Akademisyen, yazar, şair, yönetici. Çok yönlüsünüz hocam. Cumhuriyet Üniversitesi’nin de Rektörüsünüz . Özgeçmişiniz malum. Tekrar babından, kısaca kendinizden bahseder misiniz?
1968 yılında Sivas’ta doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Sivas’ta, yükseköğrenimimi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladım. Aynı fakültede Türk-İslam Edebiyatı alanında yüksek lisans yaptım. İstanbul, Aydın ve İzmir’de öğretmenlik görevlerinde bulundum. 1998 yılında Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslam Edebiyatı Anabilim Dalında araştırma görevlisi oldum. Doktora çalışmamı 2002 yılında Dokuz Eylül Üniversitesinde tamamladım. 2004’te yardımcı doçent, 2006’da doçent, 2012 yılında Profesör oldum.
Değişik gazete ve dergilerde şiir ve yazılarım yayımlandı. Muştu ve Buruciye Edebiyat dergilerinde yayın yönetmenliği, Sultan Şehir dergisinde sanat danışmanlığı görevini üstlendim. Şiirlerimden bir kısmı bestelendi.
Yayımlanmış 23 kitabım, ulusal ve uluslararası toplantılarda sunduğum çok sayıda tebliğim ve çeşitli dergilerde yayımlanan ilmî makalelerim bulunmaktadır.
Doğduğunuz ve yaşadığınız şehire eserlerinizle de kalıcı hizmetler yaptınız. Bu doğrultudakiler ve diğerlerini katarak soruyorum. Eserlerinizi oluştururken hareket noktanız nelerdir?
Bu dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilen insanın cevap bulması gereken birçok soru var ve bu sorulara cevap niteliği taşıyan çözümler var. İçinde yaşadığımız çağ insanı makinalaştıran, insanı merkezden uzaklaştıran, insanı insansızlaştıran bir yapıya sahip. Eşyanın git gide merkeze alındığı, eşyanın insana hükmettiği bir zamanı yaşıyoruz. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler her ne kadar insan ürünü olsa da insandan uzak cevaplar arayışında. Örneğin, gelişmiş aletler aracılığıyla dünyadan çok uzak yıldızları takip edebiliyoruz veya dünyanın en ücra köşelerinde çalışmalar yürütüyoruz. Fakat ne hazindir ki dünyanın asli unsuru olan insanı ıskalıyoruz.
Komşumuzun durumundan, akrabalarımızın sıkıntılarından bigâneyiz. Doğayı tahrip ediyoruz, doğayı mücadele etmemiz gereken bir şey gibi algılıyoruz. Hâlbuki insan dediğimiz varlık içinde yaşadığı doğa ile var olabilir. Allah suyu, ağacı, dağları, otları, kuşları insanın emrine verirken onlara gereken saygıyı göstermesini de istemiştir. Bakın şehirlerimiz gittikçe betonlaşıyor, şehir merkezlerinde hayat sadece arabalardan, binalardan, asfalt yollardan ibaret. Yaşamak için hafta sonları şehir dışına, piknik yapılabilen alanlara kaçıyoruz.
Yani tahrip ettiğimiz ne varsa onlara sığınıyoruz. Bir eseri meydana getiren şey yazan kişinin bilgi birikimi, dünya görüşü ya da hayal dünyasının genişliği gibi birçok neden etken olabilir. Bunca karmaşa arasında benim eserlerimin temel hedefi insan. Benim için insanı merkezine almayan eserin ruhu olmayacaktır. Kudemanın söylediği gibi, “Eşyanın da ruhu vardır” ve eşyanın ruhu insanın anlamını bulmasıyla inkişaf edecektir. Tekrara düşmek pahasına, gerek bilimsel çalışmalar gerekse edebi çalışmalarda insana yönelmesi, insanın sorunlarına ve sorularına cevap olması gerekmektedir.
Muştu ve Buruciye Edebiyat dergilerinde yayın yönetmenliği, değişik gazete ve dergilerde şiir ve yazılarınızın yayınlandığından siz de bahsettiniz. Buradan hareketle dergi ve dergicilik hususunda neler söylemek istersiniz?
