10-12 Temmuz 2018 tarihlerinde Anadolu´nun en eski şehirlerinden biri olan Erzurum’a 2-3 günlük bir seyahat gerçekleştirdim. Atatürk Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’nde okuyan sevgili yeğenim Muhammed’in hem samimi davetine icabet etmek hem de hiç görmediğim ama hakkında çok şey duyup okuduğum, gezmeyi çok istediğim tarihi şehir Erzurum’u biraz olsun tanımak istedim.
Erzurum; Abdurrahman Gazi Hazretleri, Alvarlı Efe Hazretleri, İbrahim Hakkı Hazretleri, Ömer Nasuhi Bilmen, Mehmet Kırkıncı gibi büyük İslam âlimlerinin doğup büyüdüğü ilim şehriydi.
Kars ve Sarıkamış Fatihi, Doğu Cephesi KomutanıKazım Karabekir Paşa gibi büyük komutan ve devlet adamlarının;Nane Hatun, Kara Fatma isimli büyük kadın kahramanların yaşadığı “dadaşlar diyarı”ydı Erzurum.
Erzurum; Emrah, Âşık Reyhani, Âşık Sümmani, Davut Sularigibi büyük ozanların; Nef’î, Cahit Koytak, Nurullah Genç, Şeref Akbabagibi önemli şairlerin doğup yetiştikleri sanatkar yurduydu.
Büyük seyyah Evliya Çelebi Hazretleri, Erzurum’u gezmiş ve meşhur eseri “Seyahatname”sinde de uzunca bahsetmişti. Ahmet Hamdi Tanpınar’in“Beş Şehir” isimli muhteşem eserinde uzunca yer verdiği bir yerdi.
Malazgirt Zaferi’nden sonra atalarımızın ilk fethettikleri büyük merkezlerden biri olan “..Erzurum, Millî Mücadele’ye önayak olmuş, Ermenistan zaferini idrak etmiş”, tarihi eserleriyle de çok önemli bir şehrimizdi.
Eğitimci-Şair-Yazar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şaheser niteliği taşıyan “Beş Şehir”isimli kitabında bahsettiği Erzurum’un “çalışan insanlarını, temiz yüzleri ve sağlam ahlaklarıyle şehrin hayatına kutsilik katan âlimlerini, güzel sesli müezzinlerini, her yıl hayatına yeni bir moda temin eden düğünlerini, …bıçkın endamlı, yiğit örflü dadaşlarını, onların cirit oyunlarını, …”hep merak etmiştim.
Erzurum’a gitmek üzere 10 Temmuz gecesi saat 22.30’da Terme’den bindiğim otobüste yanı başımdaki koltukta kendini “Gerzeli Halk Ozanı Hasanî”olarak tanıtan yaşlı ve çok içten bir amca oturuyordu. 8 buçuk saatlik yolculuk süresinde benim de şair olduğumu öğrenen bu renkli kişilikli “Âşık Hasani” ile türküler söyleyip sohbet ederek çok zevkli bir yolculuk yaptık. Saat 7’de Erzurum Otogarında beni sevgili yeğenim Muhammed karşıladı, kucaklaştık.
Erzurum seyahatimde en ilgimi çeken yerlerden biri de eski “Erzurum Evleri” oldu. Duyarlı bir işletmeci tarafından 12 evin birleştirilmesiyle lokanta, çay ve müzik evi olarak restore edilmiş eski Erzurum evleri, kalın kesme taş duvar, ahşap, toprak ve tuğlayla inşa edilmiş. Kapalı avluya girildikten sonra tandır evine ve üst kattaki divanhaneye geçiliyor. Tandır evi; oturma, yemek yeme, yatma gibi işeleve sahip. Odalar ise eski dolap, sedir ve ocaklarıyla dikkat çekmekte.
