Eski edebiyatımız çoğu zaman halktan ve yaşanan hayattan kopuk bir edebiyat olarak eleştiri konusu yapılır. Bu tezi savunanlara göre yaygın adıyla Divan edebiyatı saray, köşk ve kasırların edebiyatıdır. Bir avuç tuzu kuru insanların uğraştıkları bir edebiyattır. Bu edebiyatın içinde, hayatın gerçekleri yoktur bu iddiayı dile getirenlere göre. Bundan dolayıdır ki adına Yüksek Zümre ya da Enderun edebiyatı da denilmektedir.
Edebiyatla uğraşanlar bilirler ki, bir şair veya müellif, şuurlu olarak yahut farkında olmadan, yazdığı şiir veya yazının satır aralarında inancına, dünya görüşüne ve yaşadığı hayata dair çeşitli ipuçları verir.
Konu altı asırlık bir edebiyat olunca durum daha da farklılaşır. Eski edebiyatımız söylenenin aksine hayatın içinde ve hayata yön veren bir edebiyattır. Bu durumu, edebî türlere baktığımızda daha da rahat görebiliriz. Bu millet dinini, inancını, Allah’ını ve peygamberini Divan edebiyatının eserlerinden öğrenmiştir. Esmâü’l-hüsnâlar, tevhid ve münacâtlarla yüce yaratıcısıyla ilgili bilgilere, siyerler, mevlidler, hilyelerle peygamberine ait malumata vâkıf olmuştur. Yine bu edebiyata ait olan kısas-ı enbiya, gazavatnâme türleriyle İslâm ve Türk tarihine ait bilgiler edinmiştir. Pendnâmelerle İslâm’ın bir mü’minden istediği ahlakî güzellikleri bir hayat tarzı haline getirmiştir. Velhasıl bu edebiyat tamamıyla hayatın içinden doğan ve halkın hayatına yön veren bir edebiyattır.
Biz bu yazımızda hayattan bir kesiti veren ramazaniyeler üzerinde duracağız. Divan edebiyatı şâirlerinin Ramazan ayının gelişini tebrik için yazdıkları şiirlere ramazaniye adı verilmektedir. Bu şiirlerde Ramazan ayının özellikleri ve fazîletleri üzerinde durulurken konu ile ilgili âyet ve hadislerin anlamları zikredilir.
Deyimlerimizden günlük konuşmalarımıza, şiirimizden mûsikîmize kadar kültürümüzün hemen her alanında Ramazan ayı ve oruçla ilgili unsurlarla karşılaşırız. Ramazan münâsebetiyle toplum hayatındaki değişmeler oldukça renkli ve bir o kadar da çeşitlidir.
Bu renklilik ve çeşitlilikle birlikte bu geleneği yaşatan ruh, klâsik şiirimizden tekke şiirine, mânî, türkü gibi anonim ürünlerden çağdaş edebiyatımıza uzanan kapsamlı ve geniş bir Ramazan Edebiyatı’nın doğmasına sebep olmuştur.
Ramazan ayı ve oruç tutmanın faziletleriyle ilgili olarak yazılan müstakil eserler vardır. Mesnevî şârihi Süleyman Nahîfî (ö. 1738)’nin Fazîlet-i Savm isimli mesnevîsi Devletoğlu Yûsuf’un Kitâbü’l-beyân’ı, Hatiboğlu’nun Bahru’l-Hakâyık’ı, İbrahim Tennûrî’nin Gülzâr-ı Ma’nevî’si, Nâbî’nin Hayriyye-i Nâbî’si de bu kabil eserlerdendir.
Ramazâniye denilince, bu mübârek ay münâsebetiyle şâirlerin, dönemin pâdişâh, vezîr ve diğer ileri gelenlerine takdîm ettikleri kasîdeler ilk akla gelendir. Kasîdelerin nesîb bölümlerinde Ramazan’ın gelişi, fazîletleri, oruçlu insanların davranışları, Câmilerin kandillerle, mahyalarla süslenişi, iftar ve sahur sofraları, edebî husûsiyet arz edecek mâhiyette anlatılır. Övülen kişinin üstünlük ve meziyetleri, özellileri Ramazanla ilgi kurularak anlatılır. Bu tür kasidelerin duâ bölümlerinde Ramazan, Kadir Gecesi ve Ramazan Bayramı’yla ilgili çeşitli kavramların çağrışımlarından faydalanılır.