Türkiye’de dergicilik özellikle edebiyat dergiciliği anlamında önemli bir geçmişe sahip. Çeşitli akımların, anlayışların karşılık bulduğu, sorunların, soruların konuşulduğu yerlerdir dergiler. Osmanlı’nın son dönemlerinde gerek siyasi gerek fikri gerekse edebi anlamda ülkenin içinde bulunduğu durumdan kurtulmanın yolları dergiler aracılığıyla aranmış, sorunlara bu sayfalarda cevaplar aranmıştır. Bizim medeniyetimiz kitap medeniyetidir. Okumayla dirsek bağımız hep devam edegelmiştir. Bu anlamda dergicilik toplumun nabzının tutulduğu mecralardır. Cemil Meriç’in veciz ifadesiyle “Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi; daha doğrusu mesajı.” Dergiler anın, şimdinin sesi olması açısından oldukça önemlidir.
Tarihi hafızadır. Belli bir zaman dilimin haritasını çıkarmak istediğimizde dergiler bize işaret fişeği olacaktır. Edebiyatla iştigal eden insanların dergi takip etmesi, dergilerde nelerin konuşulduğunu bilmesi gerekmektedir. Çünkü içinde yaşadığımız anın çocuklarıyız. Şimdiyi bilmeden geçmişi anlayamaz ve geleceğe yön veremeyiz.
Klasik bir soru, ama gençlik merkezli eğitimci, yönetici ve yazar olmanız hasebiyle soruyorum. Tecrübeleriniz, birikimleriniz muvacehesinde kendini geliştirmek isteyen gençlere tavsiyeleriniz neler?
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Günümüzün insanı her şeye faydacı anlayışla yaklaşıyor. İşine yaramayacağını, maddi bir karşılığının olmayacağını düşündüğü şeylerden uzak duruyor. Öncelikle bunu halletmemiz gerekiyor. Gençler tamamen maddi saiklerle akademisyen olmak istiyorlar ya da yüksek lisans ve doktora çalışmalarına madden işime yarar düşüncesi ile yöneliyorlar. Hoca olmak aşktır, geçmişin müderrisleri ne ise bugünün akademisyenleri o olmak zorundadır. Bu işi aşksız yapamazsınız. Eğer aşk yoksa işinizde başarılı olamaz, bilimsel değer üretemezsiniz.
İlim, irfan, bilim dediğimiz şeyler insanın geleceğiyle bire bir irtibatlıdır. Dünyanın geleceğinde söz sahibi olmak istiyorsak aklımızı iyi kullanmalıyız. Taşköprülüzade “İlim, aklın ibadetidir.” demiştir. Ecdadımız yaptığı her işi ibadet gibi yapıyordu. Örneğin mimari eserlerimize bakalım. Bugün apartmanlara sıkışmış vaziyetteyiz. Neden? Çünkü değer üretemiyoruz. Amacımız inşa etmek. Oysa ecdadımız inşa etmiyordu, ibadet ediyordu. Kısacası akademik çalışma yapmak isteyen bir genç bilim üretmek, dünyayı güzelleştirmek, insanın iyiliğine çalışmalar yapmak durumundadır.
Edebiyata da böyle yaklaşmak durumundayız. Edebiyat kimseyi doktor, mühendis veya Cumhurbaşkanı yapmaz. Edebiyat bu yoldaki taşları, engelleri aşmamızı sağlar. Türkiye’de kimse edebiyatla zengin olamaz. Edebiyat, şöhret hissinin tatmin edilebileceği bir alan değildir. Maalesef popüler kültürle birlikte edebiyatı da dejenere etmek isteyen insanlar çıkıyor. Hâlbuki edebiyat gönül işidir.
Gençler edebiyat, sanat gibi alanlarda yetişmek istiyorlarsa okumalarını iyi yapmak durumundadırlar. İnsan önce okumayı öğrenir, sonra yazar. Gündelik dilde bile kullanıyoruz, okur-yazar diye. Okumadan yazmak olmaz. Yani yazabilmenin ilk şartı okumaktır. Yazdıklarını küçümsemesinler. Bu olmadı demesinler. Kimse annesinden şair, yazar doğmaz. Bu iş çalışmakla mümkün. Yazdığımız her şeyi bir tuğla olarak görmeliyiz. Tuğlalar üst üste dizilince ev haline gelir. O yüzden sabır, azim bu işin ilk kuralı.
Bir atölye dergisi olarak değerlendirmelerinizi önemsiyor, teşekkür ediyoruz hocam.
Ben de teşekkür ederim.