Modern Türk Şiiri Var Mı? -1

MODERNİZM YA DA ALGISAL MÜHENDİSLİK

Modernizm; 18. yüzyılda “Aydınlanma felsefecileri” tarafından formüle edilmiş akılcılığın tatlandırılmış karşılığıdır. 1761’de “Çağımız aydınlanma çağıdır” diyen Voltaire’nin algı fişeğiyle başlıyor. Fransız İhtilalı algı mühendisleri tarafından geliştirildi. Genel perspektifi yitirmeden, akla, yeni algılara kronolojik basamak oldu. Akli mühendislerin semptomlarında ilmi tutarlılık gerekiyordu. Çağın şartlarını aşan, çağın şartlarını yenen, çağın şartlarını yenileyen genel bir perspektif gerekiyordu. Modernizm; dil, akıl oyunlarıyla, algı mühendislerinin teorikleriyle nitel bir duruşa indirgenip sunuldu. Hakemli bir duruşma olmadığından kabullenişine itiraz olmadı.

“Aklını, kendin kullanmak cesaretini göster!”

Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.

Doğmalar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir deyişle kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayak bağı olurlar.” (1)

Doğmalar ve kurallar karşısında erginleşme ve olgunlaşma nasıl olmalı ki? Kutsal metinlerdeki temel duruşma bize bir yol vermiyor mu? Her devirde Yüce Allah’ın çizdiği aydın, hikemli ve hakemli çizgi vardı. Bu çizgiden uzak kalmak yeni bir kuramsalın bağıl bağına itebilir. Kuramsal bağ tek başına yeterli mi doğmalar ve kuralları dizayn etmek için.

Birisinin doğrusu, tüm yanlışları onarıcı ve sosyal yapılandırıcı olabilir mi ki? Olgunlaşmayı sağlayan bilinç ve bilinçaltı verilerinin merkezi sosyal ekoloji değil mi? Sosyal ekolojiyi besleyen temel dinamikler, din, kültür, gelenek, inanç, güdülenme, tarih, medeniyet, gen vs değil mi? Aklı besleyen, zihinsel hücreleri hareket ettiren aldığımız, verdiğimiz veriler değil mi? İçsel aydınlanması kirletilmişlerin başlattığı ergen aydınlanma evrensel olgunlaşmayı karşılar mı? Olgunlaşmayı güdeleyen söylemler yeterli olmuyor. Konular derin.

“Aydınlanma, “Tanrım” merkezi olduğu kutsal bir düzenden “insanın” merkez olduğu bir düzene geçişi temsil etmekteydi. Postmodern dünyada ise “ne Tanrı, ne de insan” merkezdedir, merkez değil, çok merkezlilik esastır. Bu sistem içinde insan bütünsel tutarlı bir akıl, tarih inşa eden özne değil, sürekli oluş halindeki, etkileyen ve etkilenen, bütünlülükten ve tutarlılıktan yoksun, çeşitli özne konumlarından konuşan, çelişkilere düşen bir kimliğe sahiptir.” (2)

Evet, Batı’da din merkezinin kirlettiği sosyal bir ekoloji vardı. Kilise din tüccarlığı yapıyordu. Kapitalizm ile ritüel yaşanan din arasında kirli hesaplaşma vardı. Din, merkezdi; ama gerçek din merkezde değildi. Dinin yerine tutan başka din vardı. Teolojik bir hezeyan vardı. Bu hezeyan da bir projeydi. Bu çoklu çelişki arasında yeni olacak her şey dinin yerini tutardı. Algı mühendisleri, “din” merkezinin baskıladığı sahada dil ve akıl oyunlarıyla yeni sosyal sistemi yerleştirdi. Mutlak çizgiden uzak, aklın dinlerine dönüş zor olmadı. Rasyonalizm, bilim, ilim, değişen din ve sosyal erk tamamen kapitalizmin gizli kapısıydı. Bilim adımları, algı mühendisleri de projenin hem mimarı hem gizli tüccarıydı.

