım. Fakat bunların hoşuna gitti hazır da buldular. Dinleyenlerin de hoşuna gideceğini bildikleri için benim şiirlerimi bestelediler. Birisinin beste türü ayrı, bir başkasınınki ayrı. Hasan’ınki ayrı Musa’nınki ayrı. Bunlar da değil çok var daha. O kadar çok ki şimdi bile veriyorum. Yazıyorlar, besteliyorlar o onların meselesi beni hiç ilgilendirmiyor. Haa doyuruyor mu? Bazıları doyurmuyor, bazıları doyurabiliyor. Musa’nın mesela Mihriban şiirini bestelemesi filan güzeldir. Musa iyi besteler. Geçen şey okudu bir tane vardı o da çok hoşuma gitti. Zafer İşleyen. Tanımıyorsunuz değil mi? Hasan Sağındık’la çıkardı bazen buralarda. Öğretmen o müzik öğretmeni. Çok güzel bestelemişti benim bir şiirimi. Başkaları besteledi onu tutmuyor. Onunki çok güzeldi yakında birini daha okuyacak herhâlde. Besteciler de işte şairler gibi nasıl yapıyorlarsa bir şey oluyor. Hasan’ınki biraz orijinaldir “sentez benimki” diyor.

Mihriban şiiri insanları çok etkiledi. Kitlelerle kucaklaştı. Bunu sağlayan duygu dediniz? Bir Mihriban daha yazabilir misiniz?

Yok nereden yazayım, yaşlanmış bir adamım neye yazayım. Yazamam ki, yazamazsın. Bir örnek vereyim Çanakkale’deki Seyit Çavuş 275 kiloluk mermiyi tek başına kaldırıp topun içine atıyor ve İngilizlerin en büyük zırhlısını batırıyor. Sonra diyorlar ki şunu kaldır da fotoğrafını çekelim. Kaldıramıyor. O andaki duygu ona bunu kaldırttı. “Allah başımıza vermesin, başımıza böyle bir şey vermesin de yine olursa yine kaldırım” diyor ama şimdi kaldıramıyorum. Kaldıramaz. Ben de öyleyim. Öyle bir gençlik ele geçecek de öyle bir duygu yüklenecek de yazacaksın yoksa şimdi nasıl yazayım onu?

Bugünkü edebiyat dünyasında Abdurrahim Karakoç’un yeri neresidir? Kendi şiirinizi nasıl anlatırsınız?

Ben yazıp yazıp bırakıyorum, yerim neresi bilmem, onu okuyucu tayin eder. Onu zaman tayin eder. Ha şunu da söyleyebilirim. Benimle yüzlerce binlerce aynı yaşta şiir yazanlar vardı şimdi bugüne gelmedi hiç biri. Benim ilk kitabım 1964’de basıldı. 42 sene oluyor ve hâlâ basılıyor hâlâ baskı yapıyor bu kitaplar. Demek ki götürüyor bir şeyler var, ya ötekiler neden yoklar. Türkiye’de 5000’in üzerinde şiir kitabı bastıran yok 10.000 basıldı. Şimdi bile ben ilk kitap olunca 5.000 basıyor arkadaşlar yayıncımız sonra 2.500. 2.500 kolay mı bu 12 kitap 30.000 tüketiliyor Vur Emri benim 2 milyonu buldu o günden beri. Valla şiirde kalıcı bir şeyler vermişim. Okuyanım çok, sevenim çoktur. Hastaneye gittim de bir hemşehrim var. Genel müdür idi emekli oldu o da benim gibi, benim köyde. “Bende geleyim” illa falan dedi “ya ne yapacaksın” dedim hastaneye ilk defa gidiyorum, muayeneye geldi. Ben vardım, o da geldi. Çeşitli doktorlara çıktım. Hani tahliller falan yapılıyor. Tahlil yapanların hepsi de tanıyanlar çıktı. Hürmet filan doktorlar, oradakiler. Dedi ki “vallaha kabul ettirmişsin” dedi. “Boşa değilmiş bütün emeğin hiç boşa gitmemiş” dedi. “Bundan dolayı iftihar et” dedi. Adam nerede gördü hadi resimden falan desek. “Doktorlar Abdurrahim Karakoç” deyince afallıyor dedi. “Boşuna gitmemiş emeğin” dedi. Ve öyledir, gitmiyor.

Biz şiir çok seven bir milletiz. Sokaktaki her 10  insandan 6-7 tanesi şairdir. Buna rağmen kitap satışları çok düşük. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Televizyona bağlıyorum. Kasetlere bağlıyorum. Okumak faydalıdır. Kitap okuyan çok azaldı okumuyorlar. Gazete de okumuyorlar. Yani Türkiye’deki gazetelerin tiraj toplamını okunan gazete toplamı kabul etmeyin. 5 milyon basılan gazete varsa 2 milyonu bile okunmuyor. 3 milyonu büyük şirketlerin falan öyle alaraktan sponsorluk yapıp aldığı reklamını yayınlamış ya bu böyledir. Okunmuyor. Aldığını okuyan insan yok benim gibi 3-4 gazete alıp. Aha şimdi yarı bile olmadı daha okuyamadım gece okuyacağım. 4-5 tane kitap yine birikti. Zaman zaman okuyup tanıtıyorum.

Sesli şiirler ve şiir seslendirmeleri konusunda ne dersiniz? Seslendirilirken gerek seslendirenin kabiliyeti gerekse fon müzikleri şiirdeki kalitesizliği örtüyor mu? Fon müziği sizce olmalı mı?