Kaside nazım şekliyle yazılan Ramazâniyelerin en tanınmışı Öziçeli Sâbit (v.1712)’in Baltacı Mehmed Paşa’ya sunduğu kasîdedir. Bundan başka Sürûrî (v. 1814), Kâmî (v.1724), Nedîm (v. 1730), Arpa Emîni-zâde Sâmî (v. 1732), Seyyid Vehbî (v. 1736), Süleyman Nahîfî, Sünbülzâde Vehbî (v. 1809), Koca Râğıb Paşa (v. 1763), Haşmet (v. 1768), Vâsıf (v. 1824), Leylâ Hanım (v. 1936) ve edebiyatımızda en çok Ramazâniye yazan Enderunlu Fâzıl (v. 1810)’ın kasîdeleri, türün kasîde şekliyle verilmiş önemli örnekleridir.
Kaside tarzında yazılmış olan Ramazâniyelerin dışında, diğer nazım şekilleriyle yazılan Ramazan konulu şiirlerin de mevcut olduğunu biliyoruz. Tâcîzâde Ca’fer Çelebi (ö. 1514), Fuzûlî (ö. 1556), Zâtî (ö. 1546) ve Bağdadlı Rûhî (ö.1605)’in yazdıkları Ramazan konulu gazelleri bulunmaktadır. Zâtî’nin, aynı çerçeveye dahil edebileceğimiz, bir de Kadir Gecesi’ne ait gazeli vardır. Gazel olarak doğrudan Ramazanla ilgili tek örnek diyebileceğimiz Koca Râğıb Paşa’nın İftâriyesi’dir.
Eski edebiyatın hakim olduğu Osmanlı toplumunda oruç, şairin dilinde kimi zaman bir güzele, kimi zaman da zâbıta memûruna, gece bekçisine benzetirler.
Bilindiği gibi, Ramazan ayı, hilâlin görünmesiyle başlar. Eskiden Şaban ayının son günlerinde kadı tarafından görevlendirilen kişiler, özellikle yerleşim birimlerinde yüksek yerlerden hilâli gözetler, hilâli görünce de kadıya haber verir. Kadı da hilâlin görüldüğünü, dolayısıyla Ramazan’ın başlayacağını halka ilân ederdi. Bunun için de toplar atılır, kandiller ve mahyalar yakılırdı. Hava şartlarından dolayı hilâlin görülmediği zamanlarda Şaban ayı 30 gün olarak hesap edilmesi gerektiğinden, otuzuncu güne şüpheli gün anlamına (yevm-i şek) denilir. Bu şüpheli günde tiryakilerin, sadece oruç tutan Ramazan sofularının ve diğer insanların tutum ve davranışları Divan şâirlerinin vazgeçemedikleri bir alay unsuru olarak Ramazâniyelere yansımıştır. Kâmî bir beytinde “Yevm-i şektir diyerek yemeğe yumulmaktayken kafadarlar, Ramazan ayının zafer sancağı birden ortaya çıktı” ifadelerini kullanır.
Yevm-i şek deyü boğaz cengin ederken yârân
Zâhir oldu ‘alem-i nusret-i şehr-i ramazân (Kâmî)
Ramazaniyelerde üzerinde en çok durulan konu yevm-i şektir.
Yevm-i şek sohbetine şîre sıkarken yârân
Sık boğaz itdi şahne-i şehr-i ramazân (Sâbit)
Baş kaldırmadılar öğleye dek uykudan
Yevm-i şek zevkine hazırlanan ahbâb-ı kirâm (Nedîm)
Ramazâniyelerde sahur, iftar, imsak, oruç ve bayramla ilgili ifadeler tabiî ve yoğundur. Şairler, zaman zaman aşk, ayrılık, vuslat gibi duygularını anlatırken benzetme unsuru, kimi zaman da sevgili konumunda bir insanmış gibi Ramazan ve oruç kavramlarını şiirlerinde kullanırlar. Genel olarak şairler, orucu ayrılığa, bayramı da vuslata denk görürler.
Osmanlı toplumunda Ramazan ve ardından kutlanan bayram vesilesiyle düzenlenen eğlenceler, sohbetler, kandil ve mahyalarla süslenen camiler, önceden hazırlanmış olan reçeller, şuruplar ve tatlılar, bir coşkunluğun ifadesi olarak edebî eserlere de yansımıştır. Ramazanda ve kandil gecelerinde minarelerin sanki bir renk cümbüşü oluşturacak şekilde kandillerle donatılıp süslenmesi, günümüze kadar devam eden bir gelenektir. Nazîm Yahya (ö. 1727)’nın şu beytindeki ifadesine göre, minareler sanki nurdan yapılmış sütunlar gibi ışık saçmaktadırlar:
Bir sütûn-ı nûrdur kim her minâre tâ seher
Şu’le-i kandîl-i berk-efşân ile rahşân olur
Ramazan ayı on bir ayın sultanı olduğu gibi, Kadir Gecesi de Ramazan’ın sultanıdır. Çünkü Kur’ân, içinde Kadir Gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlı bir gecede, Kadir Gecesi’nde nâzil olmaya başlamıştır. Ramazâniyelerde ve diğer kaside ve gazellerde Kadir Gecesi ile ilgili geniş çağrışımlara müsait beyitler bulmak mümkündür. Nitekim XV. yüzyıl şairlerinden Şeyhî (ö. 1431), bir beytinde Kadir Gecesi’nin bin aydan daha hayırlı olduğunu şu şekilde ifade eder.
