Karışık Hikâye

Papatyam öyküsü ile başlasam unutulanları toplayacağım tarlalar yok şimdi. Zafer Şarkısı idi ilk piyesim. Evet evet çok iyi hatırlıyorum. Ortaokul yıllarında taktığımız okul şapkasının siperinin üstündeki ince bronz ay yıldız armasını kalıp olarak kullanmıştım matbaada. Merdanelere zarar verebilirdi. Aldırmamıştım. O zevk, o istek, o heyecan tadılamaz kuşkusuz şimdi. Anlatılamaz da, anlaşılamaz da… İçtenliğin içtenliği, duyumsamanın derinliği o kadar derindeki şimdi.

Beyaz Mendil, Elisa, Deli Ozan kaybolan şiirler. Deli Ozan şiiri tam iki metre boyunda bir kâğıda yazılmıştı. Merhum Ömer Zeki Defne o şiir için hangi frekansta o sözleri söyledi, o güzel satırları nasıl yazdı? O dergi yok şimdi. 1971 muhtırası sonrası kitapları toplayıp kitaplıları alıp götürüyorlardı değil mi ya… İşte o zaman uzak diyarlardayım ve babam büyük karton koli içindeki kitap, fotoğraf, mektup ne varsa ocakta yakıp sabaha kadar seyrediyor başka bir ısınma tarzıyla. Nasıl olsa Mart’ta kış daha soğuğunu atmamış. Ben de kitaplıyım ya. Bizim evi de basarlarsa görmesinler, oğluma zarar gelmesin diye bir niyetle. Tarifsiz bir korkuyla, belki başka bir kuşkuyla. Yayınlanmış fakat şimdi ismini bile hatırlayamadığım bir yazımdan dolayı Sabah gazetesinin hediye verdiği o kitap, Mehmet Çınarlı’nın mektupları, Sezai Karakaoç’un bir-iki mektubu, en önemlisi rengin devreye girmediği devirlerde ilk ve ortaokul öğrenciliği yıllarında çekilmiş fotoğraflarım. İlk atlet giyişimi gösteren, ilk gerçek ayakkabı giyişim, ilk gerçek okul çantasını kullanışımı gösteren o içimi burkan, hatıramı acıtan fotoğraflar… Çünkü önce bez, sonra naylon icad oldu, arkasından da tahta çanta kullanmıştık.

-Nif Dağı’na çıkalım mı? Hêram, şarge, yok yok Papaz Gölü’ne gidelim istersen.

-Gül tarlalarında saklambaç oynayalım daha iyi bence. Sonra da tarlalarda yer elması çıkarırız. İyi mi?

-Dikkatimi dağıtma yavrum. Aynı anda kaç yerdeyim.

-Ne yapıyorsun?

-Kaybolanı arıyorum. Unutulanları hatırlamaya çalışıyorum. Başka yerdeyim şimdi. Hayalden öte düş gibi bir iklimdeyim. Sesleri, görüntülenemeyen görüntüleri almam lazım.

Güneydoğu’nun Kuzeydoğu’sunda, Zülküfül Nebi diyarı bir kasabada “İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar” şarkısını söyleyen Sefer amcanın ailesi seferberlik zamanı gelip yerleşmişti, o ölümsüz şairin “Cennet titremesi eski bir şehir” dediği ilçeye… O ilçe Ergani… Benliğimin içindeki şehir… İlk aşkım, ilk rüyam… Kalbimde hep bir yangın gibi duran, hangi yana baksam hülyasından kurtulamadığım, severken ayrı durduğum, sürgün edilmiş  yaralı ceylan gibi dayanılmaz sızı ve için için buruk acısı bende biteviye devinen Anadolu güzeli Ergani… Yeniden doğmak  şansım olsa doğmak istediğim yer.  Zülküfül Nebi’de makam çiçeklerinin kokusunu duymak, kırlarında koşmak, sümbül, zambak toplamak isterdim yine. Komşuluğun tadını tabiidir ki hiç unutmadım. O bitmeyen kış gecelerinde ocak başı sohbetlerini, anlatılan menkıbe ve hikâyeleri ne kadar özledim anlatamam ki… Yüreğimdeki sesi nasıl duyuracağımı bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki, ne kadar uzaksam o kadar da yakınım. Bunu hissediyorum. Bütün varlığımla duyumsuyorum.

-Düşümü kurcalama, hayallerime karışma. Hem burdayım, hem ordayım. İnan ki bir acayip ahvaldeyim. Gökyüzünün bu kadar geniş, yıldızların bu kadar daha yakın olduğu bir yer hatırlamak bile mümkün değil. Belki Cevdet Altun “Geceden sürme, Ece’den bakış; Çiğdem çiçeklerinden libâs, kelebek kanatlarından nakış” getirmeyecek ama, gönlümün gülü harlanacak daha al al olacak. Gözümün yaşı bir dolu akacak, burnumun direği o biçim sızlayacak. Şimdilerde radyasyon dalgası sinsice siniyor her yerimize, belki de onları tolere edecek, def edecek.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yirmi Beş Issız Gece-3 / Mazlum Civan
Sükût / Naz
Soluklandığımız Mavera Gölgesi; Ramazan / Reşit Güngör Kalkan
Savaşmak Kader mi? / Nihat Dağlı
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -27 / Şiraze
Tümünü Göster