Eski Erzurum Evlerinde, eskiden var olan “otuz iki sanat”ın birçok ürününün bir hatıra olarak sergilendiğini görmek beni çok mutlu etti. Bakırlar, bıçaklar, kaşıklar, tavalar, tepsiler, siniler, ibrikler, kazanlar, sobalar, çarıklar, yer minderleri, dokuma kilimler, halılar, elbiseler, kılıçlar, sandıklar….
11 Temmuz gecesi gümüş demliklerde demlenen çay ve çalınan güzel müzik eşliğinde eski Erzurum evlerinde tarihe yalculuk eyledik adeta. Yeğenim Muhammed ve Mehmet Zübeyr ile bağdaş kurup yaptığımız sohbet unutulmazdı.
Ezurumlu dostlarımdan, okuduğum bazı eserlerden, seyrettiğim filmlerden aşinası olduğum samimi Erzurum ağzına bu çarşıda rast gelmek de hoştu benim için.
“Ahlın başan topla, bize sahap çıh,/ Ey gezdin dolandın, bıhmadıysan bıh./ Bilirsen sen bize, biz sene layıh,/ Sen de diyacahsan ben de herifem.” (Zinnur Tiryaki)
Erzurum; “..artık Şark vilayetlerinin iktisadi merkezi, yaylanın gülü, bu havalide söylenen türkülerin yarısından çoğunun güzelliğini övdüğü eski Erzurum değildi.” ama A.H. Tanpınar’ın 95 yıl öncesinde söylediği gibi “Tortum şelalesi, canlı bir Erzurum yaratmaya elverişli olan büyük imkanlar”dan hâlâ.
Erzurum Aile ve Sosyal Politikalar Müdürü Cemil İlbaş Hocamın nazik daveti ve güzel rehberliğiyle görme imkanı bulduğum Uzundere/ Tortum Şelalesi, muhteşem bir tabiat güzelliğine sahip.Çok değerli Cemil İlbaş ve İsmet Erdal Beylerle dünyanın en büyük (21 metre genişlik ve 48 metre yüksekliğe sahip) şelalelerinden biri olan Tortum Şelalesi’ne demir korkuluklu taş merdivenlerden seyretmeye doyamadık.
“Gece vakti duyuldu da feryadın,/ Tortum gibi çağladı kalbe yadın:/ Dualarla göğe yükseldi adın, / Yandım sana, yandım candan, Erzurum!” (Halide Nusret Zorlutuna)
Tortum Şelalesi’nden akan suların oluşturduğu “yedi göl” ise, yeşil bitki örtüsüyle nefis bir manzara oluşturmakta.800 rakımlık yedi gölün mesire yerinde nefis bir piknik yapıp cağ kebabı ziyafeti çektik. Odun ateşinde demlenen çaylarımızı yudumlayıp sohbet ettik gönül dostlarımızla. Çay bardaklarında şeker kaşığı kullanılmıyor genellikle. Erzurumlular, ya “kıtlama”içiyor çayları ya da şekersiz.
Erzurum; 100 yıl önceki “otuz sekiz medresesi, elli dört camisi”olan bir vilayet değildi ama hâlâ ayakta duran Selçuklu ve Osmanlı dönemi mimari eserleriyle “serhat şehri ruhu”nu hissettim biraz da olsa.
Tanpınar Hoca’nın ifade ettiği gibi: “Arap lisancısı Abdullah el-Kali’yi medreselerinden yetiştiren Erzurum’da İslami ilim geleneği bu şehri Şark’ın ön safta merkezlerinden biri yapıyordu.”
“Üç Kümbetler”, “Erzurum Kalesi”, “Çifte Minareli Medrese”, “Ulu Camii” hepsi bir arada.Yazın nemsiz sıcağı yüzümüze vursa da, biraz yorulsak da yaya olarak çok önemli tarihi eserleri, rahatlıkla gezip görmek mümkün oldu Erzurum’da.
Muhammed yeğenimle Üç Kümbetlere doğru giderken eski bir evde “Sarı Gelin”tabelasını gördük. “Erzurum çarşı pazar/ Leylim aman aman leylim aman aman/ Leylim aman aman Sarı Gelin.” diye başlayan, yüreğimize dokunan bu içli türkünün hikayesini konuştuk.