Bu gece kadri bin aydan yeg ise tan mı Hak
Kudret ile şeb-i Kadr etdi mukadder bu gece
Kâmî de, Kadir gecesinde uyanık kalmanın faziletli olduğunu şöyle ifade etmektedir:
Bilelim kadrini savmın gece kâim olalım
Olmaya göz göre kadri gözümüzden pinhân
Zâtî, “ey zâhid, sen cennete girmek için devamlı oruç tut; Zâtî’nin maksadı ise sevgiliye kavuşması onun bayramıdır.” diyerek zâhid’e şöyle sataşır:
Dâimâ sen rûzedâr ol zâhidâ firdevs için
Zâtînin maksûdu cânânın visâli ‘dir.
Divan şiirinde daha çok günlük hayatın bir parçası, sosyal bir etkinlik veya başka düşüncenin dinî literatürdeki yansıması olarak ele alınan Ramazan, tekke-tasavvuf erbâbının şiirlerinde, nüanslarıyla da olsa kendi havasını hissettirir. Tekke-tarikat mensuplarının özellikle Ramazan ayının güzelliklerini, hikmetlerini dile getirdikleri ilâhîler ve bu ay vesilesiyle halk şairlerinin söylemiş oldukları şiirler, aynı geleneğin farklı ton ve üslûplarda uzantısı sayılabilir.
Celvetî tarikatının kurucularından XVI. yüzyılda yaşayan Üftâde (ö. 1580)’nin Ramazan ayını karşılamak için, hece ölçüsüyle söylediği şiir, bu türün en güzel örneklerindendir.
Âşıklara edin salâ
Oruç ayı geldi yine
Rahmet denizi cûş edip
Âlemlere doldu yine
Niyâzî Mısrî (ö. 1694) bir şiirinde Ramazan ayının sona ermesinden dolayı hüznünü şu şekilde ifade der.
Yine firkat nârına yandı cihân
Hasretâ gitti mübârek Ramazân
Nûruyla bulmuşdu âlem yine cân
Firkatâ gitti mübârek Ramazân
Divan edebiyatı dışında Halk edebiyatında da özellikle türkü, mâni ve bilmecelerde Ramazanla ilgili ifâdelere rastlanmaktadır. Ramazan davulcularının halk diliyle söyledikleri mâniler, dînî hoşgörünün sınırları çerçevesinde zengin bir birikimi ve halk kültürünü yansıtır.
Ramazanın ibtidâsı
Kuruldu cennet binâsı
Bu ayda oruç tutanın
Kabûl olur her duâsı
Ramazan mânilerinden, bir başka iki örnek:
Geldi mâh-ı Ramazânım
Şâd oldu sevindi cânım
Ramazân-ı şerîfiniz
Mübârek olsun sultânım
……..
Akşam ezânı dinlemek
Sahur vakti yemek yemek
Ramazâna mahsûs şeydir
Gece davulcu söylemek
Yazımızı XVII. Yüzyıl şairlerimizden Fenâyî Cennet Efendi (ö.1665)’nin bir ramazaniyesi ile bitirelim
Dil-i mahzûnumuzu eyledi şâd u handân
Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân
Oldu nûruyla ziyâ-bahş kamu iki cihân
Geldi ‘izzetle yine şehr-i mübârek Ramazân
Etdi kullarına in’âmını Mevlâ-yı Kerîm
Bâb-ı fazlını açıp eyledi ihsân-ı ‘azîm
Umarız ere makâmına geçen ahd-i kadîm
Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân
Zenb ü taksîrimizi rahmeti ede sâlib
Mâsivâ resmi ola dîde-i dilden âib
Cân u dilden olalım ru’yet-i yâre tâlib
Geldi ‘izzetle yine şehr-i mübârek Ramazân
Burc-ı mes’ûda erip tâli’imiz ola saîd
Gecemiz kadri bulup rûzumuzu eyleye îd
Hâsıl olsun der isen sûret-i manâ-yı ümîd
Geldi devletle yine şehr-i mübârek Ramazân
Savm u tesbîhimizi eyleye lutfuyla kabûl
İki âlemde nasîb ede visâline vüsûl
Kıla ihsân Fenâyî kuluna fevka’l-me’mûl
Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân