Oruca Tutunmak

Bozgunum fetihe dönüşür

Sende kendimi tuttukça

Sabahlarına tutundukça

Ve işte yine derlenip toparlanıp

Sana geliyor

Bahar ışığında kar gibi

Varlığına eriyor

Ve bayrama eriyorum.

1.

Ramazan. Oruç Ayı. Ne demek bu? Ramazanın anlam ve öneminin bir aylık süreyle her gün sadece aç kalma farklılığından ibaret olmadığı az çok bilinir olmuştur. Yine de oruçla gözetilen amacın sebebi hikmetine ve müminlerin elde edeceği hasılanın mahiyetine dair yeterli kritiğin yapıldığını söylemek de pek kolay gözükmemektedir. Bu ibadet kişiliğimize, kimliğimize, sosyal yapımıza hatta siyasal duruşumuza etkileri yönüyle ayrıntılı olarak incelenmelidir. Mesela; oruçlu insan psikolojisi nasıldır? Yeme içme başta olmak üzere birçok imkân rahatlıkla varken, her şey el altında ve göz önündeyken onlara hiç yönelmemek, niyetlenmemek, görünürde hiçbir dış zorlama olmaksızın belli bir sınırda kendini tutmak ve bunu hayatın her alanında ısrarla başarmak hangi ruh seviyesini nasıl bir kişilik durumunu ifade eder? İnanca yaslanarak dayanmak, tüm beşeri  zayıflıklara karşılık ruhu zinde tutarak direnmek, vaz geçmek, terk etmek, kendini aşarak Allah’a yönelmek nasıl bir duygudur? Oruç terbiyesinden geçmiş nefisler topluluğunun davranış biçimleri nelerdir; nasıl dayanırlar, ne kadar direnirler? İşte bütün bu ve benzeri sorular ciddi manada araştırılmalıdır. Araştırılmalıdır ki unuttuğumuz, yitirdiğimiz benliğimizi oruç oruç, namaz namaz yeniden kazanalım. Araştıralım ki seher öncesi sahur uyanışıyla başlayan doğruluşumuz tam bir dirilişe ve tüm Ramazan boyunca yaşananlar daha geniş zamanları mayalayan direnişe dönüşsün. Aklımız, ruhumuz, tüm varlığımız yeni bir üfleyişle, yeni bir ürperişle irkilsin. Bu uyanışa sadece bizim değil bütün yeryüzünün, bütün insanlığın ihtiyacı var. Çünkü insanlık derin bir medeniyet bunalımı yaşamaktadır bugün. Yıkılmış, çökertilmiş, talan edilmiş en masum en doğal insanî değerlerin enkazı altında vicdanen muzdariptir. İlahi damardan beslenmeksizin, ilahi bir nurla aydınlanmaksızın, Allah ile olan bağlarını yeniden kurmaksızın esenliğe çıkış pek mümkün gözükmemektedir.

Hayati önemde bir yenilenme bilinci, piyasaları dolduran markaların, modaların, imajların değiştirilmesi basitliğine indirgenecek seviyesizlikte değil doğrudan doğruya bir özü yenileyiş ve özden yenileniş hamlesiyle olmalıdır.(1) Oruç  nefeslerden ve nefislerden başlayıp gittikçe genişleyen etki alanına sahip olması itibariyle tam ve gerçek anlamda değişim demektir. Oruç bu anlamda kalplerin inkılaba hazırlanmasıdır: Ruhta inkılap!… Kendiliğinden örgütlenmiş ve öğretlenmiş kalpler, toplumu ve yaşamı derinden sararak ancak bu kadar sarsar, çekim merkezinde aşk ve tevhid olan bir medeniyeti ancak bu denli özgün ve içten solur, soluklandırır. Oruç her yıl bana böylesine ürpertici serin akışlarla gelir ve beni serin ürpertici akışına katarak gider/götürür. Özellikle selatin camilerin parçasız iç mekânlarında hiç olmazsa dalga dalga saflarda saflıkları aşikâr mümin gönüllerle teravih coşkusunu paylaşmak ne güzeldir. Bu nasıl duygudur, bu nasıl kokudur böyle? Kendimi dışarıda bırakıp gelmiş gibiyimdir. Saf insan ve mümin yanımdan başka neyim varsa hepsi dışarıda kalmıştır. Şimdi dışarıda şu dönüp bakmaya bile gerek olmayan kapının gerisinde bırakılan nedir? Çok bilmiş edalar, akılcı fiyakalar, mevkiler, statüler, caka satmalar, kaprisler, kompleksler, tatminsizlikler, memnuniyetsizlikler, şaşırtmalar, aldanmalar, aşklar, aşırılıklar, şehvet, para, hırs, öfke, bilgiler, hesaplar, hedefler kısaca -koskocaman bir düny.., -hayır hayır az kalsın yanlış söyleyecektim- küçücük bir dünya. Gerçekle yer değiştirmiş, gerçeğin tahtını işgal etmiş bir düş bir yalan. Buraya; bu ortama, bu noktaya, bu iklime dünyanızı ve o dünya benliğinizi bırakıp gelirsiniz. Tüm benliğinizi tüm ruhunuzu oruç ve teravih rayihası sarar burcu burcu. Ne gereksiz ağırlıklar edindiğinizi hissedersiniz. Sonra her Allah deyişte hafiflediğinizi, Allah’a her yönelişte yücelişi; sizi kuşatan, kelepçeleyen şımarık varlığınızın blok blok çöküşünü. Toz duman içindesinizdir. Allak bullaksınızdır ama bu depremden bu devinimden mütevellit ruh kayması, ruh titremesi ve ruh kamaşması hoşunuza gider. Nedamet ve hüzünle çökmüşünüzdür ve öteki varlığınızın yıkılışını haz duyarak izliyorsunuz gibidir. Nurdan yansımalarla içinizi havalandıran meltem ahiret çağrışımlarıyla ruhunuzu da harelendirir. Hani içi içine sığmaz derler ya işte öyle bir duygu sağanağına tutulur benliğiniz. Bu kayma olmadan kavuşma kavileşmiyor. Oruç bizi blok blok çökerterek kurar ve yeniden inşa eder. Dayan ey kalbim dayan; atışlarının duyarsızlaşmasıyla çevreni bağlayan kabukların dökülüyor. Ve dayan ey ruhum; Rabbinle aranda alışkanlıkların yolunu şaşırttığı yaşamın zayıflattığı rabıta kuvvetleniyor.

2.