“Anadolu’daki anıt mezarların en güzel örnekleri”nden olan Üç Kümbetler’de Emir Saltuk gibi önemli manevi şahsiyetlerin türbeleri mevcut. Ama buranın çevresi çok bakımsız ve dağınık. Çok üzüldük. Erzurum Kalesi, üzerinde dalgalandırdığı bayrağımız ile “Burası Türk-İslam beldesidir, daima da öyle kalacaktır.” diyor gibiydi. Restorasyon çalışması sebebiyle çıkamadık kaleye.
Erzurum merkezde ,Yakutiye’de, “önünde fermanların okunduğu Devlet Camii Lala Paşa”da akşam namazını eda ettik Muhammed yeğenim ile.Cemaatin kalabalığına sevindim. Kanuni Sultan Süleyman’ın komutanı, Kıbrıs fatihi, Sadrazam Lala Mustafa Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan bu muhteşem camii, Erzurum’da Osmanlı döneminde yapılan ilk camii özelliği taşıyormuş.
Saltuklu Emiri Nasreddin Aslan Mehmet tarafından 12. yüzyılda yaptırılan Ulu Camii’yi gezdik sevgili yeğenim ile. Erzurum halkı tarafından “Atabay Camii” de denilen Ulu Camii’de mabedin büyüklüğünün yanı sıra “kırlangıç kubbe” dikkatimizi çekti. Kur’an-ı Kerim’de isminden söz edilen 3 büyük mescidin (Mescid-ı Haram, Mescid-ı Nebevi, Mescid-ı Aksa) maketleri yakın zamanda Ulu Camii’ye yerleştirilmiş.Ziyaretçilerin dikkatini çeken çok faydalı bir çalışma olmuş bu maket eserler.
700 yıllık “Yakutiye Medresesi”,İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında Cemaleddin Hoca Yakut Gazani tarafından 14. yüzyılda yaptırılmış. Anadolu’daki medreselerin en büyüklerinden olan Yakutiye Medresesi, şu anda “Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi”olarak kullanılmakta.Yakutiye Medresesinde hocalarının önünde diz çöküp rahlelerindeki Kur’ân-ı Kerim’i okuyan talebeleri sembolik olarak canlandıran, sahici duran insan maketleri, beni tam manasıyla zaman tünelinde yolculuk ettirdi. Onlarla kitap okuyup ilim tahsil ettim, onların dualarına ellerimi açıp “âmin” dedim.
Erzurum’un sembolü haline gelen, 6 asırlık bir Selçuklu eseri olan “Çifte Minareli Medrese”de muhteşem iki minare, bitkisel ögelerle süslü ihtişamlı taç kapısı dikkatimizi çekti. IV. Murad zamanında “tophane”ve “kışla”olarak da kullanılmış olan bu şaheser, günümüzde müze ve resim sergisi mekanı olarak kullanılmakta. “Hatuniye Medresesi” de denilen bu tarihî mekanda öğrenci ve öğretmen odalarını gezerken bir öğretmen olduğum halde kendimi yüzyıllar öncesinde büyük âlimlerin rahlei tedrisatında talebe hissettim bir an. Eğitim yapılan odaların kapılarının alçak alması, çok ilgimizi çekti. Öğrencilerin sınıf kapılarından eğilir vaziyette içeriye girmeleri, onlara ve ilme gösterdikleri derin saygının alametiymiş diye yorumladık bunu.
“Zaman yitik sanki hiç yaşanmamış/ Bu mekân ne ilk ne son durak/ Karşıda çifte minare bak/Taşı işleyen nakkaş hem Selçuklu hem Dadaş/ Burda mevsim ikimizde biri” (Arif Ay)
Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı ve damadı Rüstem Paşa tarafından inşa edilen “Taşhan (Rüstempaşa) Bedesteni”nde genellikle Oltu taşından yapılmış binbir çeşit süs ve zinet eşyaları satılmakta.
