Şehrin kendini bile unutmuş sokaklarından
Sırtında iki dünyayı birden taşıyan hamallar geçer
Ekmek ve suyun hikâyesini ancak
Yoksulluğun bile el açtıramadığı bu adamlar yazar
Hakikatin çıplaklığını örtecek düşsel elbiseler dikerken
Hayali kimlikler arasında durmadan yargılanırız
Kitaplar eski bir kefen gibi örtülür hafızamıza
Sessiz harfler gibi diziliriz yokluğun meydanına
Sen ölümün köyünden kaç kere gelip geçtin
Sessiz akan nehirler hangi dağın gözyaşlarıydı
Parça parça olmuş resimler sararmış albümlerde
Kimliğini yitirmiş kentlerde kırılırken aynalar
Tüfeksiz askerlerin siperinde beklerken
Çoktan kurşuna dizilmiş hatıralar ülkesinde
Yağan kar dağları bir yorgan gibi sararken
Her kurşun sesi bir sala sesine gebedir
Aşktır sarmaşık gülleri gibi kapı önlerinde
Her gidenin ardından bir tas su dökeriz
İnsandan insana suskun bir çığlık yürür
Artık her cenaze ölümün gövde gösterisidir
Tekrar edilmiş yaşamaklar arasında öylece
Hangi mendil siler bu vakitsiz gözyaşlarını
Kendinden başka hiçbir yere kaçamaz insan
Pişmanlıkların eteğinde bir çıkmaz sokaktır dünya