Oruç ile köklü değişiklikler eklenir/eklenmelidir hayata. Değişen durumlara göre bu değişiklikler içerik ve biçimle ilgili olabilir. Herkes kendi samimiyeti ölçüsünde ondan yarar elde eder. Oruçla dolu, oruçla donanımlı yaşam ancak yaşam dolu oruçlarla mümkün olabilir. Bayram, gün ışığı gibi pırıl pırıl bir ruha, pusatlanmış bir benliğe sahip olmanın ödülü olarak hak kazanılan kulluk ve iman coşkusudur. Ne ki çoğumuz mümin olmanın hakikatine gereği üzere vakıf olamadığımızdan bu ibadeti de ruhuna uygun anlayamıyor, yaşama geçiremiyoruz. Kulluk sınırı içinde duyulan özgürlük veya özgürlüğü duyarak bilincine varılan kulluk gerçekleştirildiği taktirde orucun bizdeki karşılığı varlığın ve hakikatin anlamına ilgisiz şekillenmeyecektir. Bunu kendimden, benim oruçlarımdan biliyorum. Her yeni Ramazan çocuk yıllarımın eşsiz ve unutulmaz güzel oruçlarından farklı, bendeki değişme ve gelişmelere uygun olarak ruhsal, düşünsel yaşantıma yeni, aşkın, coşkun boyutlar kattı, katıyor. Her bir oruçta iç evrenimde yeni ufuklar, yeni menziller beliriyor. Her oruçta ağırlıklarımı, fazlalıklarımı atıyor, hafifliyorum. Meğer ne çok bağlar, bağlantılar kurmuşum; ne gereksiz yükler yükümlülükler edinmişim. Sonra ne oluyor? Önüm açılıyor, yollar açılıyor, daha rahat yürüdüğümü ciddi mesafeler aldığımı, ilerlediğimi hissediyorum. Oruç tutuyoruz. Tutuyor ve ondan aşk, ilham, erdem, iyilik, aşkınlık alıyoruz. Feyiz alıyoruz. Oruçtan ışık, istikamet, güç, enerji alıyoruz. Bir başka açıdan da sanki biz değil de oruç bizi tutuyor. Tutuyor elimizden ve ayaklarımız sürçüp de düştüğümüz yerden kaldırıyor. Tam kalbimizden tutarak bizi içine düştüğümüz çukurdan, karanlıktan, boşluktan, körlükten, duyarsızlıktan ayağa kaldırıyor. Bizi bizden alıp götürüyor; ne güzel bir gidiş bu. Ve bizi alıp bize getiriyor yeniden; ne güzel bir geliş, ne güzel bir getiriştir böyle.

Orucu varoluşsal anlamda özü Allah’a döndürmek uğrunda hiçbir engele yenik düşmemek, hiçbir zorluk karşısında yılmamak olarak anlayanlar ne kadardır? Çoğu kişiler için oruç zayıflama programlarını uygulamak için tam bir diyet fırsatı sunmaktadır. Oruç onlarda aç kalmanın ötesinde pek bir anlam ifade etmez. Hatta diyete vesile olması itibariyle sabırsızlıkla beklendiği bile söylenebilir. Gün boyu konuşmalar bu dolayımda yapılır. Televizyonlar, gazeteler yayın tarzlarını değiştirir. Şimdi dindarlık zamanıdır ve kapitalizmin ilgili sektörü korkulara, ümitlere, yaşama biçimlerine hitap edecek uygun malzemeleri pazara sürmekte geç kalmaz. Doğrusu kimileri için çok da avutucu olur hani. Bu arada ciddi manada ilgili ilgisiz hemen herkes yeme içme hususunda tam bir uzman olup çıkar. Sahur ne zaman ve nasıl yapılmalıdır, nelerden ne kadar yenmelidir? Hangi gıdaların besin değeri ne kadardır? Mideyi rahatsız etmeyecek, kalori değeri yüksek yiyecekler hangileridir? İftara nasıl hazırlanmalı, iftar sofrası nasıl kurulmalıdır? Önce ve sırasıyla neler yenmelidir. Yemek sonrası egzersiz gerekir mi? Konunun uzmanları neler tavsiye etmektedir?  Teravih namazı spor yerini tutar mı türü lakırdılarının arasına ‘eski Ramazanlar’ muhabbetleri de sokuşturuldu muydu kutlama programı tamamlanmış demektir. Böylece mübarek Ramazanı da gastroloji ayına yani yeme içme ayına indirgeyerek kendi manasızlığımıza katıp eskitiriz.

Kimileri de ona geleneksel tazim ve hürmetin dışına çıkmayan manevi bir hava yükleyerek yıl boyu umarsızca ihmal edilen ruhlarını rahatlatma  çabasına girer. Bu kutsal ay ve kutsal gecelerde mağfiret dileyip gözyaşlarına gark olduk muydu kurtulmuşlar safına atıvermiş sayarız kendimizi. Bütün bir yıl imandan ve ahlaki endişelerden yana özensiz yaşamanın belki de en önemli sebeplerinden biri nasıl olsa imdadımıza yetişecek olan arınma günleri ve gecelerinin bolluğu olmasın? Ciddi manada mümin ve muhlis kişiliğin oluşumunu engelleyici veya yavaşlatıcı gizli-açık etkenler arasında bu yanılsamamızdan da söz etmelidir. Ruhumuzun fiyakasından geçilmediği bu maneviyat günlerinde gözyaşlarının sel olması yıl boyu ya da bir ömür gizli açık yapılan yanlışlar sebebiyle değilse ne içindir? En kolayımıza gelen de Allah’ı aldatmak galiba. İnsanlar kendi tanrılarını eskitmekten bıkmazlar. Ve herkes kendi tasavvuruna uygun bir din ve kendi anlayışını zora sokmayacak bir ilah icat etmekte ustadır? Ne demektir bu? Hayır kendimizi aldatmayalım. Bu aldanışlardan devşirdiğimiz boş hazlar üzerine yalancı kişilikler inşa edilmektedir. Mengüşoğlu ‘Ben Asyalı Bir Ozan’ında ‘Batılılar/ anlıyorum yaşayışlarında materyalist hülyalarında mistiktir/ Bizimkilerse onlara tersinden benzemeye çalışmışlar anlaşılan’ diyordu. Yani yaşayışlarında mistik hülyalarında materyalist. Şimdi daha düz örtüştürmeler yapılabilir  sanırım: Bizimkiler de Batılılar gibi yaşayışlarında materyalist hülyalarında mistik oluverdiler. En azından içimizden hafife alınamayacak bir güruh, dinî tasavvur alanında da muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı başardı. Çoklarının biraz da zayıflama rejimlerine katkı sağladığı için gönül rahatlığıyla tutup; beş yıldızlı, ışıltılı iftar sofralarında, boş bıraktıkları iç dünyalarını kısmen doldurmak için, tepeden tırnağa riya kokan manevi edalarla en azından kendi aralarında rahatlayış yaşadıkları yalan mı? Çoğumuz orucu bu laik yaklaşımın ötesinde değerlendirmiyor ya da değerlendiremiyorsak bu gerçek anlamda sahici mümin kişilikler edinemeyişimizdendir diye düşünüyorum. Bu ifadelerden geleneksel Ramazanlara karşı olduğum çıkarılmasın. Ama öz eleştirilerim önüne geleneğin Çin Seddi’ni çıkarmanın kolaycılığına ve basitliğine de kaçılmasın.

3.

Oruç tutmak oruca tutunmaktır.

Oruç yüksek seviyede bir bilinç donanması, bir bilinç kuşanmasıdır.