“Anamda yar, babamda yar, göğsümde yar/ Anıldım gece on iki/ Hilâl kaşlarını çatmış atlasın/ Dalga dalga serap/ Sicim sicim yağmur/ Papatya çiçeği ve mor menekşe/ Konaklamış gözlerinde kehribar.”(Şeref Akbaba)
Muhammed yeğenimle “Erzurum Kongre ve Millî Mücadele Müzesi Binası”nı gezip görevlilerden bilgi alarak, kongre sıralarında oturarak Millî Mücadele’ye tarihte yolculuk eyledik. 23 Temmuz 1919’da millî hakimiyetin temellerinin atıldığı Erzurum Kongresi’nin gerçekleştirildiği binada, uzun yıllar değişik okullar eğitim yapmış. Günümüzde ise, “Atatürk Resim Heykel Müzesi ve Galerisi Müdürlüğü”olarak hizmet vermekteymiş bu bina.
6 binden fazla eserin bulunduğu “Erzurum Yazma Eser Kütüphenesi”nde 1000’den fazla yazma eserin bulunması beni çok şaşırttı ve sevindirdi. Osmanlı döneminde halkın faydalandığı “Anonim İlmihal”in bastırılıp burada bulunmasına hayret ettim.Bu kütüphanede Zemahşeri’nin meşhur tefsirinden Fatih Sultan Mehmet’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Sultan III. Murad’ın Divan’ına, Kaşgarlı Mahmut’un Divanu Lugati’t-Türk’üne kadar çok kıymetli kadim eserlerin bulunması, ilim ve üniversite şehri Erzurum için büyük bir kazançtır.
Erzurumlu Şair Nurullah Genç,“Yağmur” isimli şiirinde:“Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü, / Göğsümüzden umutlar bican düştü, / Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin,/ En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü.”diyordu. Birçok değerimiz kaybolsa da Erzurum’da ceddimizin miras bıraktığı birçok tarihi-kültürel eser garip de olsa duruyordu.
Bir çayevinin gölgeler altındaki güzel bahçesinde oturup hiç alışamadığım demsiz çayını içerken yeğenim Muhammed’in:“Amca, bu çayevinde kütüphane bile var.”demesiçok şaşırttı beni. Kalkıp içeri girdik. Bir okur yazar olarak kütüphaneyi merakla inceledim, çok mutlu oldum. Sahibini tebrik ettim. Bir çayevinde kütüphanenin olması, eskisi gibi kahvehane ve çayevlerinin kıraathane (okumaevi) olabilmesine de örnek ve güzel bir uygulama.
“Huzur”ve “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanlarının da yazarı olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1920’li yıllarda Edebiyat öğretmenliği yaptığı, “Beş Şehir”isimli kıymetli eserinde bahsettiği tarihi Erzurum Lisesi’ni de gördüm Erzurum seyahatimde. Bu tarihî okul, aynı isimle eğitim vermeye devam ediyor.
Atatürk Üniversitesi’nin çeşitli fakülte ve bölümlerinin birbirine çok yakın olmaları da ilgimi çeken önemli özelliklerden oldu.
“Erzurum’da gümrük katipliği yapan Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sinde bahsettiği o müthiş soğukları da görmedim bu seyahatimde. “Erzurum’un kışı şidedetli olur. Hatta insanların dilinde meşhur bir darb-ı mesel vardır. Bir kedi bir damdan bir dama atlarken aralıkta donup kalır. Sekiz aydan sonra bahar gelince kedinin donu çözülüp mırnav deyip yere düşer.” diye bahsettiğini duyar gibi olup tebessüm ettim Erzurum’un bu temmuz sıcağında bile.
“Mevla görelim neyler, / Neylerse güzel eyler.”mısralarıyla meşhur, Erzurum’un büyük hemşerilerinden İbrahim Hakkı Hazretleri, muhteşem eseri “Marifetname”sinde Erzurum’dan “belde-i tayyibemiz”olarak bahsetmekteydi. Her şeye rağmen tarihi eserleri ve yaşayan insanlarıyla değerli bir şehirdi yine Erzurum.
