Türkiye’de belgesel filmin tarihinden bahsedilebilir mi, doğrusu bilemiyorum. Evet, belki ülkemizde bir sinema tarihi vardır. Malumunuz ki bu sanat, 1800’lü yılların sonunda ülkemize Batı’dan girmiş, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türk halkını da büyüsüyle kısa sürede sarmış ve ilk olarak tiyatrocuların eliyle gelişmeye, büyümeye çalışmıştır. Özellikle de işe tiyatrocuların el atmasıyla sinema, hep tiyatronun gölgesinde kalmış, daha sonra sinema setlerinde yetişen insanların yer almasıyla yavaş yavaş yerini sinemacılara bırakmıştır. Bir dönem, yıl içinde 100 film çekilmesiyle sinema gelişmiş, ancak kalitesi elbette tartışmaya açık bir gelişme ile.
Yani öyle ya da böyle bir şekilde sinemacılık, filmcilik kendine ülkemizde bir yer bulmuş, bir yol tutturmuş. Lakin bu işin de çeşitli kolları var. Mesela sineması var, televizyon ayağında dizisi var, çizgi filmi var. Ve elbette bir de, ah bir de belgeseli var!
Peki ya ülkemizde belgeselcilik gerçekten var mıdır? Yapılmakta ya da yapılabilmekte midir? Televizyonlarımızda sürekli yabancı belgeseller izlediğimize göre, herhâlde bunun cevabını vermemize gerek yok. Şimdi bunun nedenini merak edecek ve bu merakınızı yenemeyerek belgesel yapamayışımızın sebebini soracaksınız. Bir dönem yönetmenliğiyle, senaristliğiyle hatta montajıyla belgesel film piyasasında bulunduğum için, şimdi size bunun nedenlerini anlatayım. Hayır; şu yok, bu yok diye yakınmakla değil. Bir belgeseli çekmek için verdiğimiz uğraşı anlatsam, zaten siz ülkede niçin belgesel çekilemeyeceğini anlayacaksınız. İlk olarak ülkemizde genel belgesel anlayışını anlatmak gerek…
Evvela işe televizyonlardan başlayalım. Günümüz şartlarında belgesel çekmek, oldukça külfetli ve maliyetli bir iş. Ekip, eleman, teçhizat bulsanız bile -belgesel konusunda deneyimli ne kadar insan bulabilirseniz artık- işiniz gelip ille de paraya dayanır. Malum, İstanbul’da oturduğunuz yerden bir belgesel çekemezsiniz. Dizi çekmeye kalksanız belki her şeyi ayağınıza getirebilirsiniz. Ama Anadolu’nun ücra bir köşesini İstanbul’a taşıyamazsınız. Siz gitmek mecburiyetindesiniz. Ve gidişinizle birlikte tüm ekibinizin konaklama, yeme-içme gibi giderlerini de karşılamak durumundasınız. Tabii bütün bunların hepsi, dediğimiz gibi paraya dayanmaktadır. Ve maalesef bugün hiçbir televizyon kanalı bu parayı cebinden çıkarmaya yanaşmamaktadır. Bugüne kadar bahaneleri, Türk halkının belgesel izlemediği idi. Ancak yapılan araştırmalar gösterdi ki, tam tersine halkımız, belgesele aç ve muhtaç. RTÜK’ün uyguladığı kapatma cezası yerine belgesel yayınlama zorunluluğu da bunu gösterdi. Çünkü ceza alan kanalların yayınladığı bu belgeseller, hayli ilgi gördü ve hatta büyük bir beğeni ile izlendi. Ama maalesef hiçbir televizyon kanalı, elindeki sermayesini bu yöne harcamaya kıyamadı. Ve belgesel işi, özel sektörün eline kaldı.
Elbette özel sektör de beklenildiği gibi bu işe milyarlar akıtmadı. Hatta daha vahimi, işin en ucuz ve en kolayına kaçtı. Ellerinde yıllar evvelinden kalan bazı görüntülerin üzerine, daha senaryonun “s”sinden anlamayan ve bu işten oldukça uzak kişilere, birkaç gün gibi kısa bir zamanda çala kalem metinler yazdırıldı. Tabii şirketlerin ellerindeki rengi kaçmış, dakika başı drop atan, bol grenli, çamur gibi görüntüler yeterli değildi. Para yatırıp çekim yapılmak yerine yine işin en kolayına ve ucuzuna hatta bedavasına kaçıldı. Uydu aracılığıyla yabancı kanallardan görüntüler çekildi. Yazının edebinden anlamayan insanlara yazdırılmış metinlerin üzerine bu görüntüler döşendi. Metinde ne anlatıldığı hiç önemli değildi. Görüntüde bol bol çiçek, böcek, dağ, deniz ve gökyüzü görüntüleri olması yeterliydi. Ayda üç ayrı montaj setiyle üç ayrı belgesel(cik) çıkaran şirketler oldu. Bir belgeselin aylarca sürdüğünü, hatta kimilerinin hazırlanmasının yıllar aldığını göz önünde bulundurulursa, bunun ne kadar kısa (ve o kadar da korkunç) bir süre olduğu hemen anlaşılmaktadır. Nihayet, piyasayı bu ucuz yapımların VCD’leri doldurdu. Belgesele zaten aç olan halk, bunlardan çok ümitvar olarak satın aldı. Özel şirketlere bu yolla o günün koşullarında epey para akmıştı. Ama son birkaç yıldır halk, bu ucuz belgesellerle aldatıldığını anladı. Ve artık bunlar, şirketlerin ellerinde kalmaya, rafların o kronik tozunu yutmaya mahkum oldu.
Şimdi akıllarda, TRT’nin yapmış olduğu o kaliteli belgeseller kaldı, uzak bir hatıra olarak. Bir de Mesut Uçakan’ın Mehmet Akif Ersoy hakkında çekmiş olduğu bir belgesel.
İşte hepsi o kadar!