Ait olduğumuz toplumun varlık adına ve yaşam adına güzelliğini canlı kılan inanç ve ibadetlerimizdir büyük ölçüde. Bunlar yüzyıllardır bizi onurluca  yaşama katan uygarlığımızın değerler bütünü oluşturmasında önemli dinamiklerdir. Oruç medeniyetimize o kendine has ruhu, iklimi kazandıran  esintilerdendir. Oruç yaklaşıp da istiva edince bütün hayatı, bu iklim değişikliği her yerde hissedilir. İster yaz, ister güz, ister kış olsun. Tüm İslâm coğrafyasında zamanlar oruca ve orucun manevî hazzına, havasına ayarlanır. Bu iklimin ruhları, akılları, yaşamı, bakışı, duruşu, sözleri doğrudan değiştirici etkisi vardır. Oruç mevsiminde gecenin gündüzün rengi değişir. Çiçeklerin şarkısı, kokusu değişir, yaşamın akışı ve ritmi değişir, sözlerin anlamı değişir. Oruç bir müjde ayıdır, bir kurtuluş iklimidir. Ruh parıltısıyla bütün karanlıkların çökertildiği bir mevsimdir. Oruç, azimle, irade ile gerçek bir direnişle hayrın ve tüm iyiliklerin, kulluğun dünyasını inşa etmektir. Bu yönüyle oruç bütün toplumu tüm katmanlarıyla kuşatan sosyal işleyişin her ayrıntısına sirayet eden bir ibadettir. Bir farkla ki bu yaşamın tüm noktalarına belirgin çizgileriyle etki eden yönelim tek tek insanların, müminlerin içinden başlayan var oluşsal bir bilinç istikametinde ve gerçek varlığa yöneliş iradesiyle olması bakımından önemlidir. Yani oruç sadece sosyal ve bireysel yararları ile değerlendirilirse onun sebebi hikmeti yeterli ölçüde kavranmamış  demektir. Bilinçli değişim iradesinin, bir bilinçli ve kararlı vazgeçmenin hatta denebilir ki bilinçli ve kararlı kendinden geçmenin olduğu doğrudur. Fakat bütün bu değişimlerin merkezinde gerçek anlamda tek tek müminlerin kalbi değişimleri söz konusudur. Aşk ve imanla dolan, donanan yürekler birbirlerine yanaşır, kalpler birbirine tutunur; erdem, iyilik, yardımlaşma çoğalır, sevaplar tüm sokakları günahlara geçit vermemecesine tutar. Anlayışlı, sevgi dolu, öfkesiz, kaprissiz, hasetsiz, her an Allah’ın gözetiminde olduğunu bilen nefis mutlak varlığa yönelerek mütmain olmayı yaşama biçimine dönüştürür. Ramazan ayında oruç tutan-tutmayan herkesin fark ettiği bütün sokakların, şehirlerin, ev içlerini etkileyen iklimin farklılığı işte buradan gelmektedir. Oruç geldiğinde şeytanlar zincirlenir diyor Resulullah (s.). Evet ama bilmelisin ki, onu sen zincire vuracak, sen zincirleyeceksin. Herkes birbirinin orucunu çoğaltır, orucuna yardım ederse şeytanın hareket alanı daralacaktır.

Müslüman olmak gerçek varlığın ve gerçek yaşamın önce farkında olmak daha sonra bilincine ulaşmak demektir. Dünya her zaman için bizim maddi mecburiyetlerimiz çerçevesinde başka bir var oluşsal amaç ve bilgi edinmemizi zorlamıştır. Gördüklerimize ve maddi hayatın zorunlu ihtiyaçlarına göre şekillenen mevcut bilinç aynı zamanda insanın anlam arayışını sekteye uğratan zaafını da oluşturur. Mümin olmak bu zaafları aşarak hakikatin gerçek bilgisine ve bilincine sahip olmayı gerektirir. Siz o gerçekliğin özüne vakıf olur ve hakikati kalbinize yerleştirirseniz nesnel yaşamın bağlayıcılığı fazla önem arz etmez. Çünkü hakikat gördüklerinizden ziyade görmedikleriniz oluvermiştir. Bütünüyle materyalist ve tanrıtanımaz kafalar için bu tutum saçmalık ölçüsünde bir durumdur. Çünkü gördüklerini reddediyor gerekirse onları dışlıyor, onları terk ediyor ve anlaşılmaz bir tavırla görmediklerinize inanıyorsunuz. O nedenle böyle bir mantalite ile biri size saçmalıklara inanıyorsunuz derse hemen kızıp köpürmeyin. Çünkü orada saçmalıkla kastedilen pozitivizmle biçimlendirilmiş aklın, anlayamadığı deneysel yöntemlerle kanıtlanması mümkün olmayan şeylerdir. Doğrusu iman dediğimiz hadise de tamı tamına böyle bir noktada başlar. İster inanarak ister inanmayarak olsun yaşamdan zevk almak mümkündür. Sorumluluk ve varlığa karşı sorumsuzluk noktalarında yoğunlaşan hayatlar insana aynı hazzı mı verir doğrusu bilemiyorum. Karmaşık yapıları itibariyle varlık insan ve yaşam arasındaki ilişkiler önceden kestiremeyeceğimiz yönde ve tarzlarda sapma eğilimi gösterebilirler. Dünya hayatı belki de bu yöndeki sapmaların toplamından ibarettir. Sadece inancımızın ve aklımızın bahşettiği uyanıklık ölçüsünde bu sapmalara karşı direniyoruz. Bu manada ve bu perspektiften bakıldığında inanan insanlar da varlık ve yaşama, kendi benliklerine dair sorunları bütünüyle çözmüş değillerdir. Sonuçta  onlar da insandır. Dünya hayatının görünürde cezp edici nimetleri onları da sarmakta ihtiyaçlarını biçimlendirmektedir. Yaşamın zaruretleri ve maddi mecburiyetler giderek bizde geniş bir ilişkiler mekanizması ve yaşam tarzı oluşturmaktadır. Kendinizi bu yaşam tarzında ve bu mekanizmadan ne kadar uzak tutabilirsiniz? Sonuçta sürdürmek zorunda olduğunuz bir hayatı ele güne rezil olmadan başarmak için hiç olmazsa bir uzlaşma arayışına girersiniz. Her uzlaşma kısmen de olsa topluma kendinizden bir şey vermenizi gerektirir. Ama diğer yandan tümüyle içinize sinmese de siz de ondan kimi şeyler alırsınız. Bunlar en geniş alanda dinsel, kültürel, yaşamsal değerler; motifler, alışkanlıklar, tavırlar olabilir. Başka bir söyleyişle uzlaşmalar tavizler üzerine kurulur.