“Bilgi satılmak üzere, yeni bir üretimde değerlendirilmek üzere tüketilir. Her iki durumda da amaç mübadeledir. Bilgi kendinde bir amaç olmaktan uzaklaşmakta, kullanım değerini kaybetmektedir.”(3)

Yeni olan tek şey kültürel ve sosyo-ekonomik sömürü dili ve algısıydı. Bilim, kendi kaotik cephesini açarak, asıl hedefi sosyo-ekonomik güçtü. Temel bilgi; akıl, algılar dil oyunlarıyla tatlandırıcı kavramlarla aktarıldı. Modernizmin arka planındaki bu psiko-sosyal mühendisliği algılamak zaman aldı. Ya da Batılılaşmayı yapanların güdüsel felsefesi başka bir dil oyunu sundu. Yeni dil oyunları, toplumu bir arada tutan toplumsal bağdır. Yeni sosyal
algılar, bu dil oyunlarıyla tatlandırılarak verildi. Dil oyunlarıyla, akli algılarla, özgül iletişim devreleri boyandı. Aydınlama, akılcılık, pozitivizm, modernizm gibi toplumu özgül iletişimlere götüren onlara güdeleyen mecranın içine itti. Bu yeni algı, dil, akıl oyunları insanları hem mücadeleye hem çatışmaya taşıdı. Bilim, kendi kaotik edimlerini geliştirdi. Kendi itkilerinde boğuldu. Epistimolojik kırılganlığın temelleri üstünde, gittiği yere kadar küresel bir gidişat çizildi.

Kendi meşruluğunu taşıyan, sosyal anlaşmayı getiren kurallara bağlı, yeni deneyimler güzel ve
farklı geldi. Epistemolojik kırılmaların temeli atıldı. Aydınlanma, akılcılık, modernizm yetmeyecek, ileride postmodernizme taşınacak bu sosyal mühendislik. Bilim pragmatiki farklılaşacak, düşünsel kulvar nitellerini yitirecekti zamanla. Ona göre yeni adımlar atılacaktı. Ve bütün bunların perdesi, zihinde başlayacak. Zihnin sınırlarıyla dilin sınırları arasında ontolojik haritasını genişletecekti her şey.

Dil ve akıl oyunlarının değişik türleri uygulandı. Keza, iletişimin temel edimlerinde, dil akıldan önce gelir. Güdülenme, dilin sınırlarıyla başlar ve biter. Dil, teorileri, kuramları, estetik ve poetik gidişatın temel bağıydı. Sosyal dil, algının anlaşılmasını ve anlamlandırılmasını sağlar. Bu yüzden dil oyunlarıyla, tatlandırıcı kavramlarla sağlam temel atıldı. Seçilen kavramlar; sosyocoğrafyayı, psiko-sosyali, sosyo-ekonomiyi, sosyal devri hatta toplumsal katmanları kapsamalıydı. Aydınlanma, modernizm, eşitlik, özgürlük, hakların eşitliği, milliyetçilik gibi geleneği ve temel dinamikleri tetikleyen besleyen güdeleyen olmalıydı.

Üslup burada önemlidir. Dil perdesi, iyi açılmalı. Yeni algıların sahnelendiği dil oyunları için çok özel nitel biçemlerle olmalı. Dil oyunları sosyocoğrafyaya göre, muhataplara göre, zamana hatta sosyal olaylara göre sergilenmeli. Derin kapitalizmin sosyal mühendisleri bunun farkındaydı. Söylemler, mesajlar alıcının psiko-sosyal niteliğine göre sergilenmelidir. Buyurucu, emir verici, tavsiye edici, istek bildirici, ikna simülasyonu vermeliydi.

Modernizm de akıl ve dil oyunlarının sahnelenmesiyle perdesini açtı. Bir aydınlanma projesi olarak dil ve algı projeksiyonunu açmıştır. Aydınlanmacılık; akılcı bilim anlayışının ürünüdür. Kilisenin din baskısı artırılmış bir sosyal proje olarak. 18. yüzyılda ise insan düşüncesini, dinin baskısından kurtararak özgürleştirme işlevi için aydınlanma devreye girer. Ön mühendislik olmadan hiçbir kavramsal tatlandırıcılık ortaya çıkmaz. Kilisenin yozlaşması, baskısı, insanüstündeki psiko-sosyal etkisi artırılmıştı. Yeni kuram, yeni algısal oyun için bu sefer dil oyunu gerekiyordu. Bu dil oyunlarını aktaracak yetiştirilmiş algı mühendisleri hazırdı. Her şey, böyle güzel devam etti. Yeni, güzel olmalıydı, eskiyi unutturmalıydı. Sosyal mühendislik, kendi sahnesini açarken temellendirmesi hem nicel hem de nitel edimlerle sağlam olmalıydı. Batı’da gelişen her algısal olayın özeti böyledir.

