ANLAMINI ANLAMLANDIRMAK
“Kime ait olduğu bilinmeyen nazım parçalarının altına “yazanı belli değil” anlamında kullanılır. Arapça “(söyleyeni) bilmiyorum” anlamına gelir.” (1)
Kelâm-ı kibâr, atasözü, vecizeler, nazım parçaları, deyişler, lugazlar arasında; değer yargılarına, geleneksel bağlara ve inancın merkezine uygun olanları yaygınlaşmıştır. Zamanla topluma mal olmasından söyleyeni belli olmayan anlamında kullanılmıştır. Bu anlamlandırmayı sağlayan temel nitellerdir. Bu niteller de temel dinamiklerimizden din, gelenek, sosyal hiyerarşi, dile bağlı ve bağımlı olarak adlandırılmıştır. “Hikmetii’l-avfun” denilen bu sözler halk arasında büyük rağbet görmüş. Bilinç ve bilinçaltını besleyen ifadelerden oluşmuş.
“Metinlerde” lâ edri” yerine sadece “lâ”yazılması yaygın olup bazen meçhul diye kaydedildiği de görülmektedir. Şairi unutulmuş veya nakledenin hatırlayamadığı şiir parçaları hakkında kullanılmıştır. Bazen şairi bilinen mısraların küçük değişikliklerle “lâ edrî “ olarak kaydedildiği de olmuştur. “(2)
GELİŞİM HİKÂYESİ
Sözlü kültürü, çok güçlü olan milletiz. Sözlü kültür coğrafyasında güçlü gelenek sosyolojik erkler var. İlk medeniyetimizden, son medeniyetimize kadar bu güçlü gelenek devam etmiştir. Herkes, önce sözlü kültürün temel nitelleriyle beslenmiştir. Söz, yazıdan önce zihin ve yürek şehirlerimize ulaşmıştır. İlk edebiyatımızda, sözlü ürünler revaçtaydı. Savlar, sagular, koşuklar, destanlar anonimdir. Esatir geleneğimizin tümü anonimdir. Ve büyük çoğunluğu manzum-nesir karışıktır. Edebiyatımızın sosyo-antropolojisini kronolojik olarak sıraladığımızda bu net olarak çıkıyor.Bu gelenek tesadüfen çıkmamıştır.Bu geleneğin oluşmasını sağlayan psiko-sosyal temeller ve sosyolojik erkler var. Sadece, mecburlar, korkular, ya da yazma alışkanlığından ortaya çıkmamıştır.
Anonim geleneğiyle gelişmiştir. İlk medeniyetimizdeki sözlü ürünler anonim olduğundan güzel nazım metinleri halkın ortak ürünü olarak sunulmuştur. Savlar(atasözleri) bunu iyice pekiştirmiştir. Lâ edrî bir gelenek üstüne inşa edilmiştir. Bu geleneğin sosyolojik ajandasına baktığımızda Türklerin Müslüman olmasıyla bu ismi almıştır. Yani, anonimlik devam etmekle birlikte özlü sözlerde, manzum aforizmalarda yerini “Lâ edrî” ye bırakmıştır.
Siyasi endişeler, insanlar arasındaki ilişkiler, hiciv, müstehcenlik, sosyal roller, inanç, güçlü gelenek, sanatsal kaygı gibi farklı dinamikleri olan nitel endişelerden bu isme yönelim artmıştır. Şair ya da yazan; başına gelebileceklerin kaygısı taşımıştır. Kaygı, korkuyla beraber yazdıklarının teması da yazanı bilinmezliğe götürmüş. Geleneksel ve psiko-sosyal anlamda kapalı bir toplumun erkleri içinde yaşamış biri bazen böyle mecbur bilinmezliklere götürmüştür. On dokuz yaşındaki şair Figanî’nin idamı, Kanunî Sultan Süleyman’ın Şehzade Mustafa’yı öldürtmesi, Nef’î’nin idamı gibi çok belirgin örneklerin artmasından şairleri ve yazanları meçhul isme yönlendirmiştir. İçeriği, temel hassaslara dokunan manzum metinler bilinmezlik mahlasıyla sunulmuştur.