Uyum sağlamak adına kendi kimliğinizin ve kişiliğinizin zaman içinde buz gibi eridiğini hissedemezsiniz bile. Diyalektik bir çevrinti toplumları işte bu sapma noktalarından tutup yakalar, allak bullak eder. Bir ümmet gitmiş başka bir ümmet, bir yaşam gitmiş başka bir yaşam gelmiştir, fark edilmeden. Bilinç erir, akıl tutulur, istikamet bozulur da bilemezsiniz. Kendi göçüğünüzü, kendi yitişinizi bilemezsiniz. Bu böyledir. Doğrusunu isterseniz maddecilik bizim en kritik sapma noktamızdır. Sistematik bir şekilde disipline ederek isterseniz buna materyalizm ya da sekülerlik deyiniz. Bir yönüyle hepimiz biraz materyalist miyizdir bilmem? O nedenle kurtarabildiğimiz ölçekte olsun tevhidi bilinç daima diri tutulmalıdır. Doğalmış gibi gözüken modern süreç içinde bastığımız zemin kaygandır, kaypaktır. Bu satıhta muhkem bir kimlik ve kişilik inşa etmek elbette imkânsız değil ama oldukça da zordur. Sağlam basmak, sağlam tutunmak gerekmektedir. Oruca tutunmak kendimiz olma, kendimizi bulma eylemidir. Ruhumuzu, bedenimizi, düzenimizi sarsarak da olsa. O sarsmayla varlığımıza yük olan fazlalıklarımızı dökerek gider. Bizler de naylondan, sentetik benliklerimizi yıkar gideriz. Oruç oruç, namaz namaz mevzilenir gideriz. Espiri biraz da buradadır; o sarsılmayı yaşamak. Alışkanlıkları bırakmak yarı yarıya bir hayatı bırakmak gibi olmuştur. Siz kendiliğinden davranışlarla kodlandığınız, koşullandığınız bir yaşamı sırf inancınız uğruna terk ediyorsunuz. Oruç özünde iman olan bir bilinci veya özünde bilinç olan imanı yaşamın merkezine yerleştirme ibadetidir. Bu zorluğa karşı dayanma ve direnme gücümüz adeta sınanır. Hayat, bilinçten yoksun yani alışkanlıklarla sürdürülen ibadetlerden ibaretse bile fazla makbul sayılmamıştır. Peygamberimiz’in (s) ‘Senenin tümünde oruç tutanın orucu yoktur’ hadisini ben öncelikle bu bağlamda anlıyorum. (2)