“Biz Marifetnameyle bir akşamı yaprak yaprak çevirip/ Geceye ferman açtık/ Okuduk dudakla el arası tartıp her sözü bir bir/ Sonra darasını düştük/ Ve biz ölümden çok zulmü gördük/Biz Erzurum’da otuz üç kişiydik.” (Arif Ay)
“Gönül gurbet ele çıkma/ Ya gelinir ya gelinmez/ Her dilbere meyil verme/ Ya sevilir ya sevilmez.”diyen büyük ozanımız Erzurumlu Emrah’ın 200 yıl evvel buralarda doğup yaşadığını düşündüm.
“Ervah-ı ezelde levh-i kalemde/ Bu benim bahtımı kara yazdılar/ Bilirim güldürmez devri âlemde/ Bir günümü yüz bin zara yazdılar.” mısralarıyla meşhur Erzurumlu Âşık Sümmani’yi hatırladım.
“Şimdi onlarsız bu toprak/ Acıdan kıraç, hüzünden çorak/ Kışın dertli yazın Emrah/
Ve mevsim ikimizden biri/Biz Erzurum’da otuz üç kişiydik.” (Arif Ay)
2 gün süren Erzurum seyahatim sırasında Muhammed yeğenimin ev arkadaşı, hukuk öğrencisi Sivaslı Fatih’ten büyük Rus yazar ve şairi Puşkin’in Osmanlı-Rus Savaşı sırasında bir yazar ve gözlemci olarak buraya geldiğini, “Erzurum Yolculuğu”isimli bir gezi kitabı yazdığını, Puşkin’in Erzurum’da kaldığı bir evin bile olduğunu büyük bir heyecanla öğrendim. Bu bilgiyi araştırdığımda Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen Bey’in, Puşkin’in kaldığı evi müze yapma kararı aldığını büyük bir sevinçle öğrendim. Acaba memleketim Terme’de birkaç yıl yaşayan Rıfat Ilgaz ve Turgut Uyar gibi büyük şair-yazarların kaldıkları evlerle ilgili sembolik de olsa bir müze yapılabilir mi diye hayal kurmaktan kendimi alıkoyamadım bir an.
Erzurum’un en yüksek yaylalarında hormonsuz yetişen kuzuların etiyle yapılan, özel baharatlarla hazırlanıp odun ateşinde özenle pişirilen “cağ kebabı”,dünyanın el leziz yemeğiydi benim için.
Merhum babamın 1953-55 yıllarında Erzurum/ Palandöken’e askerlik vazifesi için trenle gelip gittiğini hayal ettim orada. Askerlik anıları aklıma geldi canım babamın. Çok hüzünlendim.
Erzurum’un 10 kilometre kuzeydoğusunda Top Dağı’ndaki “Aziziye Tabyası”na, Nene Hatun’un destansı mücadele verdiği yere gidemedik biraz uzak olduğu için. İçimde ukde bıraktı burayı görememek ama ilerde inşallah tekrar gelmek nasip olur Erzurum’a.
Palandöken Dağı’nın eteğinde bulunduğunu öğrendiğim ve Hz. Muhammed’in (SAV) sancaktarı olan Abdurrahman Gazi’nin türbesini ziyaret etmek de nasip olmadı bu kısa ama yoğun geçen Erzurum seyahatimde. Erzurum’a gelip de Abdurrahman Gazi’yi ziyaret etmeyenlerın bir daha Erzurum’a gelecekleri rivayet edilir. Ya nasip ya kısmet…
“dağa taşa yazı yazmayı bırak,
göğe kuyu kazmayı bırak,
kendi kendine konuşmayı da;
son çare Tanrıyla konuş,
Tanrının rüzgârlara, yağmurlara
ve yalnızlara öğrettiği kelimelerle.”
Cahit Koytak