Keza, daha sonra akılcılık zaman içinde nitelik değiştirerek bu özgürleştirici işlevini kaybedecek yerini modernizme, o da yetmeyince postmodernizme bırakacaktır.

Baudelaire’in deyimiyle hem geçici hem de kalıcı olmanın gerilimini taşıyan bu yeni algı ve olgular bir kabullenme felsefesi üstünde olmalıydı. Batı’da bilim ve ilim satın alınmıştır.

Kapitalizmin gizil gücü olarak kullanılmıştır. Her bilimsel semptomda, kaotizm olması bunun en güzel örneğidir. Akıl, insanın çıkarları için her şeyi meta ve meze yapmalıydı. Bilginin de çıkarın da sınırı yok. Sürekli gelişen bir çizgide kendini gösterdi.

Fikri modernizmin temel kaynağı olarak da bilimin sürekliliği, değişkenliğidir. Bu yüzden insan kendi geleneksel bağlarından kopup yeni olanın, akli olanın içinde yer almalıydı.

Toplumda ilerlemenin olması için toplumların evrimsel aşaması olmalıydı. Bunu da algı ve dil oyunlarıyla sunulmalıydı. Mühendislik böyle işleyince farkında olmak zaman aldı.

Üst anlatılar, üst algılar, hızlı güdülenme getirdi. Tarihsel bağı koparmak için üst anlatılar gerekiyordu. İyi bir dil psikolojisi gerekiyordu. Bu yüzden daha kapsayıcı, daha iç ruhu lirize edici edimlere başvurdular. “Araçsal dil ve akıl” mühendisliğin epistemolojik gücüydü. Önce kilise ve diğer sosyal muktedirler kanalıyla bir baskı oluşturuldu. İnsanların özgürlüğe, yeni şeylere olan açlıkları artırıldı. Sonra, dil ve algı oyunuyla tatlandırıcı kavramların etrafında küresel projeye meze edilmeye başlandı insanlık.

“Modernlik genel bir terim olarak “modern dönemi” tanımlar ki bu dönem Bacon ve Descartes’le başlayan modern felsefe, Galileo ile başlayan modern bilim dönemidir. Farklı kültürleri ve entelektüel gelişimleri de kapsar. Felsefede bu dönem Aydınlanma geleneğini (Kant’ı), Löwit ve Ellul’un teknolojinin yükselişini, Marx ve Weber’in ekonomik örgütlerin yeni bir biçim kazanmasını içerir (Rockmore, 1989, s. 235). Diğer taraftan ise soyut devletten burjuva devletine dönüşüm sürecini kapsar.” (4)

Boyne ve Rattansi, modernlik ile modernizm arasında bir ayırım yapar. Modernlik bilimselliğin ilerleyici birliği ve politik-ekonomik rasyonalitedir. Modernizm ise 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında gelişen bir dizi sanatsal, estetik ve kültürel bir projedir.”(5)

İnsanları özgürleştiren akılcılık, zamanla onları akıl ve katı algıların sınırlarına hapsedecektir. Modernizmin algı ve dil oyunu başkaydı. Modernizm, biraz yereldi. Biraz, özgürlüğü sosyal algının içine almıştı. Keza, her toplumun modernizmi başkadır. Her toplum kendi geleneksel katmanlarıyla toplumdur. Bu yüzden yerel olması modernizmin kökenliğini de değiştirmiştir. Ulusal itkileri vardı. Geleneksel bağdan kopup ergen yeniye taşınmanın sosyolojik güçlülüğü vardı. Sosyal psikolojiyi iyi ayarlanmalıydı. Eski her zaman güçlüdür. Kök ve gövde üstünde budanmış, aşılanmış dallarda yeni mahsuller almak için zaman ve farklı bir sosyal erke ihtiyacı vardı. Modernizmin dil ve algı oyunu böyle nicel ve nitel sınırları açıyordu. Hızlı değişme, bu değişmenin tüm yeryüzünü kapsaması sahnesi açılıyordu.

Perde yerelden başlıyor, evrensele uzanıyordu sahne. Bu yüzden geleneksel bağı koparıcı dil oyunları ve algı mühendisliği gerekiyordu. Sosyoekonomik yapısı farklı olan toplum, bilimsel alana dâhil edilmeliydi. Yerelden koparılıp çok farklı bir dünyaya götürme çabası beraberinde yeni gerilimler getirdi. Modernizm, geleneği, geçmişi silerken güçlü bir gelecek sunuyordu. Toplumsal gelişmeden etkilenerek yeni değişimlerin aynasına soyunarak etki alanını genişletmiştir.

“Bilim bir üretim gücüdür ve bir anlamda siyaset alanına da yayılmıştır Siyaset alanı ise ekonomiyi kimin yöneteceği teknik karar verme sorununa indirgenmiştir. Siyaset bir çeşit teknoloji, modern kapitalizmin başlıca ideolojik özelliği olmuştur (Mc Carty, 1991, s. 141). Devlet ve hükümetin eğilimi bilimi ve teknolojiyi kontrol eder, metaların değerini etkilemeyi olanaklı kılar, yeni bir etki yaratır. Siyaset pragmatik bir iş olunca, kitleler siyasal sisteme bağlılık hissedemezler ve eğer sistem kararlı bir ekonomik gelişme sağlayamazsa ondan kolayca vazgeçilir. Böyle dönemlerde ekolojik ve dini uyanış hareketleri ve hatta kadın hareketleri meşrulukta etkin olurlar”( 6)

“Modernlik projesi bir ölçüde yaşanan ‘dünyanın bilimsel-teknolojik akılcılık tarafından kolonileştirilmesi ve bir uzmanlık kültürünün baskısıyla sonuçlanmıştır. Toplumsal ussallık, adalet ve ahlaki artıracak bir yönde gerçekleştirilememiş bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle modernlik projesi sürdürülmelidir.” (7)

Toplumsal gelişmenin sistematik olması, septik ajandayı açıyordu. Geçmişinden uzaklaşanlar sistematik yenilerin içinde doku uyuşmazlığı yaşamaya başlayınca çatışmalar başladı.

Sanatın, estetiğin, kültürün, medeniyetin daha iyiye geçmesi böyle olur muydu sorgusu başka bir sosyal edimi doğuruyordu. Modernizm bu yüzden kendi sahnesinden düşen algı mühendislerinin kırılan umutlarıyla istediği başarıyı elde edemedi. Ama her toplumda kaotik bir kopuş yarattı. Bizim modern Türk şiirinde doku uyuşmazlığının sosyopsikolojisi de böyledir.

Kültür ve sanatta modaya uygunluk yenilik sayılır mı? Hürriyet Kasidesi, moda bir şiirdir. Hürriyet tema ve kavram olarak yenidir. Fransız İhtilal’ının moda sözcüğüdür. Mod, metot, modern, eş benzerleriyle beraber eş güdümlülerini yaratıyordu. İhtilalin akıl hocaları aynı zamanda bizde modern şiiri başlatanların hocasıydı. Namık Kemal’in içinde bulunduğu sosyal mühendislik modernizmi de kapsıyordu. Hürriyet, vatan sözcükleri, sosyal bildiriler, sosyal ve toplumsal söylemler aynı fabrikasyondu. Hürriyet, sözcük olarak yeni. Fakat geleneksel şiirde istiklâl vs. gibi yeni sözcükleri karşılayan kavramlar var.

