Anadili Selam Olan Kız

Gökyüzünün dingin maviliğinde bir gemi dolanıyor; belli belirsiz dumanını bırakıyordu. Leipzig’in metruk apartmanlarına demirliyor; Nietzche’nin Tanrı”yı kaybettiği sokaklara isyan dalgaları gibi vuruyordu. Doğunun limanları hep haşin, hep ıstıraplıydı… Batının doğusunda da olsa, doğunun doğusunda da olsa insanları hep yaslı, hep kederliydi. Hele de erkekleri… Alınlarına çizgi çizgi gurbet yazılmış, duygulu ama suskun erkekleri… İşte ben, en güzel örneklerinden biriydim. Memleketim Mısır’ın çölü gibi engin yüreğim, yanar yanar da, bir damla dökülmeyen gözlerim… Kum taneleri gibi biriken kelimelerim, sese değmeyen sözlerim… Almanya’nın poyrazında Mısır’ın karayeliydim…

Schkeduitz durağında bekliyordum. Tarifeler ve haritalar medeniyetinde her şey dakikti. Duraklarda otobüsün kaç dakika sonra geleceğini gösteren tabelalar vardı. Tabeladaki yazılar, aşkımı söyleyemediğim kadınlar gibi akıyordu gözümün önünden. Yüzü değil, hayali serap güzeller gibi geçip gidiyordu otobüsler. Hafızamın hicrân mızrâbı, gönlümün harâb mihrâbı…

Tabelada “Bir dakika sonra” yazıyordu. Rakamlara mahkûm Batı, sürprizleri sevmezdi. Otobüste kaç kişinin olduğunu bilirdi de, bir kişinin herkes olacağını bilemezdi. Durakların sayısını bilirdi de, bir durağın menzil olduğunu kestiremezdi. Tabelanın ışıkları yanıp sönmeye başlamıştı. “O geliyor!” diyordu. Uyarıyordu beni. Damar damar sayılar dolaşıyordu bedenimde. Otobüsten sırayla indi insanlar. O, kilisedeki Meryem ikonu gibi halelerle indi. Etrafı aydınlatırken, ürküyordu ateşimden arda kalan küllere basmaya. Bütün gemiler terk etti limanı, dumanlarını da alıp gittiler. Artık her yer onun saflığına boyanmıştı. Sütliman göğsünde sedef gibi bir kalp taşıyordu. İnci inci yaşlar akıtacakmış gibi baktı gözlerime. Suya hasret Kerbela gözlerim kör kuyulara daldı. Bildiğim bütün lehçeler lâl, gördüğüm tüm çehreler melâldi şimdi. Türk müydü, Arap mıydı kestiremedim. Ceylan gözlerinde sabahın ihsânı vardı, kirpiklerinde gecenin irfânı… Doğu kadınlarına has bir sevecenlikle ilerliyordu. Batının donuk kadınlarına inat “Hay” esmâsı ile yürüyordu. Diri umutlar, sevimli hülyalar bahşediyordu.

O eteklerini toplayıp giderken, ben hala ne diyeceğimi bilemiyordum. Tabelalar yeni uyarı ışıklarıyla beni dürtüyordu:

Biri kaybeden her şeyi kaybeder, biri kazanan her şeyi kazanır. O bir için terk edilir her şey. Her şey, o birle vardır.”

Meryem’in yanağındaki tüydü ayakları, tutunduğu taze hurma dalıydı elleri… Bana aşkın bitâb sancılarını bırakıp gidiyordu…

-Selamün aleyküm, dedim. İşte dilimin bağı çözülmüştü.

Başını saran o kutlu haleyle birlikte, alev gibi titreyen vücudu da döndü:

-Ve aleyküm selam dedi.

Ve’yi söylerken gonca dudakları tomurcuklanmamış, aleyküm derken ayını hançeresinde çatlatmamıştı. Arap kızı olamazdı. Ona ana dilinde hitâb etmek istiyordum ama, Türkçe hiçbir kelime bilmiyordum. Onun ana dili selâm olamaz mıydı? Böyle esenliğe, huzura ve kelâma çağıran birinin ana dili selâmdı. Tatlı dilden önce selâmı öğrenmişti. Doğu kadınlarının merhamet göğüslerinden dökülen hilm sütünü emmişti. İtâʿat şerbetiyle beslenmiş, kanâʿat güneşiyle büyümüştü.

Yaratılmam için bir sebep istenilseydi benden/ Ona selâm vermek için doğardım yeniden…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Savaş ve Savaş / Ay Vakti
Eğitime Dair / Şeref Akbaba
Dolar / Nurullah Genç
Çok Ene’l-Hak Taşıdım / Selami Şimşek
Dışarısı / Hüseyin Akın
Tümünü Göster