Hep Yanlış Adreslerde Ararız Birbirimizi

Gözlerinin duldasında kaldı gözlerim, ömrüm diyorum yaşanmadık zamanların en incesine en hoyratına, Susmak namluya sürülmüş bir mermi gibi bekliyor dilimin ucunda, konuşmaların vagonu çığlıkların lokomotifine bağlı, gözlerinin istasyonunda mola veriyorum. Gözlerin öylece geçiyor demir raylardan, soğuk bir rüzgâr esiyor, ellerim gibi üşüyor gece. Gece ellerim gibi simsiyah, tabutsuz ölülerin perçeminden bir gül düşüyor şehre, eski bir şarkının içinden gelip geçiyor şehir, duvarlarda gecenin kayıp ilanları, her sokak başında kendini arayan bir karanfil, dalgın sulara bir köpük düşüyor, ay ışığı gecenin çeşmesinden akıyor öylece.

Boy aynalarını kırarak geçiyorum, şehrin aynalarında apartman gölgelerinin izdüşümleri, şehir son sayfası yırtılmış bir romanda, şehir dört bilinmeyenli bir denklemin sayılarında, şehir ruhumun cennetten dünyaya kovuluşunda, şehir betondan evlerin buz gibi odalarında, şehir eski bir şarkı gibi söyleniyor dudaklarda, şehir ki ummanları kül eden bir akşam yangınında. Yağmur sesli bulutların senfonisi başlarken, başını göklere dayayan dağların ufuklarında,

Şehrin kendine bile merhameti kalmamış, çarşılarında gam yükünün tüccarları dolaşıyor, çarşılarında ölümün kıldan ince kılıçtan keskin köprüleri açılıyor. Artık her söz bir sırattır bu cehennemde, artık her söz kıyameti çağırır gözlerime, çaresizliğimi hangi cümlelere sığdırabilirim söyle, hangi dağ benim sesimin yankısını geri verir, hangi deniz med cezirlerin koynunda uyutur beni, bilmem ellerim hangi ülkenin başkentidir şimdi.

Sen beni tanımıyorsun. Su damlasının denizi bilmediği gibi, bir kum tanesinin çölü tanımadığı gibi, sen beni tanımıyorsun. Bende senin gibi bir varmış bir yokmuş isimli bir masalın içinde yaşadım.

Ben haziran sabahları pencerenin önüne konan kuşlar gibi ürkektim, paslanmış bir bıçak gibi dururdum köşelerde, eski bir albümde sararmış bir fotoğraftım belki de. Alnıma dökülürken iklimsiz denizlerin meltemleri, saçlarım yolunu kaybetmiş bir yolcuydu çöllerde.

Saçlarımdan kaç kış geçti bilmiyorum, saçlarım tabutsuz ölülerin evidir benim, ben kara kışların içinden gelip geçerim, alnımda şarapnel yaraları, alnımda kara geceleri sabaha çağıran bir yıldız, bulanık bakışların ilmeğinden geçerim,

Kapanır gecenin simsiyah kirpikleri, dağların eteğine dökülen kar taneleri gibi bembeyazdır saçlarım, durulur denizlerin ninni söyleyen akşamında, durulur suların denize kavuştuğu yerlerde.

Sen bir sefer saatinin içinden çıkıp gelirsin, bakışların akına çıkmış akıncılar gibi kararlıdır, sen eksikliğimde fazlalaşırsın öylece, bir sefer saatinin dönüşe ayarlanmış vakitlerinde, ben sen ve kalbim diye söylenirsin. Ben sen ve kalbim, Okuma yazma bilmeyen bir insana harfleri öğretirsin, senden sonra ben gelir, benden sonra sen.

Yanlış adreslerde ararız birbirimizi, hep yanlış adreslere çıkar yollarımız, kristal bir boşlukta kırılışımın adını sayıklar düştüğüm yollar, Derin bir ırmağın kenarında, suların nabzını sayarken, ateşin içinde üşüyen karların içinde yanan bir hayatın kendi payına düşmüş acılarıyla, Üstünden bulutlar geçen uçurumların önünde yoklama kaçağı bir asker gibi,

Hep yanlış adreslerde ararız birbirimizi, hayatın içtimasında öylece beklerken.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Hal ve Temyiz / Ay Vakti
Nasıl Yoğrulmuş Olduğuma Dair / Alâaddin Soykan
Her Yanım Yâr / Selami Şimşek
Acının Tadına Doyum Olur mu? / Kadir Gültekin
Kederidir Nesrin Hanım’ın ki Şiir; Göğsündeki Gize... / Ali Yaşar Bolat
Tümünü Göster