Yağmur başlayınca bir serinlik de geliyor onunla birlikte. Malûmdur ki artık sonbahar gelmiştir. Güneş dönmüştür. Yani güneş küsmüş gibi olmuştur adeta. Biz insanları kalın örtülere sarıp sarmalamak için bütün kırgınlığını göstermiştir sanki. Yavaştan bir üşümeyle birlikte artık değişimin başladığını idrak etmişizdir böylece. Bu zoraki hâl olmasa hiç aklımıza gelmeyecek zaten güneşin bize darılıp uzaklara gidişi.
*
Bazılarımız da aslında memnun kalmışızdır bu durumdan. Çünkü fazla şekerli canımız artık sıcaklardan bunalmıştır. Serin bir hayatın keyfini sürmek de başka olacaktır onlar için. Artık oflamaz puflamazlar sağlarına sollarına bakıp. Daha çok da canlarından bezmiş bir vaziyeti atarlar üstlerinden. Salına salına yürürler sağda solda.
*
Eee, sağda solda ne dolaşıyorsun bakalım deriz ya birilerine, öyle işte. Bir kural gibi. Yahu ne dolaşıyorsun doğuda batıda demeyiz de illa tuttururuz o adeta klasik olmuş benzetmeyi. Haydi bakalım isterseniz birazda ortada dolaşalım bakalım ne olacak. Ortada olunca kötü bir şey olmuş gibi olmakta. Yani abes bir şey gibi. Ortada olmak da nedir canım? Ya orada ya burada olacaksın tarizi de başlar böylece.
Ortada olmak!
Orta bir millet olmak!
Orta bir insan olmak!
Yok, yok bu pek makbul görünmemiş olacak ki bir surat asma ile karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. Neden peki böyle oluyor? İlla da bir ayrım mı olması lazım? Yoksa bir aykırılık olsun için mi bütün aykırı yakıştırmaları icat etmek gerekiyor?… Hayatı neresinden tutacak olsun ki işi gücü rast gitmeli insanın. Kendini sağlam bir zeminde yürüyor olmalı olarak görmek. Yani kendi olmalı bir yerde. Hayır, hayır bir yerde değil, her yerde öyle olmalı. Yoksa tadı kalır mı işin, yoksa havası hava olur mu hiç? Tuhaf işte! Tuhaflığın ne kadar işe yarıyor olduğunu da böylece açığa çıkarmış olmak da önemli elbette. Hani bu üzerinde yaşadığımız zorlu zamanın bize ne açıklaması olacak ki diye beklememek gerekiyor aslında. Zorluğu zorluk olarak anlamadıysak artık neyi ne olarak anlayacağız ki?… Bunun ardından gelenin ne olacağını da bir kalemde saf dışı edecek sermayemizde tükeniyorken kayıtsızlık tezleri arasında…
*
Yoksa bütün vakitleri saatlerimizin kadranına hapsedip öyle mi çıkıyoruz dışarıya. Bir anlaşılmaz karşı duruşun karşısında ne yapılabilinir ki? Susunca sanki yağmur dinecek mi? Sanki burada kalmak için bir direnişçi gibi direnecek yüreklerimizin var olduğunu mu var saymalı?… Nerede o rüzgârın bereketi?… Bu sonbaharın kendini bile- isteye ortaya koyduğu, daha doğrusu ortaya çıktığı zamanda? Haydi dilimizi, dişimizi de bağlamaya gidelim birazcık ne olacak bir bakalım!… Sesimizi de kısalım biraz, o hiç olmayan sesimizi! Çuvallar dolusu nefesimizi de tutalım oldu olacak bu güzelim yağmurların üstümüzü başımızı sırılsıklam ettiği günlerde.
*
Böyle oluyor nedense, bir değişim oluyor mutlaka. Ya yağmurla birlikte geliyor, ya da muhakkak kendini hissettirerek, kendini, tabir caiz ise kendini ortaya koyarak geliyor. Her sene hayatta olana, bu dünyada hâlâ yaşıyor olana mutlaka geliyor. Ben geldim diyor adeta. Havanın bir başka olduğu, gökyüzünün değişik hallere büründüğü zamanda geliyor. İyi hoş, gelsin bakalım. Bereketiyle gelsin, muhabetiyle gelsin, varsın hoş gelsin, sefalar getirsin. Hiç mahsuru yok bizim için, biz kendisinden razıyız. O da bizden razı olursa ne âlâ.
*
Hoş geldin, sefalar getirdin ey şehri Ramazan.
Secdeler çoğaldı sen gelince.
Bizi bu sene de sevindirdin.
Bereketli olasın emi!