Bu gelenek, Divân şiirinin en güçlü olduğu 13 yy ile 18 yy arasında yaygın olarak kullanılmıştır. En büyük Divân şairlerinin çıktığı yıllarda en önemli “ lâ edrî” eserleri ve onlara ait sözler çıkmıştır. Divân şiir geleneğinin en güçlü olduğu dönemde onlara ait isimsiz eserler, sözler görüyoruz. Bu da şu anlama geliyor, sosyal güç beraberinde her alanda başarıyı ya da farklı eğilimleri beslemiştir.
Ne zaman kullanıldığı bilinmiyor. Anonim ve sözlü geleneğin kökleriyle yeşermiş, Türklerin Müslüman olmasından sonra ilk İslamî eserlere paralel olarak kullanıldığına dair geniş kanat var. İslâm geleneğinin bir ürünüdür. Osmanlının sosyal normları, sanata olan güçlü bağı, padişahların, din adamların, medreselerin, dergâhların şiirin, manzum yazıların merkezinde olması bu ismin yeşermesini sağlamıştır. Bu, bir gelenektir. Bu geleneğe bağlı isimsiz eserler, divânlar var. Yazma eserler arasında yüzlerce isimsiz kitap var. Bu da gösteriyor ki gizemli bir gelenek olarak devam etmiştir Lâ edrîlik…
“XI. yy.dan sonra özellikle mesnevi tarzı eserlerden Kutadgu Bilig başta olmak üzere, siyasetnameler, dini ve ahlaki eserler, tarihi destanlar ve hikâyelerde yer alan atasözleri, i divan edebiyatımızın diğer nazım şekillerinde de kullanılmaktadır. Önceleri çeşitli eserler içinde dağınık bir halde bulunan atasözleri, XV. yy.dan itibaren müstakil “Durûb-u Emsâl” kitaplarında bir araya toplanmaya başlanmıştır.” (3)
Anlamında “meçhul” var. Bilinmezlik, onu ortak paydaya taşıyor. Bilinmezliği, anlama getiren psik-sosyal gerçeklerdir. Bilinmezliği, savunmanın sosyal dili o dönemdeki sosyal normlar ve sosyal ekolojisi yüksek insanların artmasıyla başlıyor. Diğer yandan şiir yazmak, okumak, özlü sözler bizim toplumun geleneğinde var. Şair bir milletiz. Güzel sözler yazmak genetik bağımızda var.
Eski Türklerde, sığır şölenlerinde, yuğ merasimlerinde bugünkü aforizmaları karşılayan sözler kullanılmış zamanla” sav”(atasözü) özelliğini kazanmıştır.
Gelenek, din gibi sosyal normlarla beraber derin bir psikoloji var. Mülhemin sahibi var. Mülhemden geleni yazmak, bir insana yüzde yüz ait midir? İlham, Yarada’nın vergisi değil midir? Yaradan’ın fısıldayışlarıyla ortaya çıkan metinlerin gerçek kaynağı kimdir. Bu yüzden, veliler, ermişler, hassas şairler gerçek sanatçı olarak hep Allah’ı gördükleri için kendi yazdıklarını gizlemişlerdir. Ürettiklerinin gerçek kaynağı da üretendir diyerek hassaslığını sermişler. Lâ edrîler, üst kimliklerden oluşuyor. Bu kimliğin altındaki derinliği irdelemeliyiz.
PSİKO-SOSYAL GERÇEKLİĞİ
Eksiklikten ve noksanlıktan münezzehlik yalnızca Allah (c.c.) ‘tır. Yaratıcının mutlak gücünün farkında olan kelâm ustalarının hassaslığındaki derin psikoloji bu ismi çıkarmıştır.
Gerçek sanatkâr “yaratıcı.” Onun kelâmları yanında, benim kelâmlarımın nitel gücü tartışılmaz. Benim yazdıklarım, “ben”merkezlidir. Ben’den gelen yine O’ndandır. Mülhem ile vahiy arasındaki ince bağı biliyorlardı. Vahiy, gerçek ve değişmezdi. Mülhem sadece hassas kullara verilen öznel bir niteldi. Bu öznel nitelin gerçek merkezi yine Yaradan’dır. Gerçek sanatçı Allah’tır. Bu yüzden, benim yazdıklarım bilinmesin mütevazılığıdır, gizemli gerçek. Burada, yazanın bilinç ve bilinçaltındaki temel verilerin kaynağı söz konusudur. “Lâ edrî” ya da Lâ diyerek yazdıklarının bilinmezliğini istemeyen insanların ihlâs haritasındaki psik-sosyal derinlik var. Burada bilinci ve bilinçaltını besleyen en büyük temel dinamik dindir.