Bana göre orucun önem ve ehemmiyeti bizi alışkanlıklarımızdan daha doğrusu maddi tonlaması ağır basan ve alışkanlıklar toplamından başkasına dönüşmemiş olan yaşama biçiminden vazgeçirmesindedir. Biz oruç tutmakla inanca dönük olmayan bir yaşamdan hiç tereddüt etmeksizin vazgeçeceğimizi deklare ediyor, uyguluyoruz. Bizim için, materyalist eğilim içeren yaşamlar ve o yaşamlarla bilinçli uzlaşma modelleri karşısında inancı esas alan yaşama biçimi, sadece alternatif bir seçenek değil, vazgeçemeyeceğimiz varlık nedenimizdir. Hiç bir çatışmaya ve çelişmeye düşmeksizin inandığımız gibi yaşar yaşadığımız gibi inanırız. Ama maddeci dünyada olduğu gibi eğer yaşam ve iman arasında mesafe varsa yani nesnel dünyaya olan yakınlığımız bizi İslâm’dan uzaklaştırıyorsa o zaman yaşadığımız gibi inanma çözülmesine karşılık inandığımız gibi yaşama asil tutumunu seçeriz.

Zihinsel ve ruhsal anlamda altüst oluşların yaşandığı günümüzde mümince varoluş alanı daraltılmıştır. Anlam dünyamız materyalizmin heyelan etkisiyle hasar görmekte, yer yer kaymalar, yıkılmalar, erimeler olabilmektedir. Daha da vahimi mümince bir algı ve yaşama yeteneği gittikçe uzaklaşan bir hayal mesabesinde kalmaktadır. Alışkanlıklarımız, algı ve yaşam yeteneklerimizin üzerine doğal bir doku gibi eklenmiştir. Hatta denebilir ki, yaşadığımız hayat neredeyse bütünüyle alışkanlıklara ve bağımlılıklara dönüşmüş durumdadır. O nedenle gün gün eriyen bilincimiz ontolojik bir soruna dönüşmüştür. Alışkanlıkları sorgulamak, alışkanlıklardan  kurtulmaya çalışmak yeni bir varoluş hamlesinin ilk ciddi merhalesi sayılmalıdır. İşte oruç her hâl ve şartta mümince var olma imkânlarını aramak, bulmak, zorlamak ve başarmak olduğu için ruhta inkılap demektir. Bütün insanlar olarak varlığımızın seküler koşullandırmalarla ablukaya alınıp kıstırıldığı günümüzde oruç daha derin, daha sarıcı, sarsıcı, diriltici anlam kazanmalıdır.

Kutlu olsun.

__________________________

(1)-(Beğenilere göre ürün imal eden sanayi kapitalizmi bu ilk önemli evreden sonra yaşanan tıkanıklığı, ürüne göre beğeniler oluşturma açılımıyla aşmaya başladığı daha modern dönemde önceden oluşturulan zihinsel tutumlara hatta inançlara uygun yeni ürünler ve pazarlar oluşturduğu göz ardı edilmezse yadırganır gibi olduğunu hissettiğim ‘piyasa, marka’ gibi  kimi kelime veya ifadelerimin anlayışla karşılanacağını ümit ediyorum.)

(2)-Müttefekun Aleyh Hadisler,- Buhari ve Müslim’in İttifak Ettikleri Hadisler, Muhammed Fuad Abdulbaki Tertibi, Çev. Abdullah Fevzi Kocaer, Hüner Yay. Y.Şafak, Kültür armağanı, s.302, hadis no. 744.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yirmi Beş Issız Gece-3 / Mazlum Civan
Sükût / Naz
Soluklandığımız Mavera Gölgesi; Ramazan / Reşit Güngör Kalkan
Savaşmak Kader mi? / Nihat Dağlı
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -27 / Şiraze
Tümünü Göster