Olur yani bunlar şiiri sevdirir. Çünkü bizim millet okumuyor. Türklerin aklı gözünde derler ya görüyor onları bir de kulağı duyuyor kolay geliyor. Onlara baktı mı hevesleniyor. E tabii iyisi olursa iyidir. İbrahim Sadri’ye dedim ki bir gün “ulan oğlum okudukların şiir değil ama güzel okuyorsun sevdiriyorsun” dedim. “Ben de biliyorum abi” dedi. O İbrahim Sadri’ler, Bedirhan Gökçe’ler, Uğur Aslan’lar olmasa idi şiiri pek kimse şey etmiyor, onlar okuyunca da şiiri seviyorlar. Bana deseler, ben gidip kimsenin yanında şiir okumuyorum ki.

Gerek internet gerekse ulusal yayın yapan radyolarda şiir konusu belirli bir yere geldi. Sizce program yapan insanların nelere dikkat etmesi ve hangi konulara ağırlık vermesi gerekir. Davet edilen konukların vasıfları neler olmalı?

Hiç görmedim ki ben hiç denk gelmedi bana, şiir programları yok, şiir üzerine yok. Radyolarda var da televizyonlarda yok. Radyolarda var imiş vallahi bilmiyorum. Halkın bazı şeyleri  böyle unutmaması için faydası olur. Niye olmasın ki…

İnternette şiir sitelerinin çokluğu, sürekli internet üzerinden şiir siteleri açılıyor. İnternet ortamında şiirin çok konuşulması – yazılması şiir adına bir olumsuzluk mudur?

Yok internet üzerinde olumsuzluk değildir. Bugün Avrupa’da, Amerika’da bilmem Asya’da, Arabistan’da yaşayan Türkler var. Hepsine gazete ile kitap ile ulaşamıyorum. İnternet üzerinden onlara da ulaşıyor. Bana bir çokları yazdığım gün daha yazımı Avusturalya’dan, Güney Afrika’dan telefonla ulaşıyorlar. Ne bu, okuduk, internetten okuduk diyorlar. Demek ki ona da ihtiyaç var artık. O şartlardan da faydalanacağız ama ben faydalanamıyorum çünkü 10 aya yaklaştı ben diz üstü bilgisayar aldım daha kullanmadım, kullanmayı da bilmiyorum.

Dergilerin tirajlarının düşük olması ve dergilerin internetteki şiir olayına karşı olması ekonomik bir kaygı mıdır?

Genellikle edebî dergilerin tirajı düşük. Türkiye’de fazla şey yapan yoktur. Edebî dergiler hele. Ha dedikodu dergisi yayınlarsanız çok satar, artar tiraj. Edebî ve şiir olmaz. Mümkünü yoktur edebiyata bakan azdır. Fakat yine de güzel hizmet veriyorlar. Birçok dergilere falan bakıyorum geliyor bana hoşuma gidiyor ama hepsini okuyamıyorum gücüm yetmiyor bu yaştan sonra benim.

Şiir adına kurulan dernekler şiire katkı sağlıyor mu sağlar mı?

Vallahi bilmiyorum dernek ne yapar şiire ki… Ya 400 tane topalı getirsen bir tane sağlam adamla birlikte koşabilir mi? Yani maraton olsa kısa mesafeli ayak topal gidemez hiç. Ha sağlam adamları bulursan o da dernekle falan olmaz. Dernekte hiçbir şey yapmaz. Ha birbirleriyle tanışırlar. Onlar da bir grup olurlar ben öyle biliyorum. Şimdi de gruplaşmalar var, hatta bana küsenler var, beni çağırıyorlar o toplantılara, gitmediğimden dolayı. Ya ben ne yapayım. Varayım oraya 3-5 beş tanesi benim kafamı ütüleyecek, şiir değil, saçma sapan şeyler söyleyecek, rahatsız olup geleceğim oradan. İyisi mi duymamak daha iyi olur.

Bizim sormayı unuttuğumuz ya da sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı? Ya da şunu sorsalardı dediğiniz bir soru var mı?

Yok onlar aklıma gelmez şunu da sorsalardı diye daha fazlasına uzatmam da. Fakat bu memlekete biz okumayı öğretirsek çok büyük işler başarırız. Ama başkalarının talimatıyla değil verilen emirle okuyanlardan ben hoşlanmam. Kendi okuyacak severek okuyan okuma alışkanlığı edinecek. Ama siyasiler diyor ki şunu oku, şunu okuma diyor. Mesela bu da var Türkiye’de. Bazı siyasi grupların içinde benim şiirlerim okunsa adamlar yasaklarlar, o adamı da döverler. Çoğundan biliyorum bunu bıraksalar iyi olur. Şiir okumuş, kitap okumuş, müzikten şunu dinlemiş. Ya ne yaparsa yapsın caz da dinler, halk müziği de dinler, Türk sanat musikisi de sever, yabancı da dinler olur bunlar. Şiir evrenseldir diyoruz hani. Evrensel olmasını istiyoruz. Yapılanlara yasak koyduk. Gerçekten yasakların hepsinin karşısındayım. Beğendiği neyse onu kullansınlar.

Teşekkür ederim hocam.

Sağ olasınız. Ben teşekkür ederim.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yüksek Ruhlu İnsanlar / Naci Gümüş
Yeşilçam 12 Eylül’ü Sorguluyor / Gülşah Nezaket Maraşlı
Yalnızlık Bir Kıştı Dinmeyen / Naz
Tömbeki Üstüne veya “Nargilemin Dumanı, Yokt... / Reşit Güngör Kalkan
Talebe, Hafız ve Hattat / Fatma Balcı
Tümünü Göster