-Patolojik bağına bakınca gerçek sonuçları ortaya çıkıyor. Üst kimliğe sahip insanların sözleridir. İhlâsı, ilmi düzeyleri, sosyal algıları açık insanlardan oluşuyor. Toplumsal bağların gücünü bilen kişilerdir. Üst ilmi ajandaları var. Hassasların atlasını seriyorlar. Yazdıklarının sosyolojik boyutu olduğunun farkındalar. Aynı zamanda, kaygıları olan insanlar. Dahası, kaygı bilinci ve bilinçaltını tetiklemiş. Önemli, şairlerin bir şekilde öldürülmesi alt psikolojiyi beslemiştir. Diğer yandan, bazı din adamlarının sözleri, dinden daha çok konuşulması ayrı bir sosyal perde açmıştır. Bu hassas insanlar, buna benzer sosyolojik kaygılardan kimliklerini saklamışlar. Yazmayı, üretmeyi, sosyal bir ilaç olarak kabul etmişler.
Yaptığım araştırmaların çoğunda isminin bilinmesini istemeyenlerin çoğunun ermiş, veli, şeyh gibi üst kimliklere sahip olduklarını gördüm. Burada, bu isimlerin kelâmları bireyseldir. Söylediklerinin dine, dinî ve sosyal hayata katkılarını biliyorlardı. İki psikolojik neden bunların yazdıklarının “meçhul” etmiştir.
Birinci gerçek, metinleri toplum içinde yaygınlaşarak beğeni kazanmıştır. Halkın dilindedir. Bu yüzden, halkın olmalarını istemişler. Aynı duyuşları, aynı olguları, aynı algıları, aynı bakış açılarını tamamlayan sözlerdir. Bu sözlerin derin felsefesiyle ortak paydaların oluşmasından, bu sözleri yazanlar; mütevazılığını ortaya sererek yazdıklarını bir nevi topluma, inandığı değerlere feda etmişlerdir.
İkincisi, yazdıklarının din ve diğer sosyal normlara zarar vereceklerini düşünerek sahip oldukları sosyal kimliğin zarar vermemesini istemişler. Bunları, yazanlar, o dönemim sosyal ekolojisini yönlendiren önemli isimlerdir. Bir sözünün yanlışı, toplumsal baskıyı, yozlaşmayı, isyanı beraberinde getirebilirdi. Kendilerinin saklamaları psikolojik bir duvardır. Yazdıkları, dinin ve sosyal normların önüne geçilmesini istememişler. Sahip oldukları üst kimlikten onların kelâm- kibarları, dinsellik olarak nitelenmesin diye. Bugün, içinde bulunduğu tarikat liderinin sözlerini din gibi algılayanlar yanlışını sezdikleri için bu bilinmezlik mahlasını kullanmışlar. Burada, üst kimliğin asaleti var. Hassas insanlığın inceliği var.
Bazı beyit ve mısralar, aslında bir manzumede yer aldıkları halde ihtiva ettikleri fikir yahut ifade güzelliği sebebiyle ön plana çıkarak bütünden ayrılmakta ve manzumenin diğer beyitlerinin, dolayısıyla şairin unutulmasına yol açmaktadır. Toplumun takdirini kazanmış bir beyit yahut mısraın muhtevası kadar söyleniş biçimi de onun hafızalara nakşedilmesine vesile olmuştur.
OSMANLI DÖNEMİNDE LÂ EDRÎ İLGİLİ ESERLERDEN DERLEDİĞİM ÖNEMLİ DİZELER
*Unuturlar seni biçare hemen ölmeyi gör
*Rüzgârın önüne düşmeyen Âdem yorulur.