Fakat Modern şiir yeni değildir. Bir şeyin yeni sayılmasının gerçeklik edimleri olmalı. Bir geleneği
olmalı. Bu geleneğin sosyal katmanları olmalıydı. Bu sosyo-edebiyat bağın kökleşmesi yayılması ve anlaşılması gerekirdi. Poetik bir geleneği olmalıydı. Edebiyat-sosyolojisi açısından modern şiirin sosyal karşılığı yoktur. Sanatsal gerçeklik kronolojisine göre bir izleği olmalı. Bir şairi yeni kılan kendi poetik gücüdür. Şimdi, Şinasi ve Namık Kemal gibi modern şiirimizin öncülerinin modern poetikası var mı?

Sadece, Batı şiirinin nazım şekilleri olan Sone, Terza-Rima, Serbest Müstezat mı kullandılar?
Fransız şairleri gibi yeni mecazlara, çağrışımlara, sentakslara mı başvurdular? Geleneksel şiirin ahenk unsurlarını ve nazım şekilleriyle ithal temalar işlemek yeni mi? Namık Kemal, “Sone” ile
Hürriyet’i anlatsaydı biraz daha modern sayılırdı. Kaside ile hürriyet temasını anlatmak şiirin poetik bağını etkilemez. Şiirdeki formlar, semantiks bağ ile sosyo-morfolojik ilişki arasında yeni
bir bağ olmalıydı. Semantik farklılığı aşan ve retorikten kurtarılmış şiirler verilmeliydi Ya da Sone, Terza-Rima, Tiryole ya da Serbest Müstezat gibi türler hep kullanılmalıydı. Şiirin diğer peotik unsurlarında değişiklik yapılarak, anti-estetizme başvurulmalıydı. Şiir sentaksın özüdür. Yapısal ve gramatikal ilişkileri bilmeden, dil morfolojisi ve dil psikolojisine hâkim olmadan sadece yeni kavramlarla modern şiir inşa edilir mi?

Semantik bağıntıların tümüne hâkim olmadan yeni şiir yazılır mı?
Sentaksın gramatikal derinliğini bilmeden yeni şiir yazılır mı?
Retoriği aşarak yeni sanatsal akışı getirmeden yeni şiir yazılır mı?
Dil antropolojisi, sosyolojisi, psikolojisini bilmeden yeni şiir yazılır mı?
Poetik, fonetik, morfolojik derinliği bilmeden yeni şiir yazılır mı?
Geleneksel şiirin formlarından uzak yeni formlar sunmadan yeni şiir yazılır mı?
Yeni edebi türleri kullanmadan geleneksel şiirin nazım şekilleriyle yeni şiir yazılır mı?

Yeninin sınırı nedir? Yeni şiir nedir? Modern şiir demek moda olan kavramlar, temalar, nazım şekilleri kullanmak mıdır? Öyleyse bizde yeni şiir Nedim’le başlar. İlk modern şair Nedim’dir… devamı diğer yazıda.

Kaynakça:
1. Aydınlanma Nedir”(1784)- Immanuel Kant- Türkçesi: Nejat Bozkurt –Felsefe Yazıları-1983
2. (N. Aksoy ve B. Aksoy, 1992, s. 58). Aksoy, N. ve Aksoy, B. 1992 “İki Aydınlanma”, Birikim, Ocak Sayı sı.
3. J.F.Lyotard, 1990, s. 11 Post Modern Durum
4. (Lash, 1990, s. 123). Lash, S. 1990 Socologly of Postmodernizm, Routledge, London.
5. Lash, S. 1990 Socologly of Postmodernizm, Routledge, London.
6. Giddens, A. 1991 “Jurgen Habermas”, Çağdaş Temel Kuramlar, Q.Skinner (Ed.), Çev. -A. Demirhan, Vadi Yay., Ankara.
7. (Lawrence. 1989, s. 317-318). Lawrance, F. 1989 “Habermas and Discourse of Modernitiy: Twelve Lectures” (Review Essay), Political Theory, May.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Hal ve Temyiz / Ay Vakti
Nasıl Yoğrulmuş Olduğuma Dair / Alâaddin Soykan
Her Yanım Yâr / Selami Şimşek
Acının Tadına Doyum Olur mu? / Kadir Gültekin
Kederidir Nesrin Hanım’ın ki Şiir; Göğsündeki Gize... / Ali Yaşar Bolat
Tümünü Göster