*Unuturlar seni biçare hemen ölmeyi gör
*Hile ile iş gören mihnet ile can verir
*Ecel geldi cihana baş ağrısı bahane
*Ehli vardır her işin anı mukallit ne bilir
*Akrep etmez akrabanın akrabaya ettiğin
*Akrabaydık, ‘akrep olduk biz bize
*Bir bunda beni bir dahi mahşerde görürsün
*Bir Cum’ası yok haftadır eyyam-ı mahabbet
-Kötü bir cemiyetin bozamadığı insanı, kötü bir arkadaş bozar’
*Cahil ile sohbet etmek akıbet cân incidir
*Kul olmak dergâhında, mısra sultan olmadan yeğdir
*Söyleyenden dinleyen arif gerek
OSMANLI DÖNEMİNDE LÂ EDRÎ İLGİLİ ESERLER
- Pend-nâme-i Güvâhî: XV. yy.şâirlerinden Güvâhî’nin Attâr’ın Pend-nâmesini örnek alarak yazdığı bu eserde atasözleri ve deyimleri ihtivâ eden kendisine ait 450 beyit bulunmaktadır. Eser, Mehmet Hengirmen tarafından neşredilmiştir. Çok sayıda Lâ edrî sözü var.
- Manzûm ve Musavver Durûb-ı Emsâl: XVI. YY’ a ait müellifi bilinmeyen bu eserde 267 atasözü ve deyimle bu atasözü ve deyimleri ihtivâ eden müellife ait 289 beyit bulunmaktadır. 29 minyatürün yer aldığı bu eser, Günay Kut tarafından incelenerek yayınlanmıştır. Çok sayıda Lâ edrî sözü var
- Manzûme-i Durûb-ı Emsâl: XVII. YY. şâirlerinden Edirneli Hıfzî tarafından yazılmıştır.Dîvân şairlerine ait 616 atasözü ve deyim ihtivâ eden süslü mısraları bir araya toplamıştır. Çok sayıda Lâ edrî sözü var.
- Darb-ı Meseller ve Uygun Beyitler: XIX. YY a ait bir mecmuanın 50-100. sayfaları arasında, müstensihi belli olmayan 490 atasözü ve deyim ve her biri için değişik Dîvân şâirlerinden seçilmiş aynı muhtevâda yine 490 beyit bulunmaktadır. Çok sayıda Lâ edrî sözü var
- Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye: Şinâsî’nin tespit ettiği 2500 atasözü ve deyim ve bunların bir kısmını karşılayan değişik Dîvân şâirlerinden aldığı beyitleri ihtivâ eden bu esere, şâirin ölümünden sonra Ebu’z-Ziyâ Tevfik tarafından ilâveler yapılarak atasözü ve deyimler biri mükerrer 4004’e, örnek beyitler de 1003’e yükseltilmiştir. Ayrıca eserde Arapça, Farsça ve Fransızca atasözü ve deyimler bulunmaktadır. Çok sayıda Lâ edrî sözü var
- Durûb-ı Emsâl: Ali Emîrî’nin yarım bırakılmış müsvedde 3 defter hâlindeki adsız olan bu eseri muhtevâsı itibarıyla bu adla tanınmıştır. Eserde 2300 atasözü ve deyimle bunları ihtivâ eden 2110 beyit bulunmaktadır. Çok sayıda Lâ edrî sözü var
- Armağan: Kronolojik sırayla bu sahada derlenen son Osmanlı eseri ise Edirneli Ahmed Bâdî’nin 5675 atasözü ve deyimle bu atasözü ve deyimleri ihtivâ eden 5106 beytin yer aldığı zengin muhtevalı” Armağan” eseridir. Çok sayıda Lâ edrî sözü var
Kaynakça:
1.TDV, XII. CİLT. Sayfa 40
2. TDV, XII. CİLT. Sayfa 40
3. Klasik Edebiyatımızda Mesel Haline gelmiş Bazı Berceste Mısralar. A.Ü Türkiyat Enstitüsü Dergisi sayı 21/2003.Dr.Müberra Gürgendereli
4. Pend-nâme-Güvâhî.
5. Manzûm ve Musavver Durûb-ı Emsâl. Edirneli Hıfzî,
6. Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye:Şinasî
7. Edirneli Ahmed Bâdî’/ Armağan